LAİKLİK VE DİN ÖZGÜRLÜĞÜ
Sekülerleşmenin kurumsal yapılaşması
olarak tanımlanabilecek laikliğin iki yönü bulunmaktadır: Din ve vicdan
özgürlüğünün ve farklı anlayışların toplumda bir arada yaşamasını sağlamak ve
din istismarcılığının devlet üzerinde vesayet kurmasını engellemek. İşte bu
noktada ortaya çıkan katı laiklik-pasif laiklik ayrımı, Anayasa Mahkemesi
kararlarını da önemli ölçüde etkilemektedir. Din özgürlüğü, sınırsız
kullanabilen bir hak değildir. Din özgürlüğü, çoğunlukla sınırını diğer temel
hakların kendisinde bulmakla beraber, farklı topluluklar ve koruduğu alanlar
açısından her somut olayda ayrı ayrı yorumlanmalıdır.
1 - Laiklik
Tanımı
Laiklik kavramı felsefi ve sosyolojik
alanda ele alınabileceği gibi siyasi-hukuki açıdan da yorumlanabilir.1 Buna
göre laiklik şöyle anlaşılabilir; “Sayesinde din ve vicdan özgürlüğünün bir
arada bulunduğu, herkes için eşit adalet talebine uygun, devletin farklı
anlayışların toplumda birlikte yaşamasını sağlamak amacıyla tarafsız (nötr)
kalmayı garanti ettiği (ilerici) bir siyasal düzenleme”.2 Bu tanıma 1961 ve
1982 Anayasaları’ndan kaynaklanan bir ek de yapılabilir: “Yalnızca din-devlet
ayrılığı değil; aynı zamanda din istismarcılığının toplum üzerinde vesayet
kurmamasını kontrol hakkı”.3
Laikleşme, sekülerleşmenin kurumsal
boyutudur. Sekülerleşme4 , ortak kültürle din dünyasını görece birbirinin içine
sokarken, laikleşme herşeyden önce dinin eğitim alanındaki rol ve yerindeki
değişimi ortaya koymaktadır. Bu açıdan laiklik işlev değişikliği yarattığı için
siyasi çatışmalara yol açmaktadır. Ancak bu değişim gerçekleştiği anda; örneğin
bugün laik Fransa’da diğer liberal demokrasilerden farklı nitelikte bir hukuki
rejim gerekmemektedir.5
Laiklik, sekülarizm gibi terimler
tarihsel açıdan Hıristiyan dinindeki halkların ülkelerine özgü olan dini ve
siyasi koşullar altında doğmuş olmakla beraber, Türkiye’deki gelişimin
İslamlıktaki devletle din arasındaki ilişki tarihinin Hıristiyanlıktaki
karşıtlığından farklı oluşu na göre anlaşılması gerekir.6 Bu nedenle hem bir
ideoloji, hem de bir aksiyon olan7 laikliğin anlam ve kapsamını belirleme
açısından, onun ait olduğu dildeki işlevine bakmak ve değerlendirmeyi buna göre
yapmak gerekecektir.8
Anayasa Mahkemesi, laikliği hem
“Anayasa’da benimsenmiş bütün temel ilkelere egemen bir düşünce”, hem de
“ülkemize özgü ve tarihsel nedenleri bulunan, klasik ve bilimsel tanımlardan
ayrılıkları bulunan anlayış ve uygulama modeli” olarak tanımlamaktaydı.9 Bu
tanım, radikal, militan ve dışlayıcı olarak nitelendirilmiştir.10 Laiklik
tanımına ilişkin içtihadını değiştiren Anayasa Mahkemesi, artık katı laiklik
anlayışı yerine yumuşak laiklik anlayışını benimsediğini ileri sürmektedir.11 Ancak
bu yeni içtihada göre katı laiklik anlayışında dinin, “bireyin sadece
vicdanında yer bulan, bunun dışına çıkarak toplumsal ve kamusal alana
kesinlikle yansımaması gereken bir olgu” olarak belirtilmesi, evrensel ve
felsefi verilere uygun düşmemektedir.12
Yine Mahkeme’nin, benimsediği yumuşak
laiklik anlayışının dinin “toplumsal görünürlüğüne imkân tanı”dığı ve “laik bir
siyasal sistemde, dini konulardaki bireysel tercihler ve bunların
şekillendirdiği yaşam tarzı(nın) devletin müdahalesi dışında” olduğuna dair
tespitleri doğal sonuçlarına uzatıldığında, bütün toplumsal ve hukuki yaşamın
din kurallarının hegomonyası altına girmesi kaçınılmaz olur. “Dinsel inanışlar
ve bunlara uygun yaşama hakkı” gerekçesiyle sosyal ve kültürel yaşamın bütün
dokularına13 din kurallarının ve dinci ideolojinin damgası ister istemez
düşecektir.14
II. Din Özgürlüğünün Niteliği, Yorumu
ve Kolektif Kullanımı
Din özgürlüğünün demokratik devlet
oluşumu için temel oluşturan niteliği (1), bu özgürlüğün koruduğu farklı
alanların geniş yorumlanmasını gerektirmektedir (2). Temel hak ve özgürlükler,
aralarında nitelik farkı olmakla birlikte, kaynağı ve amacı bakımından ortak
bir temele sahiptir. Temel hak ve özgürlüklerin bu anlamda bir bütün
oluşturması, din özgürlüğünün kolektif kullanımı halinde diğer hak ve
özgürlüklerle arasında bir ilişki kurulmasına yol açmaktadır (3).
1. Niteliği
Din (ya da inanç) özgürlüğünün, düşünce
özgürlüğü gibi özgürlükçü demokratik bir anayasal devlet için kurucu ve temel
oluşturan bir anlamı bulunmaktadır. En eski temel haklardan biri olarak inanç
özgürlüğü, tarihsel ve sistematik olarak modern bir anayasal devlet olmanın
zorunlu koşuludur. Çünkü devletin dinler karşısındaki tarafsızlığı, öncelikle
inanç özgürlüğünün tanınmasıyla gelişmiş, devlet de bu özelliğiyle
vatandaşların diğer özgürlükleriyle birlikte gelişmiştir. Dinsel, siyasal ya da
özel alanda kişiliğin özünü belirleyen tinsel özgürlük, kamusal düşünce
oluşumunu gerekli kılar. Kamusal düşünce oluşumu, batılı çağdaş devletlerin
temelini oluşturur; basın, düşünce ve bilim özgürlükleri, tarihsel gelişimleri
bakımından din özgürlüğüne kadar geriye gider. Tinsel ifade özgürlüğünün bu
yüksek derecesi, düşünme özgürlüğü ve tüm yaşam alanlarındaki kitlesel iletişim
hakkıyla ifade edilebilecek insan onurundan kaynaklandığı gibi, aynı zamanda
anayasal devlet olmanın da önemli koşullarındandır.15 Kamusal alanda
düşüncelerin özgür ve açıkça tartışılması ve sorunların belirlenmesi ve
çözümüne ilişkin yaratıcı çeşitlilik, olguların çarpıtılarak görüş oluşturulmasını
engellediği gibi demokratik anayasal devletin güçlü yanını ortaya
çıkarmaktadır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) da düşünce ve bilgi edinme
hakkının işlevini bu yönde anlamaktadır.16
Din özgürlüğünün korunması, devletin
ideolojik ve dinsel tarafsızlığını garanti edecek17, böylelikle siyasal yaşam
için zorunlu olan demokrasi gibi değerlerin istikrar kazanmasına yardım
edecektir. Şeriat talebi ise çok yönlü bir olgudur; yozlaşmış yöneticiler onu
benimseyerek (kullanarak) meşruiyet kazanmaya çalışırlar.18
III. Din Özgürlüğünün Anlamı ve Koruma Alanı
Din özgürlüğünün ne anlama geldiği
konusundaki temel sorun şudur: İlgili topluluğun kendi tanımı mı bir bütün
olarak kabul edilecek, yoksa dışarıdan nesnel bir standart mı getirilecek?
Buradaki belirleyici ölçüt, temel hak süjesinin dinsel inanışı ve dini
topluluğun kendi anlayışı değildir. Bu nedenle bir topluluğun, bir dine
inandığı ve bir dini cemaat oluşturduğuna dair kendi anlayışı ve iddiası,
kendisi ve üyeleri için din özgürlüğüne dayanmayı her zaman haklı kılmaz. İHAM,
ortalama (karma) bir çözümü benimsemiştir. Buna göre ilgilinin kendi anlayışı,
en azından bir çıkış noktası olarak kabul edilmeli, fakat dışarıdan da asgari
koşullar getirilmelidir. Bu anlamda en azından “teşhis edilebilir bir din”
olması gerekir.27 Buna göre, bir dinsel görüş, belirli ölçüde inandırıcılık,
ciddilik, bağlam ve anlama sahipse korunur.28 Burada söz konusu olan şekli
özelliklerdir; Madde 9’un koruması, hiçbir biçimde görüşün dini açıdan sağlam
ya da haklı oluşuna bağlı kılınamaz.
İHAM yeni kararlarında, örneğin
“Scientology”’nin bir din olup olmadığı sorununda, ikincillik ilkesine
dayanarak çözümü iç hukuk düzenlemelerine bırakmaktadır.29 Örneğin Almanya’da
sadece din ve inanca dayalı bir davranış, bu özgürlüğün koruma alanına
girmektedir. Bu tür bir davranışa dayanak oluşturan görüşün de tinsel içeriği
ve dış görünümü ve güncel yaşam gerçekliği, kültürel gelenek ve genel olarak
din bilimi anlayışına göre din olarak kabul edilmesi gerekir.30 Bu anlamda
anayasanın koruması altındaki din ve dünya görüşünden insan varlığının anlamı,
insanın kendisini çevreleyen dünyasal ve dünya dışı gerçeklikle veya bundan
kaynaklanan önemli yaşam ilkeleriyle olan ilişkisi konsepti anlaşılmaktadır.31
İHAM, pragmatik nedenlerle din
kavramının sabit bir tanımını vermekten kaçınmaktadır. Sadece büyük dinler
değil, yeni dinsel hareketler de bu özgürlüğün koruma alanına girebilmektedir.
Mahkeme, semavi dinler ve Budizm gibi temel inanç sistemlerinin yanı sıra
Krişna inancı, Yehova Şahitliği, Tanrısal Işık Merkezi gibi inanç sistemlerini
de 9. madde kapsamında değerlendirmektedir.32 Bu özgürlük üç faaliyet alanını
korumaktadır; inanç ve vicdan (düşünme), açıklama (konuşma) ve eylem. İçsel din
özgürlüğü (forum internum) altında ilk faaliyet (düşünme) yer alır ve bir dini
görüşü benimsemek ve değiştirmek hakkı korunur. Bu bağlamda inanç, insanın
Tanrı ve öbür dünyaya ilişkin iç görüşünü ifade eder. İnanç özgürlüğü
kapsamlıdır; sadece dinlerle ilgili değildir; ateizm, pasifizm, materyalizm,
monizm ve panteizm gibi ideolojileri de içerir. Vicdan sözcüğünden de insanın
ahlak kuralları ve kendisini yükümlü kılan güçler karşısındaki bilinci
anlaşılır. Kişinin, düşüncesi gereği değiştiremeyeceği konumunu koruyan vicdan
özgürlüğü temel hakkı, böylelikle öznel hakları güvence altına alması yanında,
yüksek anayasal derecede bir ilkedir. İçsel din özgürlüğü (forum internum)
altındaki ikinci faaliyet ise dini kanaatini (vicdan ve inancını) açıklama ya
da buna dayalı kararların açıklanmasıdır.
İnanç özgürlüğünü koruma anlayışı,
daha ilk adımda kendi inanışına göre din olarak ortaya çıkanı, devletin salt
kendi ölçütleriyle işlevsel açıdan değerlendirmesini yasaklamaktadır. Ancak
ikinci adımda bir belirlilik denetimine izin verilmektedir. Bu nedenle yargının
kararlarında ön planda olan dinsel girişimlerin kamuoyundaki aktif etkisi
değil, devletin somut olayda bireyin din özgürlüğü aleyhine olan uygunsuz
isteğine karşı bireysel korumadır. Bu bağlamda din özgürlüğü, dini inançları
gereği yaşam kurtaran kan naklini reddetmenin cezasız kalmasını güvence altına
alır.33 Ancak bu bağlamda yaşamını dini ilkelere göre yönlendirme hakkı, hukuk
düzenine aykırılıklar için bir gerekçe oluşturmayacağı gibi suç teşkil eden
davranışların cezai yaptırımından kurtulma olanağı da vermemelidir. Nitekim
askeri harcamaların finansmanında da kullanılan verginin ödemesi zorunluluğu
vicdan özgürlüğüne aykırı olmadığı34 gibi elektrik faturasının nükleer
santrallardan üretilen akıma karşılık gelen kısmının ödenmesinden kaçınma hakkı
da bulunmamaktadır35.
Dışsal din özgürlüğü (forum externum)
ise kamu alanında bir dini inancı gösterme ve ona uygun davranma hakkını korur
(dini ibadet, öğrenim vb.). Pozitif din özgürlüğüyle birlikte negatif din
özgürlüğü de korunur.36 Bir dini inanca sahip olmamak, dini inancını açığa
vurmak zorunda olmamak, tüm dinler karşısında kayıtsız kalmak özgürlüğünü
korur. Negatif din özgürlüğüne ilişkin İHAM, Türkiye aleyhinde verdiği kararla,
nüfus cüzdanında kişinin dini mensubiyetini belirtmesi zorunluluğunun, İHAS md.
9’u ihlal ettiğini saptamıştır. 37 Ancak gerek Anayasa Mahkemesi38 gerekse
Danıştay39, negatif din özgürlüğünü ihlal eden kararlar vermiştir. Oysa negatif
din özgürlüğü, özellikle güçlü bir korumaya sahiptir. Dini inancın açıklanmaya
zorlanması, bir sınırlama olanağı olmaksızın negatif din özgürlüğünü ihlal
eder. Örneğin milletvekilinin ya da mahkemede şahidin dini yemin zorunluluğu,
bu özgürlüğün ihlaline neden olur.40
Türkiye’de din uygulaması ile ilgili
asıl özgürlük sorunu, çoğunlukla negatif din özgürlüğü bağlamında ibadete
zorlanma biçiminde kendini göstermektedir. Bu konudaki baskı ve zorlamalar hem
görevlilerden, hem de özel kişilerden gelmektedir.41 Dışsal din özgürlüğü de bu
tür sorunların yaşandığı bir diğer alandır. Dini sembollerin sergilenmesi ve
dini yemek hükümlerine uyulması da bu özgürlüğün koruma alanındadır. İHAM,
türbanın üniversitelerde yasaklanmasını, İHAS’a uygun bulmuş42, beden dersinde türbanını
çıkarmak istemeyen öğrencinin okuldan atılmasının da 9. maddeyi ihlal
etmediğine karar vermiştir43. Budizm inancına sahip bir mahkumun vejeteran
yemek talebinin, cezaevi yönetimi tarafından reddedilmesi ise 9. maddeyi ihlal
etmektedir.44
Buna karşın dinsel güdülü her
hareket, korunan bir dini uygulama değildir. Eylemin, ilgili din veya dünya görüşüyle
tipik bir bağlantısı olmalıdır. Yalnızca hazırlayıcı veya destekleyici bir
eylemin (örneğin ekonomik faaliyetler) din özgürlüğünün koruma alanına girip
girmediği, anayasal açıdan belirgin değildir. Korumadan yararlanabilmesi için
eylem salt ticari nitelikte olmamalı ve saf kişisel motivasyondan
kaynaklanmamalıdır. Buna göre eylem ile din arasında organik ve maddi bir
bağlantı olmalıdır. Örneğin dini bir toplantı vesilesiyle yapılan gıda maddesi
satışı, din özgürlüğünün korumasından yararlanamaz. Belirli dinsel gruplardan
yüksek miktarda para toplanması gibi dinsel süsle bezeli ekonomik güdülü
eylemler de bu koruma alanına girmez45. Aynı şekilde kendi toprağına gömülme
isteği de dini bir uygulama değildir. Nitekim benzer bir olayda, Danıştay, eski
Bakan Y. Özal’ın vasiyeti üzerine Süleymaniye Cami Haziresine gömülmesine
ilişkin Bakanlar Kurulu kararını iptal etmiştir.46
Bireysel din özgürlüğü yanında toplu
(kolektif) din özgürlüğü de koruma altındadır. Bir dini cemaat kurma hakkı, din
özgürlüğüne girer. İHAM’a göre bu hak, bu dini cemaatin iç hukukta hak ehliyeti
talep etmesini de kapsar.47 Burada dernek kurma özgürlüğüne ilişkin boyut da
dikkate alınır. Bu dini cemaatin yönetimsel özerkliği, toplu din özgürlüğüne
girer. İç örgütlenmesini düzenleyebileceği gibi kimin üye olup olamayacağını da
belirleyebilir.48
Devlet ve dini cemaatler arası
ilişkilerin düzenlenmesinde, AİHS’ın anlam ve önemi giderek artmaktadır.
Buradaki çekirdek nokta, devletin tarafsızlığı ilkesidir:49 Devlet, yasa
yapımında ve farklı cemaat ve inanç gruplarına yaklaşımında tarafsız (nötr)
davranmakla yükümlüdür. Devletin tarafsız davranma yükümlülüğünün,
kültürlerarası çatışma hallerinde bazı sınırlamalara uğraması söz konusu
olabilir. Kimse, farklı bir kültürel kimliği, kendisininki olarak kabul etmek
zorunda değildir. Buna ilişkin cinsiyet eşitliği alanından birçok örnek
verilebilir: Kızların zorla evlendirilmesi, dini ritüeller sırasındaki
sakatlamalar, kızların eğitimden yoksun bırakılması, namus cinayetleri ve
düşünce yasakları dinsel veya kültürel kökenlerle hoş görülemez.
Tarafsızlık yükümlülüğü, eşit
davranma ilkesine50 de kaynaklık eder.51 Devletin, inanç içeriklerinin
meşruluğu hakkında her türlü görüş açıklaması yasaktır.52 Zira devletin
tarafsızlığı ilkesinin en önemli sonuçlarından biri de “özdeşleştirme
yasağı”dır. Buna göre devlet, belirli bir din ya da dünya görüşünü,
kendisininki yapamaz ve içeriksel olarak bununla özdeşleşemez. Özgürlük
güvenceleri genel olarak, özellikle de din özgürlüğü, kendi içine kapalı tekçi
toplumları kabul etmez.53
Aynı şekilde idarenin sunduğu
finansal desteklerin, devletin tarafsızlığı ilkesine aykırı olmaması gerekir.
Bu konuda Danıstay Sekizinci Dairesince verilen 2005 tarihli bir kararda,
Protestan kilisesinin bedelsiz su kullanım hakkından yararlandırılması
isteminin zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davayı
reddeden İdare Mahkemesi kararı “hizmet sunumunda dinsel farklılık gözetmesi
düşünülemeyeceği” gerekçesiyle bozulmuştur.54 Alman Federal Anayasa Mahkemesi
de Brandenburg eyaletince yahudi cemaat yaşantısının desteklenmesini
onaylamıştır.55
Buna karşılık bir grup vatandaşın,
Alevilere din hizmetinin kamu hizmeti olarak sunulması, cemevlerine ibadethane
statüsü kazandırılması ve Alevilerce yetkin kabul edilen kişilerin kamu
görevlisi olarak istihdam edilmesi istemi, Diyanet İşleri Başkanlığı›nca,
yürüttüğü hizmetlerin mezhepler üstü ve umumi olduğu, bunlardan herkesin eşit
ölçüde yararlanma hakkı olduğu, mevzuat ve yargı kararları çerçevesinde
cemevlerine ibadethane statüsünün verilmesine hukuken olanak bulunmadığı, kamu
görevine girmek isteyen bazı şahıslara, mezhep ve meşreplerine, dini inanış ve
pratiklerine göre ayrıcalık tanınamayacağı gerekçeleriyle reddedilmiştir. Sözü
edilen işlemin iptali istemiyle açılan dava ise Ankara İdare Mahkemesi’nin,
Danıştay’ın da onadığı kararıyla56 reddedilmiştir.
Başbakan Yardımcısı B. Bozdağ’ın,
Alevilerin cemevleriyle ilgili taleplerinin karşılanabilmesi için Devrim
Yasalarından biri olan tekke ve zaviyelerin kapatılmasını sağlayan yasanın
kaldırılması gerektiği yolundaki açıklaması57, hukuksal gerçeklikle
bağdaşmamaktadır.58 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve
Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Yasa ve Bazı
Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanunun Tatbik Suretini Gösterir Nizamname’nin
3. maddesi dışında mevzuatımızda «ibadethane»yi tanımlayan, bir yerin
ibadethane olarak kabulü için aranan unsurları gösteren düzenlemelere yer
verilmemektedir. Buna karsılık mevzuat «ibadethane» kavramına kimi hukuksal
sonuçlar yüklemektedir. Nitekim, 3194 sayılı İmar Yasası’nda, bu Yasa’da geçen
“bina” kavramının insanların ibadet etmelerine yarayan yapıları da kapsadığı
belirtilmiştir.59 Diğer yandan Türk Ceza Yasası’nın 153. maddesinde,
ibadethanelere, bunların eklentilerine ve buralardaki eşyaya yıkmak, bozmak
veya kırmak suretiyle zarar vermek, kirletmek eylemleri suç olarak
nitelendirilmiştir.
Gerek 3194 sayılı Yasa’nın imar
düzenlemesi sırasında yapılması için yer ayrılmasını istediği, gerek Türk Ceza
Yasa’nın koruduğu “ibadethane”, hiç bir ayrıma tabi olmaksızın tüm din ve inanç
sistemlerinin ibadet yerlerini kapsamaktadır. Cem evlerine ibadethane statüsü
verilmesine hukuken olanak bulunmadığı yolundaki görüş, sözü edilen yerleri
değinilen hukuk metinlerinin kapsamının dışında bırakarak yasama yetkisinin
genelliği ilkesiyle bağdaşmayacağı gibi güncel yaşam gerçeği ve kültürel
geleneğin ürünü bir dini topluluğun inanç içeriğinin meşruluğu hakkında karar
vererek tarafsızlık ilkesini de ihlal etmektedir. Devletin dinsel ve ideolojik
tarafsızlık yükümlülüğü, etkin bir temel hak korumasının gereklerine uygun,
olabildiğince farklılaşmayan, genel geçerliliğe sahip ve dinsel ve ideolojik
bir bakış açısıyla bağlı olmayan tanımlar kullanılmasını gerektirir. Bu tanımlar,
din ve dünya görüşü özgürlüğünün belirli fiili özelliklerini hukuken
kullanılabilir şekilde tespit etmelidir. Somut olayda neyin bir din ya da dünya
görüşünün uygulaması olarak geçerli olduğunun saptanması için bu kavramların
dünyasal bir kılıf içinde tanımlanması gerekir.60 Nitekim son olarak Ankara 16.
Hukuk Mahkemesi’nde 20.22.20012 günü görülen “Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği”
kapatma davasında Mahkeme, Yargıtay 7. Hukuk Dairesi’nin ‘cemevi ibadethane
değildir’ gerekçesiyle derneği kapatma yönündeki kararını hukuka uygun
bulmayarak daha önce ‘cemevinin ibadethane olduğu’ doğrultusunda verdiği
kararında haklı olarak direnmiştir.61
IV. Din
Özgürlüğünün Sınırlandırılması
Dinle ilişkili bir davranış devlet
tarafından zorlaştırılıyor ya da olanaksız hale getiriliyorsa, din özgürlüğüne
bir müdahale vardır. Dini cemaatler için propaganda yasağı (proselytizm62),
türban yasağı 63, askeri hizmet yükümlülüğü, dini yemin zorunluluğu, bireysel
din özgürlüğüne yapılan tipik müdahale örnekleridir. Toplu din özgürlüğü için
tipik müdahale ise dini cemaatlerin geciktirilen ya da reddedilen resmi
başvurularına ilişkindir. Ancak İHAM, dini tatili kutlamak isteyen başvuranın,
görevini yerine getirmediği için cezalandırılması olayında, din özgürlüğüne bir
müdahale olmadığına karar vermiştir.64 Alman Federal Anayasa Mahkemesi’ne göre
de inanç özgürlüğüne dayanılarak kilisenin tatil günlerine uyulması talep
edilemez.65 Anayasa, genel olarak din özgürlüğünün sınırlandırılmasında bir
yasa kaydı öngörmemiştir. Yalnızca dini uygulama özgürlüğünün sınırlanması için
Anayasa’nın 14. maddesine atıfta bulunulmuştur. Kötüye kullanılmış temel hak
uygulamalarının, temel hak korumasından yoksun bırakılması görüşüne dayanan bu
düzenleme, teorik ve pratik sorunlar içermektedir. Teorik açıdan temel hakkın
doğru ya da kötüye kullanılmış uygulamasını ayırdetmeyi sağlayacak maddi
ölçütlere ihtiyaç vardır.66 Oysa temel hak sahibi ile toplum ve devletin
korunmaya değer öncelikli çıkarlarının kapsamı, kötüye kullanma kavramıyla
belirlenemez. Uygulamada ise 14. maddede kötüye kullanma olarak nitelendirilip
yasaklanan faaliyetlerin incelenmesi, bu kullanım biçimlerinin temel hak ve
özgürlüklerin geçerlilik alanına girmediği sonucuna varmayı çok
güçleştirmektedir. Aslında Madde’nin ilk konuluş amacı, temel hakların kullanım
alanını daraltarak devletin varolan düzenini yıkmaya çalışan dinsel grupların
eylemlerine karşı etkin olabilme isteğidir.6 7
Aynı doğrultuda bir tartışma, 1982
Anayasası’nda, 1961 Anayasası’na paralel bir düzenleme olan 24/son hükmünün,
(düşünce ile din ve vicdan) özgürlüğü alanında bir yasaklama getirerek
sınırlamaya yol açıp açmadığı konusunda da yapılmıştır.68 Burada iki temel
görüşle karşılaşılmaktadır:69
Birincisine göre; madde hükmü
özgürlük alanını sınırlamaktadır.70 Madde’nin yasaklama getirmesi açısından
aynı noktada buluşan bu görüşler, Anayasa’nın bu hükmünün yerinde olup olmadığı
konusunda ise ikiye ayrılmaktadır. İlk görüş, bu yasağı ve bu anayasal yasağa
dayanan (eski) TCK 163’ü açıkça olumsuz bulmaktayken71, bunu yerinde bulan
diğer görüş, TCK 163’ün de –bazı çekincelerle- yeniden ihyasını
savunmaktadır.72
1982 Anayasası’nın 24/son hükmüne
ilişkin ikinci temel görüş, bu hükmün öngördüğü yasağın özgürlük alanına bir
sınırlama getirmediği iddiasındadır. Buna göre, Anayasa’nın 24/son maddesi
gereği kimse, ister devleti dinselleştirme, isterse çıkar veya nüfuz sağlama
amacıyla olsun din sömürüsü yapamaz. Bu görüş, madde hükmünün vurgusu ve özünü,
“istismar edemez ve kötüye kullanamaz” fiillerinde bulmaktadır. Bu fiiller ise,
bir hak ya da özgürlüğün kendi olağan kullanım alanı dışında kalır. O halde,
istismar ve kötüye kullanma yasağı ne düşünce özgürlüğü ile ne de din ve vicdan
özgürlüğü ile ilgilidir.73
Dini, dinsel duyguları ve bunlarca
kutsal sayılan unsurları kullanarak siyasal çıkar sağlamaya ilişkin bir örnek
de Yargıtay içtihadından verilebilir. 1991 yılı öncesinde Kozluca/Burdur
Belediye Başkanlığını kazanan kişinin, namaz sonrası cami cemaatini toplayarak
belediye binası hoparlöründen Kuran okutması ve yaptığı konuşmada seçim
zaferini açıklaması Yargıtay tarafından din istismarı olarak görülmüş ve TCK
163/son’a aykırı bulunmuştur74.
Burada asıl sorun, antilaik ve
teokratik içerikte bir düşünce açıklamasıyla, dinin istismarı niteliğindeki bir
düşünce açıklaması arasında çok ince bir fark olması ve çoğu kez birbirlerinden
ayrılmalarının pek mümkün olmamasıdır.
Anayasa Mahkemesi’nin din
özgürlüğünün sınırlandırılması konusundaki içtihadına bakıldığında ise
sınırlandırmanın ancak bir başka anayasal değer (laiklik, kamu düzeni,
güvenliği ve çıkarlarını75 korumak gibi) ya da üçüncü kişilerin çatışan temel
haklarının korunması için gerekli olması halinde meşru olduğuna karar verdiği
görülmektedir.7
Anayasa Mahkemesi’nin bu içtihadına
göre üstün hukuku değerin belirlenmesiyle yetinilmiş, her iki tarafı da koruyan
bir dengenin sağlanmasından çok, bir anayasal değer, diğeri aleyhine gözden
çıkarılmıştır.77 Oysa somut olayda çatışan anayasal değerlerin olabildiğince
ölçülü bir dengeye getirilmesi, sistematik ve amaçsal anayasal yorumun da bir
gereğidir. “Forum internum”daysa, bu tür çatışmaların ortaya çıkması
olanaksızdır; bu alan, yasakoyucuya karşı mutlak korumalı çekirdek alandır.78
Bir yandan Anayasa’da açıkça yazılı
yasa kaydının yer almaması, diğer yandan vicdan, dini inanç ve kanaat özgürlüğü
ile ibadet özgürlüğü kavramlarının birbiriyle kesişir şekilde aynı anlamda
kullanılabilmesi, anayasal düzeyde sürekli temel hak çatışmalarına yol
açmaktadır.79 Dini inancın açıklanması ve söylenmesi anlamında inanç özgürlüğü
ve sınırlamaları arasında anayasal düzeyde ortaya çıkan tartım sorunları, yasa koyucunun
bu konularda karar almasını önlemektedir.80 Ancak belirtilen kapsamıyla dinsel
inanç ve düşünce (kanaat) açıklama özgürlüğü, yasa kaydı niteliğinde olmayan ve
hukuki meşruluğunu yalnızca Anayasa’dan alan sınırlamalara maruz kalabilir.
İHAS’da ise içsel din özgürlüğü (dini düşünce
ve vicdan özgürlüğü) mutlak koruma altındayken, din ve dünya görüşünün
açıklanmasına ilişkin müdahalelerde bir meşruluk nedeni öngörülmektedir (md. 9/2).
Buna göre devlet hiçbir şekilde kişinin ne düşünmesi ve neye inanması
gerektiğini dikte etmeyi81 ve örneğin dine dayalı eğitim programlarıyla din ve
dünya görüşünü değiştirmeye zorlamaz, hatta bunu deneyemez bile.
Dışsal din özgürlüğüne yapılan müdahalenin
haklı kılınması, temel hak ve özgürlüklerin genel rejimine tabidir. Buna göre,
a) Yasal bir temele dayanmalıdır,
b) Müdahale, (2. fıkradaki) sınırlı
sayıdaki meşru amaca hizmet etmelidir,
c) Müdahale, izlenen amaçla ölçülü
olmalıdır. Ölçülü bir sınırlama için ulaşılmak istenen kamusal amaçla
kullanılan araç arasında önemli tüm boyutları dikkate alan bir tartım
yapılmalıdır.82
Son zamanlarda sıklıkla verilen
mahkeme kararlarında, devletin dinsel tarafsızlığı adına negatif din
özgürlüğünün, üçüncü kişinin pozitif din özgürlüğüne karşı - uygun olmayan
taleplere karşı koruma hakkı bağlamında - vurgulanmasına yönelik bir eğilime
rastlanmaktadır; başörtüsü taşıyan öğretmen83 ya da dini simgelerin
kaçınılamayacak derecede sınıfta bulundurulması84 olaylarında olduğu gibi.
Okullardaki dine ilişkin çatışmalar,
mezhepsel özel okul kurmanın kolaylaştırılması ve bu sayede devletin belirli
okul sisteminden kaçma stratejisini engellememesinden kaynaklanmaktadır.
V. (Dinsel) Eğitim Özgürlüğü ve Laiklik
Laikleşme sürecini
taçlandıracak olan gelişme, devlet okullarının laikleştirilmesi olmuştur.
Okullar aracılığıyla laik devletin, ulusal bir kimlik yaratma hedefine daha
kolay ulaşacağı düşünülür. Bu cumhuriyet okulu varlığını koruyor mu? Kamuoyunda
4+4+4 olarak bilinen ve zorunlu eğitimi kademeli 12 yıla çıkaran 6287 sayılı
“İlköğretim ve Eğitim Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”, yaratıcı, adil ve esnek bir eğitim düzeninde, özgür, sorumluluk
anlayışı olan eleştirel bakış açısına sahip, toplumun içinde kendisini ortaya
koyacak özgür bireyi geliştirecek midir?
Bu sorulara yanıt
verebilmek için öncelikle söz konusu Kanun’un İmam hatip okullarının orta
kısmını tekrar açan ve “Kuran-ı Kerim”, “Temel Dini Bilgiler” ve “Hazreti
Muhammed’in Hayatı” adlı seçmeli din dersleri getiren hükümlerinin
değerlendirilmesi gerekmektir.85
Cumhuriyet hükümeti
tarafından 1924’de kapatılan medreselerin bir kısmı 1952’den sonra imam hatip
okulları (İHO) adı altında yeniden açıldı. Dini eğitime ilişkin bu
düzenlemeler, CHP’li Başbakan M. Ş. Günaltay zamanında tamamlandı. Bu yeni
medreselerin başlangıçtaki hedefi, din hizmetini yerine getirecek eğitimli imam
hatipler yetiştirmekti. 1997-1998 eğitim öğretim yılından itibaren imam hatip
okullarının kapalı olan ortaokul bölümlerinin de açılmasıyla bugün itibarıyla
karma (islami ve dünyevi) eğitim veren okul sayısı 1000’i aşmış bulunmakta.86
İmam Hatip
Liselerinin orta kısmının kapatılması, sayıları imam ve hatip ihtiyacına
yetecek ölçüye çekilmesi ve kızların kesinlikle buraya alınmaması87 gerekirken,
6287 sayılı Kanun sonrası tüm okulları imam hatipleştirme yolu açıldı.88 Şöyle
ki Kanun sonrasında bir öğrenciye dört tane seçmeli ders alma hakkı tanınarak,
bir öğrenciye haftada 8 saate kadar din temelli ders alma olanağı verilmekte,
böylece normal ortaokulda okuyan bir öğrencinin, İHO’da okuyan bir öğrenciden
daha fazla din temelli ders alabilmesi mümkün hale getirilmiştir.89
Göz önünde
bulundurulması gereken ikinci konu, Anayasa’nın 24/4. maddesinde düzenlenen
zorunlu “din kültürü” öğretimidir. Şu saptama önemlidir; “Kemalist değerler
adına yapılan bir darbe, 1982 Anayasasının 24. maddesine okulun bütün
seviyelerinde dinsel eğitim zorunluluğu getirmiştir. Böylece, dinsel referansın
sisteme yeniden dahil edilmesine ve Türk-İslam sentezinin gelişmesine imkan
vermiştir.”90 Gerçekten de yeni Anayasayı hazırlayan Danışma Meclisi Genel
Kurulu’nda anarşi ortamının sebebi, din ve ahlak eğitimi almamış gençlik olarak
gösterilmiş, Türk-İslam sentezi savunulmuştu.91
Uygulamada din
eğitimine ilişkin İHAM’ın 2007 tarihli “Zengin Kararı”ndaki saptamalar92,
Danıştay’ın arka arkaya verdiği iki kara rında93 tekrarlanmıştır. Buna göre,
uygulanmakta olan din kültürü dersleri, Sözleşmeyi ihlal ettiği gibi,
Anayasa’nın 24. maddesini de ihlal etmektedir.94 AB 2012 İlerleme Raporuna göre
de İHAM’ın zorunlu din dersleri konusundaki 2007 tarihli kararı halen
uygulanmaya konmamıştır.95
Üçüncü konu ise
Kuran kurslarıdır. Anayasa Mahkemesi, ilköğretimin beşinci sınıfını bitirenler
için, okulların tatil olduğu dönemde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca açılıp,
Milli Eğitim Bakanlığı’nın gözetim ve denetiminde yürütülecek yaz Kur’an
kurslarını, “küçüklerin zihinsel gelişim basamaklarına uygun olarak somut
kavramlar döneminden çıkarak soyut kavramları da anlama olgunluğuna eriştiği
düşünülen beşinci sınıfı bitirenler için, zorunlu temel eğitimlerini de
aksatmayacak” olduğu gerekçesiyle Anayasa’ya aykırı bulmamış96, ancak daha
sonra bu kararlarda belirtilen gerekçelere tamamen aykırı olarak 633 sayılı
Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’da değişiklik
öngören Kanun Hükmünde Kararname ile Kuran kurslarına yaş sınırlaması getiren
düzenleme yürürlükten kaldırılmıştır97.
Tüm bu tablo da
göstermektedir ki, soyut düşünme yeteneği henüz gelişmemiş yaştaki çocukların
insanın doğası ve yaşamın amacı hakkında dini bir kavrayışa yöneltilmesi98,
devletin aşılama yasağını ve laik öğretimi açıkça ihlal etmektedir.
Hatırlamak gerekir
ki, II. Abdülhamit zamanında Rüştiye ve İdadi gibi yüksek dereceli okul başta
olmak üzere, okulların müfredetı dünyevi konulardan oluşmaktaydı.99
Anayasal düzlemde
dinsel düşünce özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğünün forum internumuna
karışmıştır. Temel öğretimde okula değil de eve özgü bir dinsel istek,
Anayasa’nın 24/4 ile 42/3. maddeleri arasında bir çatışmaya neden olur.
Daha açık bir
ifadeyle küçüğün kanuni temsilcilerine tanınan talep hakkı ile eğitim ve
öğretimin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve esaslarına
göre yapılması gereği birbiriyle çatışır. Bu çatışmada aşılmaması gereken
çizgi, “inanç aşılama” ya da “daha dindar kılma” yoluna gidilememesidir.100
Örneğin Almanya’da
ebeveynin eğitim hakkıyla birlikte inanç özgürlüğüne dayanarak, çocuklarının
cinsel bilgiler dersine veya cinselliğin öğretildiği bir tiyatro projesine ya
da bir karnavala katılmamasına yönelik bir hak kabul edilmemektedir. Alman
Anayasa Mahkemesi’ne göre; inanç özgürlüğü, Anayasa’nın kendisinden kaynaklanan
sınırlamalara tabi kılınabilir.
Bu sınırlamalar
arasında devlete yüklenen eğitim görevi de vardır. Devlet, tarafsız olmak ve
tolerans göstermek kaydıyla velilerden bağımsız olarak eğitime yönelik amaçlar
izleyebilir. Örneğin beklenemez vicdan ve inanç çatışmaları yaşanmadığı ve
öğrencilerin aşılanması engellendiği sürece, müslüman bir aile içerisinde
Kuran’ın katı yorumu, yüzme dersinden muafiyet istemini haklı kılmamaktadır.10
Çoğunlukla din
özgürlüğünün sınırlandırılmasıyla korunan, çoğulcu bir toplumda sosyal ve
sorumlu vatandaşlar yetiştirme ve toplumsal bütünleşmeyi destekleyici, paralel
toplumlar oluşmasını engelleyici değerler, yine Anayasa düzleminde güvence
altına alınmıştır. Devlet, bireyi ve dini toplulukları, diğer inanç gruplarının
müdahalelerine karşı da korumalıdır.102
Sonuç olarak, devlet
ve din arasındaki ilişkiler bakımından sorun, toplumun dinin etkisinden
kurtarılması ve dinin bireyselleşmesi çerçevesinde çözümlenebilir.103
Cumhuriyetçi laik projenin ayrıcalıklı uygulamasını, çocuğu vatandaşlığa ve
ulusa dahil etme imkanı veren kamusal, laik (dinle ayrılmış) okul oluşturur.104
VI.
Kurumsal Yapı
http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2013-109-1331
Korkut KANADOĞLU, Prof.
Dr. , Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi.