Aslında Kime "Aydın" denir?
Geçen hafta, bir sonraki
yazımızda aydın sorununu ele alacağımızı belirterek şunları sormuştuk: “Aydın nedir? Aydın kime denir?
Aydınlar hep devrimci ve solcu mu olur? Sağcı aydın olmaz mı?...” Bu tartışmaya girmemizdeki
esas neden, birçok okurun yazılarımızda kullandığımız “Müslüman aydın” terimini yadırgamaları ve
eleştirmeleridir.
Önce
temel bir soruna yaklaşımımızı ortaya koyalım: Bu yazıları yazmamızdaki amaç,
bizce yanlış bilinen veya incelemeden kabul edilen veya hüküm verirken
önyargıyla hareket etmeye itiraz etmektir. Tabii ki bu söylediklerim sadece
küçük bir kesim için geçerlidir, ama fikirler de bu sayede billurlaşır.
AYDIN
MI ENTELEKTÜEL Mİ?
Kaygılarımız var ve
dolayısıyla amacımız sadece içimizdeki modern hurafeleri açığa çıkarmak değil,
aynı zamanda iktidarın etki alanına girmiş dürüst insanlarla, düşünür ve
aydınlarla da tartışabilmektir. Tabii ki bize kızmak isteyenler kızmaya devam
edebilirler...
Bugünkü konumuz “aydın nedir ve kime denir”...
Birçok yazarımız ve
özellikle de sözlük yazarları, “aydın konusu” üzerine çok sayıda makale ve
inceleme kaleme almışlar. Hepsi de aydın teriminin bize Batı’daki entelektüel
kelimesinden geçtiğini belirtiyorlar. Osmanlıcada kullanılan “münevver”
teriminin yerine 30’lu yıllarda aydın terimi kullanılmaya başlanmış. Her iki
terim de bizde olumlu anlamda kullanılıyor. Mevcut sözlüklere göre Münevver:
Tenvir edilmiş, nurlandırılmış, aydınlatılmış, ışıklı demek...
Aydın ise: Işıklı,
aydınlanmış, açık., anlaşılır, aşikâr, kültürlü, bilgili, münevver, ziyalı,
entelektüel demek... Münevver terimine yakın ve aynı kökenden gelen başka
kelimeler de vardır: münebbih (uykudan uyandıran, ikaz eden), münecci
(kurtarıcı) ve münevvir (aydınlık veren, nurlandıran)...
Bazı
yazar ve düşünürlerimiz “aydın kimdir” sorusuna, “eleştiren, sorgulayan, aklı
rehber edinen” gibi sıfatlar yükleyerek yanıtlıyorlar.
Batı’da
kullanılan entelektüel terimi ise ilk kez 19. yüzyılda (Dreyfus davasında
olumsuz kullanılmış) kullanılmış ve Latince (intellectus=anlama ve kavrama
yeteneği) kökenlidir. Batı dillerindeki “Intellektuel”, yani aydın terimi daha
çok Rus kökenli “intelijansiya” (okumuş yazmış kesim) teriminden esinlenilerek
türetilmiş...
Buraya kadar bir sorun yok,
çünkü herkes buraya kadar anlaşabilmektedir.
Ancak...
Entelektüel teriminin "sosyolojik"
manasını tartıştığımızda herkes bir başka yola girmektedir.
Türkiye’de esas
olarak aydın derken; “iktidarı sorgulayan muhalif insan”;
“ahlaklı ve vicdanlı insan”;
“doğruyu ve gerçekleri dile
getiren insan”; “doğru yolu ve çözüm öneren insan”;
“önderlik eden ve halkı kurtaran
insan” olarak anlaşılmaktadır.
Entelektüel kavramı
sosyolojik (toplumsal) bir kavramdır üç tanımlama kategorisinde
değerlendirilmektedir.
Eser ve etik değer
üreten; Toplumsal düzeni eleştiren, düşünce ve imge taşıyıcısı; Kafa
emekçilerinin bir araya getirdikleri toplumsal katmak: mühendisler,
teknisyenler, yönetici unsurlar, araştırmacılar, eğitmenler ve sanatçılar...
Buradan çıkan
sonuca göre Batı’da da entelektüelin ne olduğu sorununa tam bir yanıt
bulunamıyor. Çünkü son yüzyılda devletlerin örgütlenmesindeki karmaşık durum,
bilim adamı, yönetici, düşünce adamı, yazar ve gazeteci arasındaki farkları
oldukça silikleştirmiştir.
Herkes her şeyi kısmen yerine
getirince, hangi görev ve sorumluluğun ne zaman başladığı ve bittiği de
karmaşıklaşmaktadır. Normalde mimar bir yapı projesi üretir, ama o söz konusu
projeyle bir de mimari politikaları belirlemez mi veya yeni mimari kültürel
değerlerin üretilmesini sağlayarak belli bir ideolojik etkide bulunmaz mı?
SOLDA AYDIN KAVRAMI
Anlaşılacağı gibi
bugün herkes hem entelektüel hem de değil... İşin gerçeği şu ki, entelektüel
(aydın) kavramı Türkçeye daha baştan “aydınlatan” olarak geçmiş ve bununla da
kesin bir anlam değişikliğine uğramış.
Aydın kavramının “aydınlatıcı”,
“ileriden ve akıldan yana olan” anlamına bir itirazımız yok, ancak aydın
kavramı sosyolojinin toplumsal bir kategorisi olarak türetilmiş olan "entelektüel" kavramının
yerine ikame edilince sorunlar yaşanmaktadır.
Yurtdışında aydın kavramıyla
sosyolojik analizler yapamazsınız, çünkü bilimsel (nesnel) değildir.
Peki kullanılamaz mı, tabii ki
kullanılabilir, ama genel anlamda entelektüel kavramının yerine kullanılamaz.
Bugüne kadar
entelektüel kavramını inceleyenler ve onu üzerine araştırma yapanlar en çok sol
ve Marksistler olmuş.
Marx yazılarında,
entelektüel kavramını yer yer “kafa emekçileri” yerine
kullanmaktadır; Lenin ise “devletin çalışma alanlarının çoğalması
nedeniyle, gitgide daha fazla entelektüellere baş vurduğunu”ve
onları “ilişki ve düşünceleriyle
burjuvazinin saflarına çektiğini ve onların bağımsızlıklarını gitgide ortadan
kaldırdığını” belirtir.
Yani
entelektüeller, ekonomik bağımsızlıklarını kaybettikçe daha çok burjuvazinin
hizmetine girmektedirler.
Entelektüel
kavramıyla ilgilenen en çok Gramsci olmuş.
Ona göre “bütün insanlar entelektüeldir,
ama hepsi toplumda entelektüel işlev görmezler.”!!! Gramsci’ye
göre her sınıf kendi konumunu sağlamlaştırmak ve mevcut toplumsal hegemonyasını
pekiştirmek için entelektüellere ihtiyaç duyar.
Dolayısıyla her
sınıf, entelektüellerin oluşturduğu mevcut toplumsal havuzdan kendisine adam devşirir. Bu andan itibaren entelektüellerin görevi, hizmet ettikleri sınıfın
çıkarlarını korumak, konumlarını pekiştirecek ideoloji ve argüman üretmektir.
Gramsci’ye göre “Entelektüeller doğaları gereği
uzun bir süre içinde meydana gelirler ve bu nedenle de toplumun kültürel
kodlarını ve geleneğini [tıpkı dünyanın bütün tarihini barındıran yer
katmanları gibi] taşırlar.”
Peygamberlerin,
kurtarıcıların, önderlerin, sanatçıların ve düşünürlerin bunların arasından
çıkmasının nedeni bu olmalıdır.
Bu konuda yararlı
bir eser olarak Marksizm Sözlüğü (Yordam Kitap)’nü önerebilirim.
Kanaatimizce
entelektüele sahip olmayan hiçbir devlet, yönetim, din, parti ve örgüt olamaz.
Çünkü bunlar toplumların ekmek
gibi temel besin kaynağını oluştururlar.
Bunlar olmadan toplumlar da var
olamaz, maddenin doğasına aykırıdır bu.
Buradan şuraya varabiliriz:
- Demek ki entelektüellerin
görevi, fikir, düşünce, kavramlar ve bilinç (sanat ve edebiyat eserleri
üzerinden) üretmektir. Tarihi onlar yaratmazlar ama tarihin yönünü işaret
edebilirler. İnsanoğlunun oluşturduğu ilk toplumların entelektüelleri
demircilerdi, din adamlarıydı, hekimler ve savaş komutanlarıydı...
Nedenini başka bir zaman
tartışmak lazım.
Dolayısıyla
entelektüellerin (aydınların) toplumda bir işlevleri olmaktadır, ki o da
ideoloji (sanat, edebiyat, bilim, din, siyaset) üretmek ve bunun üzerinden halk
üzerinde belli bir sınıfın hegemonyasını pekiştirmektir.
Eskiden beri böyledir bu...
Burada bir parantez
açarak bir başka konuya temas edelim.
DÜŞÜNCE Mİ VE EYLEM Mİ?
Sol kesimin önemli
bir kısmı (Kemalistler, sosyalistler vs) dünyayı, fikir ve düşüncelerin
değiştirdiğini sanıyorlar.
Düşünceler önemlidir, din
önemlidir, felsefe önemlidir, siyaset ve programlar önemlidir, ama toplumların
değişmesinin, dönüşmesinin, yükselmesinin ve çökmesinin nedeni onlar değildir.
Bunların etkisi var ama bu
sadece kısmidir.
Bir toplumun bağışıklık sistemi
zayıflamamışsa, güçten kuvvetten düşmemişse hurafelere, batıl inanca açık hale
gelmez.
Toplumlar,
ürettikleriyle (ekonomi, siyaset, eğitim ve kültür) büyür ve yükselirler veya
küçülür ve çökerler.
Düşünce ile eylem arasındaki
fark, eylemin belirleyici olmasıdır.
Bazılarına garip gelecek ama
yine de bir benzetmeyle açıklarsak, eğer babalarımız sadece düşünce ve fikirde
kalsalardı bugün hiçbirimiz meydana gelmezdik.
Düşünce bir motivasyon
nedenidir, ama esas iş eylemdir.
Günümüz
Türkiye’sinin bir çöküş sürecinde olmasının nedeni de budur.
Yanlış fikirlere kapıldığımız
için çökmüyoruz, çoktan yanlış yola girdiğimiz için çöküyoruz. Eğer 30’lu
yıllarda toprak reformu yapılsaydı, ağalık ve onunla birlikte dinci gericiliğin
zemini de çökerdi; fabrikaların kurulması kesintiye uğramasaydı kentleşme
düzgün yolunda giderdi, aşırı göçler olmazdı; kadınlar üretime katılırdı; işçi
sınıfı gelişerek toplumda ve siyasette etkin olurdu. Köy Enstitüleri
kapatılmasaydı, irtica da gelişeceği bir toprak bulamazdı. Üniversitelerden
solcu hocalar atılmasaydı, eğitim düzeyimiz böylesine yerlerde sürünmezdi.
Bunların başlangıç tarihi ise 1940’lı yıllardır, emperyalizmle içli dışlı olma
halidir. Temel yıkıldıkça, toplumda dinci ve şeriatçı fikirler de yayılmaya
başlamıştır, tersi değil.
SOSYOLOJİK KAVRAM OLARAK AYDIN
Yeniden konumuza
dönersek, entelektüel, sadece solcuların arasından çıkmaz.
Sağcıların da entelektüeli var,
ama biz entelektüel terimini “aydın” terimiyle değiştirerek baştan sağcılara
entelektüellik kapısını kapatmışız.
Onlara bunu reva görmüyoruz.
Bu ne sosyolojik (bilimsel)
açıdan ne de gerçek hayat ve toplumsal durum açısından doğrudur.
Bu çıkmazı aşmak için de bazı
düşünür ve yazarlarımız, "entelektüel ile aydın" kavramını
birbirinden ayırarak çıkmazdan kurtulmaya çalışıyorlar.
Halbuki bunlar birbirinin
karşılığıdır. Birçok çeviri metin de bu nedenle yanlış olmaktadır.
Batılı yazarlar entelektüeli, “sorgulayan, itiraz eden, görüş
ve fikir üreten, mevcut düzenden farklı düşünen” olarak tarif
eder; hatta Jean-Paul Sartre, “eylemde bulunan”ı da ekler bu
niteliklere.
Sonra da şunu
yazar:
- “Entelektüel, kendisini ilgilendirmeyen şeylere
burnunu sokan insandır” der. (Aydınlar Üzerine)
Peki bunları sağcı
ve Müslüman kişi yapamaz mı?
Sağcıların
“düşünenleri, fikir üretenleri, kendisini ilgilendirmeyen işlere burnunu
sokanları, sorgulayanları, mevcut durumu kabul etmeyenleri” yok mu?
Var!
Ama biz onlara
“aydın” tabirini uygun görmüyoruz.
Türkçede aydın
terimini kesinleştirmiş ve kazığa bağlamışız:
- Aydınlanmadan ve
ilericilikten yana olan insan.
Yapılması gereken
ya aydın kavramının "anlamını" genişletmektir ya da onu entelektüelin
yerine "kullanmamaktır".
Nitekim Batı’nın en
saygın sözlüğü, Oxford Dictionary entelektüeli şöyle tarif ediyor:
- “Entelektüel, zekasını ve
analitik düşünme yetisini, mesleği gereği ya da şahsi amaçlarına erişmek için
kullanan kişidir.”
Entelektüel
terimini sosyolojik açıdan inceleyen Batılılar, onu şöyle tarif etmektedir:
- “Entelektüel, bilimsel, sanatsal, dinsel,
yazınsal açıdan etkin olan, bu alanlarda önemli bir birikime sahip, kamusal
alandaki tartışmalara eleştirel yaklaşan kişidir. Bunu yaparken de belli bir
partiye, ideolojiye veya ahlaki değere bağlılık göstermek zorunda değildir.”
(A Vocabulary of
Culture and Society, 1983)
Ali Şeriati de aydın teriminin Farsçaya
yanlış girdiğini belirtiyor ve şunları söylüyor:
- “Bu terime baştan yanlış bir
anlam ve sıfat yüklemişiz. Terimin kökeni “intelijansiya”dır. Esas olarak
bununla da uyanık, anlayışlı, birikimli, şuurlu bir adam akla gelir... Aydın,
düşünce ve fikir konusunda çalışan bir ferttir...” (Aydın
Üzerine)
Peki
bizde ne yapılıyor?
Aydın kavramını
entelektüel yerine kullanıyoruz, biri de çıkıp sağcıların ve müslümanların da
aydınlarının olduğunu söylediğinde, onu bir tek aforoz etmediğimiz kalıyor...
İyi hafta sonu
dilerim...
Sadık
Usta 11.03.2017
https://odatv4.com/aslinda-kime-aydin-denir-1103171200.html