- İslam'da mürit, şeyh, gavs, tekke ve dergah yoktur
- İlahiyatın
duayen hocalarından bildiri:
. "Tarikat ve cemaatlerin yüce
dinimizle ilgisi ve ilgisizliği iyi ve doğru anlaşılmadıkça, önümüz
açılmayacaktır" diyen Toprak Hattı
Grubu, "Kuran'da tarikat var mı?" sorusunu yanıtladı...
. 1996 yılında bir akademisyen topluluğunun
bireysel çabalarıyla yan yana gelerek başlattığı sohbet grubu olan "Toprak
Hattı", 27 yıldır aralıksız tartışıyor ve üretiyor...
. Bir çoğu artık emekli olan akademisyenler
arasında Prof. Yümni Sezen, Prof. Murat Daryal, Necabettin Ergenekon, Dilâver
Cebeci gibi tanınmış isimler bulunuyor.
. 2019 yılında hayatını kaybeden Prof. Dr.
Emin Işık da "Toprak Hattı" grubunda çalışma yürütenler
arasındaydı...
. Grup kendini "milli ama örgütsel
olmayan", bilgi ve tecrübe paylaşımı amacıyla yan yana gelen bir
topluluk olarak tanımlıyor.
. "Toprak
Hattı" ismi ise katılımcıların üniversitedeki görevleri nedeniyle
biriken haftalık ders "yorgunluğu"nu bu sohbetler yoluyla "elektrik
gibi toprağa vermelerinden" alıyor.
. Topluluk bu sohbetlerde olgunlaşan
düşüncelerini "Toprak Hattı Grubu" imzasıyla kamuoyuna duyurmaya
başladı.
Grubun gündeminde "Kuran'da tarikat var mı?" sorusu vardı...
Olgunlaşan
fikirlerini de yayımladıkları bir bildiriyle kamuoyuna duyurdu.
"Tarikat
ve cemaatlerin yüce dinimizle ilgisi ve ilgisizliği iyi ve doğru
anlaşılmadıkça, önümüz açılmayacaktır" diyen Toprak Hattı Grubu, din
anlayışındaki sapmalar üzerine ayrıntılı tahliller sunuyor ve ekliyor: "Aydınlık
yola girmedikçe yolumuz karanlık olur. Görev aydınlara düşmektedir..."
İşte
Toprak Hattı Grubu'nun "Kuran'da tarikat var mı?" sorusuna yanıt
olarak yayımladığı o bildiri:
Tarikat
ve cemaatlerin yüce dinimizle ilgisi ve ilgisizliği iyi ve doğru
anlaşılmadıkça, önümüz açılmayacaktır.
Meselenin
anlaşılması için önce kavramların doğru kullanılması gerekmektedir. İslam’da
mürit kavramı kullanılmaz. Mü’min (iman eden), Müslüman (İslam dininin
şartlarını yerine getiren) kavramları vardır.
Mürid
Arapça bir kelime olmasına rağmen, İslam’ın temel inanç sisteminde kullanılmamıştır.
İrade
eden, emreden, buyuran anlamına geldiği gibi buna zıt olarak emre itaat eden,
emredene bağlanan anlamlarına da gelmektedir.
Bu
da tek bir kişiye bağlanma, bilgiyi, terbiyeyi, ahlakı sadece ondan alma
şeklinde olamaz.
Genel
eğitim-öğretim şeklinde de İslami eğitim-öğretim şeklinde de böyle bir şey
yoktur.
İslam’da
“idol” kavramı yoktur, örnek kavramı vardır.
Daha
çok sevmek, tercih etmek mümkündür ama bir tek kişiye bağlılık yoktur.
Bunu
kurumlaştırmak, İslam’ın gerçek eğitim-öğretim yolunu tıkamaktır.
İslam’da
ilim ve bilim vardır.
Âlimler
Peygamberlerin varisleridir.
“Peygamberler
altın ve gümüş miras bırakmazlar. Sadece ilim miras bırakırlar” (Ebu Davud,
İlim-1; Tirmizi, İlim-19).
İslam’da
ermiş anlamında veli, kutup, kutupların kutbu, gavs, özel ve tahsis edici
anlamında mürşit, şeyh yoktur.
Tekke,
dergâh, zaviye yoktur.
Dershane
(okul, medrese vb.), mescid ve cami vardır.
Yani
eğitim-öğretim kurumları vardır.
Derinleşmek
için, anlamadığını bilenlere sormak üzere Kur’an, yani Allah kelamı mevcuttur
ve yeterlidir.
Kişinin
kendi içinde bunu derinleştirme kabiliyetini ona vermiştir.
Bir
başkasının bu vecd halini bir başkasından inşa etmesi mümkün değildir.
Bir
başkasına bilgi ve tecrübe bakımından ihtiyaç olabilir, lakin vecd için değildir.
Özellikle
bunu kurumlaştırmak, İslam’ın ruhuna aykırı olup, bir ikinci din ve sistem
oluşturmak demek olur.
VELİ KAVRAMI YANLIŞ
ANLAŞILIYOR
Bizi
yanıltan hususlardan biri veli kavramını doğru değerlendirememektir.
Kur’an’da
geçen “veli” kelimesi ve “Allah’ın veli kulları” kavramı yanlış anlaşılmıştır.
Dost
kelimesini kullanarak ilgili ayetlerin tamamına anlam vermek isabetli değildir.
Dost
kelimesinin uygun düştüğü ayetler vardır.
Fakat
veli kelimesinin anlamına uygun düşen “yakınlık”tır.
“Allah
inananların velisidir” demek (Bakara-257) Allah inananların yakınıdır demektir.
Allah’a
inananların, kendisini Allah’a yakın hissedenlerin koruyucusu, himaye edicisi
anlamını vermektedir.
Çünkü
veli, ilk planda sahip, himaye eden, yönetimi altına alan, bir kimseden sorumlu
olan (öğrenci velisi gibi), yöneticisi (aynı kökten vali gibi), devlet
(velayet-i amme: cumhurun koruyuculuğu) anlamlarına gelmektedir.
İlgili
ayetlere bakalım: “Şunu bilin ki, Allah’ın evliyası olan kullar/Allah’a yakın
olan kullar için öteki dünyada ne azap korkusu olacak ne de dünyada bırakıp
gittiklerinden dolayı üzülecekler”(Yunus-62).
“Allah’ın
dışında insan için bir veli/ yakın yoktur”(Kehf-26).
“Evliya”
kelimesine gelince: Kehf Suresi 102. Ayette şöyle buyrulur:
-
“Bu inkârcılar benden başka evliya/düzmece ilah mı ediniyorlar? Şunu bilin ki,
böyle inkârcılar için cehennemi uğrak yeri olarak hazırladık.”
Şura
suresinin 6. Ayetinde de şöyle buyrulmaktadır:
-
“Ey Peygamber! Allah’tan başka evliya/düzmece ilah edinenleri Allah
gözetmektedir. Dolayısıyla sen onlardan hiçbir şekilde sorumlu değilsin.”
Şunu
ifade edelim ki, Allah’ın belirlediği yasaya göre öteki dünyadaki yerin tespiti
şöyledir:
-
“O gün her kim Rabbine inanmış, dürüst ve erdemli davranış sergileyerek gelirse
ona en yüce derece ve makamlar verilecektir”(Taha-75).
Ayette
belirtilen özelliklerde olan insanların bir şeyhe, veliye ihtiyacı olur mu?
Bu
dereceye ulaşmak için başka bir şeyhe, veliye gerek var mıdır? düşünmek
gerekir.
Yani
bugün yaygınlaşmış halde bulunan veli, evliya kavramlarının Kur’an ile hiçbir
ilgisi yoktur.
"ALLAH'IN TORPİLLİ
BİR KULU OLMAZ"
"Bunu
biraz daha açmakta yarar vardır.
Sufiler
dost kelimesini çok sevmişler, hakiki sevgili, Allah anlamında kullanmışlardır.
Ayetlerdeki
veli kelimesini bu açıdan değerlendirmişlerdir.
Sevmenin
daha ileri bir tutku haline gelmesi demek olan aşk olunca, buradaki dost
kelimesindeki ısrarı anlamak kolaylaşacaktır.
Oysa
iman etme, sevgi, takva kavramlarını kullanan İslam’da bunların yerine geçecek
aşk kelimesi yoktur.
Sufiler
Allah aşkından bahsederken burada kalmayıp, Allah’ın bize âşık olduğundan da
söz ederler.
-
Allah bana âşık olmuştur demek, aşk gereği hemdem başkasını kabul etmemesi,
gözü benden başkasını görmemesi demek olur ki, bu kendini bilmemektir.
Bir
bakıma sapkınlıktır.
Eğer
burada tek tek şahıslar değil de insanlar kastediliyorsa, İslam’ın hiçbir
yerinde Allah’ın kendi yarattığı insana âşık olması diye bir yaklaşım, bir
bilgi, yoruma açık bir belirti yoktur.
Allah’ın
torpilli bir kulu olmaz.
Bunun
en güzel örneğini de Zümer Suresi’nin 65. Ayeti’nde görüyoruz.
Zira
bu ayette şöyle buyrulmaktadır:
-
“Ey Peygamber! Sana da senden önceki gelmiş geçmiş bütün peygamberlere de şu
emrimiz vahyolunmuştur: Eğer herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşarsan,
kesinlikle iyilik namına yaptığın her şey boşa gider ve kaybedenlerden
olursun.”
Yani
Allah’ın nezdinde peygamberler de dâhil olmak üzere hepsi eşittir.
Allah
peygamber dışında hiçbir insana olağanüstü bir güç vermemiştir.
"İNANCI MELANKOLİYE
ÇEVİRMENİN ANLAMI YOK"
İslam,
bizi gerçekçilikten ideale yükseltmesi, olandan olması gerekene yönlendirmesi,
terbiye etmesi yönüyle önem arz eder.
Bunun
dışında ilim, aşk diyerek tutup inancı melankoliye çevirmenin anlamı yoktur.
Yani
insanın kendisine doğaüstü güçler vehmedip insanları aldatmak İslam’ın kabul
edebileceği bir şey değildir.
Allah’ı
sevmek imanla ilgili bir kavramdır.
Sevdiğine
inanılır, inanılan, güvenilen sevilir.
Bundan
ötesi, vecd, istiğrak vb. demek şuur kaybıdır.
Kendini
bilmezlik, ne dediğini bilmemektir ki İslam bunu istemiyor.
Sufi
yorumcuların ve savunucuların sıkışınca sığındıkları bir iddia var:
-
“Siz bunları anlayamıyorsunuz. Ruhları olgunlaşmamış olanlar bunları
anlayamaz.”
Aşk
kavramı sanatta, edebiyatta kullanılır ve insan güzeli güzelliği ifade eder.
Zaten
sanatta abartma vardır.
Dinde
estetik, sanat, güzel duygu terennümleri elbette bulunur.
Fakat
gerçeklerin abartıya veya mecaza mağlup ve mahkûm olması söz konusu
olmamalıdır. İlim adamlarının müşterek kanaatlerine katılarak diyoruz ki:
Kavramlar
ve kastedilenler doğru anlaşılır, yerlerine isabetli hususlar konulursa dinin
doğru dürüst anlaşılması kolaylaşır.
Veli
kavramında kastedilenlerin insana ait koruma, korunma anlamının ötesinde, Allah
olduğu bilinirse; şeyh, tarikat, tekke gibi diğer kavramların ne olup ne
olmadığı bilinmiş olur.
Peygamber
haber veren nebi olarak yeterlidir.
O’nun
öğretisinde ve örnekliğinde yol (din) üzerinde ahlaklı kişi örnekleri ilim
adamları terbiyeciler olabilir. Fakat bunlar peygamberin paralelinde değil
izindedirler.
Peygamber
vahyi getirmiş, özgür irademize teklif ve tavsiyede bulunmuş, doğru yolu
seçmemizi istemiştir. Peygamber gaybı bilmez.
“Allah’tan
başka hiç kimse gaybı bilemez”(Neml-65; En’am-50; Araf-188).
"GAYBI BİLME
İDDİASI DİNDE TAHRİFATTIR”
Bir
kimse gizli bilgileri bildiğini iddia ediyorsa, olacakları söylemeye kalkıyorsa
hemen gayb ayetlerini göz önünde bulundurmalıdır.
Gaybın
bilinmeyeceği ile ilgili ayetlerin anlamını saptırarak "Allah
bildirmedikçe bilinmez, bildirdikleri kimseler bilir” gibi keyfi yorumlar
yapmak isteyenler olmuştur.
Ancak
bunların Kur’an bakımından hiçbir geçerliliği yoktur.
Vahiyler
bile gayb âleminden bir parçadır.
Peygamberlere
bildirilen bir kısımdır.
Onlar
bunun dışındakileri bilmezler.
Yorum
zorlamaları ve saptırmaları ile veli, ermiş, kutup, şeyh gibi uyduruk unvan
sahiplerinin gaybı bilebileceklerini, olacakları haber vermelerini ve olayların
seyrini değiştirebileceklerinin iddia edilmesi muazzez İslam dinini tahriften
başka bir anlama gelmez.
Aydınlık
yola girmedikçe yolumuz karanlık olur.
Görev
aydınlara düşmektedir.
Unutmamalı
ki bir meseleye aydın, bilgiyle ve samimiyetle sahip çıkmadıkça o işten hayır
gelmez.
…12 Şubat 2024
https://www.odatv4.com/guncel/ilahiyatin-duayen-hocalarindan-bildiri-islamda-murit-seyh-gavs-tekke-ve-dergah-yoktur-120027516