. YARGININ SİYASALLAŞMASI:
Modern insan hakları
doktrininin temelinde "hukuk devleti" anlayışı yer almaktadır.
Hukuk
devletinin en önemli unsurlarından biri de, kuvvetler ayrılığının bir uzantısı
olarak, bağımsız ve tarafsız yargıdır.
Kuvvetler ayrılığı ilkesinin dönüşüme uğramasıyla birlikte
yasama ile yürütme erkleri arasındaki ayrım belirsiz bir hale gelmiştir.
Yasama
erkinin, seçim sistemlerinin de etkisiyle, yürütme erki içinde erimesi yargı
erkinin iktidarın sınırlandırılmasındaki rolünü ve önemini arttırmıştır.
Bu
durum aynı zamanda yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı üzerindeki siyasal baskıyı
da arttırmaktadır.
Bu baskının çeşitli boyutları olmakla beraber yasama organındaki
hâkimiyeti ve yargı organları üzerindeki yetkileri düşünüldüğünde en büyük
baskı yürütme erkinden gelmektedir.
Yargı
erki üzerindeki bu baskılar meşruiyetini siyasi iktidarı insan hakları lehine
sınırlandırmaktan alan hukuk devleti anlayışını tehdit etmektedir.
Yargının siyasallaşmasının tek nedeni yargı erki üzerinde
yürütme erkinin sahip olduğu yetkiler değildir elbette.
Siyasallaşma
kimi zaman da doğrudan yargı erkinin kendisinden kaynaklanmaktadır.
Bu
nedenle yargının siyasallaşmasının çok boyutlu bir olgu olduğunu söylemek
gerekir.
Modern siyasi
iktidarın gelişim safhasında ulusal egemenlik ilkesi kabul edilmiş ve siyasi
iktidarın kaynağına ulus yerleştirilmiştir.
Siyasi
iktidarın kaynağı değiştikten sonra sıra onun niteliklerini değiştirmeye
gelmiştir.
Mutlak ve sınırlandırılamaz olarak kabul edilen egemenlik,
kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti gibi temelinde modern düşüncenin olduğu
doktrinler tarafından önce bölünmüş daha sonra da belirli sınırlar içerisinde
hareket etmeye zorlanmıştır.
Bu
sınırlar günümüzde insan hakları olarak adlandırılmakta ve iktidarı
sınırlandırmanın tarihsel somut belgeleri olan anayasalar tarafından güvence
altına alınmaktadır.
Siyasi iktidarın, daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse
siyasi iktidarı kullanma yetkisinin yasama, yürütme ve yargı erkleri arasında
paylaştırıldığı yeni yönetim anlayışında tüm erkler anayasadan aldıkları
yetkileri yine anayasada belirtilen sınırlar içerisinde kullanabilir.
İşte
tam burada yargı erkinin önemi ortaya çıkmaktadır.
Yargı erki, yasama
veya yürütme erkleri kendilerine çizilen sınırların dışına çıktıklarında ona
dur diyecek bir erk olarak tasarlanmıştır.
Yargı
erki bu konumu nedeniyle günümüzde, yoğunluğu ülkeden ülkeye değişmekle
birlikte, zaman zaman siyasal erkler olan yasama ve yürütme erklerinin hedefi
olmaktadır.
Günümüz
demokrasilerinin çoğunda, çeşitli seçim sistemlerinin de etkisiyle, bu iki erk
birleşme eğilimi göstermektedir.
Yasama ve yürütme erkleri arasındaki çizgilerin belirsizleştiği
ya da tamamen silindiği bu tablo hukuk devleti ilkesinin tam olarak yerleşmediği
ülkelerde yargının siyasallaşması tehlikesinin de en önemli nedenidir.
Yargının
siyasallaşmasının tek nedeni yargı erki üzerinde yürütme erkinin sahip olduğu
yetkiler değildir elbette.
Siyasallaşma
kimi zaman da doğrudan yargı erkinin kendisinden kaynaklanmaktadır.
Bu
nedenle yargının siyasallaşmasının çok boyutlu bir olgu olduğunu söylemek
gerekir.
Yargının siyasallaşması
olgusu diyalektik bir şekilde yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını
sağlamaya yönelik çalışmaların da hız kazanması sonucunu doğurmuştur.
Yargının
siyasallaşması bu açıdan bakıldığında kendi içinde sorunlu bir kavramsallaştırma
olarak görülebilir.
Bağımsız ve tarafsız yargı idealini gerçekleştirmek aynı zamanda
bir “siyasal kültür” sorunudur
Bir
ülkede yargının siyasallaşması tartışmasının yapılabilmesi için o ülkede
öncelikle hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı ve yargının bağımsızlığı gibi
günümüz demokrasilerinin temel ilkelerinin kabul edilmiş olması gerekir.
Kutuplaşmış ve toplumsal barışını tam olarak gerçekleştirememiş
ülkelerde yargıyı siyasal baskılardan korumak çok daha zor hale gelmektedir.
Demokrasinin
seçimlerden ibaret görüldüğü ve çoğunluk iradesinin sınırlandırılmasının “milli
irade” karşıtlığı üzerinden okunduğu bir siyasi anlayışı “demokratik” olarak
nitelendirmek demokrasinin içini boşaltmakla eş anlamlıdır.
Hukuk
devleti anlayışı siyasal iktidarın kişi hak ve özgürlükleri lehine
sınırlandırılması esası üzerine kurulmuştur.
Demokrasi her şeyden önce bir kültür sorunudur.
Bu
kültürün kurumsallaşmadığı ülkelerde yapılan çok sayıda anayasal ve yasal
düzenlemeye rağmen demokratik yönetim bir türlü inşa edilememektedir.
Demokrasiye
ve hukuk devletine duyulan inancın zayıf olduğu ülkelerde ise devletin ya da
siyasal iktidarın bizzat kendisi amaç haline gelmektedir.
Amaç demokrasiyi tahkim ederek "hak ve özgürlükler rejimini
güçlendirmek olmayınca" halk adına kullanılan iktidarın farklı görünümleri
olan "yasama, yürütme ve yargı" erkleri de bir bütün olarak "bu
amaca" hizmet eder hale gelmektedir.
Bu
ülkelerde özellikle yargı erki iktidarın sınırlandırılmasındaki rolü nedeniyle
hemen her zaman siyasi müdahalelere maruz kalmakta ve siyasal iktidarlara
“bağımlı” duruma getirilmektedir.
Yargı erkinin
bağımsızlığı hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığının yanı sıra demokrasi ve
insan hakları için de vazgeçilmez bir unsurdur.
Kuvvetler
ayrılığının kabul edilmesi bağımsızlık için gerekli olmakla birlikte yeterli
bir şart değildir.
Yargı
erkinin bağımsızlığı da işte bu hedefi gerçekleştirmeye yönelik çabanın devamı
niteliğindeki bir ilkedir.
Bu
ilke hâkimlerin karar verirken hiçbir mercinin etki ve baskısına maruz kalmadan
özgür bir şekilde karar vermelerini sağlamak için getirilmiştir.
Öncelikli
olarak hâkimlerin yasama ve yürütme organlarına karşı bağımsız olmasını
gerektirir.
Yargının bağımsız olması gerektiği fikri, hukuk devleti ilkesine
benzer bir şekilde, yönetim anlayışı ne olursa olsun hemen bütün ülkelerde söz
ve ilke düzeyinde yaygın bir şekilde kabul görmektedir.
Yargı
bağımsızlığı kavramı kullanılırken bununla bir bütün olarak yargı kurumunun
bağımsızlığının yanında mahkemelerin ve hâkimlerin bağımsızlığı da
kastedilmektedir.
Özellikle
hâkimlerin bağımsızlığını yargının kurumsal bağımsızlığının yanında yargı içi
bağımsızlıkla beraber ele almak gerekmektedir.
Kurumsal
bağımsızlıktan kasıt yargının üç erkten biri olarak diğer iki erk olan yasama
ve yürütme erklerine karşı olan bağımsızlığının yanı sıra siyasal partilere,
medyaya, baskı gruplarına vb. karşı olan bağımsızlığıdır.
Yargının
bağımsızlığı yargı kurumuna ve yargılama yetkisini kullanan hâkimlere tanınmış
bir ayrıcalık değildir.
Her
şeyden önce bu müessese bireylere ve topluluklara tanınan hak ve özgürlüklere
güvence sağlamak ve kamunun barış ve huzurunu sağlamak için vardır.
Hâkimler
kararlarını verirken özerk bir şekilde hareket etmekle birlikte yasama
organının çıkardığı yasalara uymak zorundadır.
Anayasada hâkimlerin sadece kanuna değil “hukuka” bağlı olacak
şekilde karar vermesi gereği ifade edilmektedir.
Yargının
bağımsızlığını sağlamaktaki asıl amaç yargının tarafsızlığını
gerçekleştirmektir.
Yargının
bir demokraside gerçek rolünü oynayabilmesi onun tarafsız olmasına bağlıdır.
Yargının
tarafsızlığı yargı kurumu için o kadar önemlidir ki bir özellik olmaktan öte
yargının özü olarak da kabul edilebilir.
Tarafsızlık,
bağımsızlığın aksine, daha çok hâkimin kişisel tutumu ve düşünceleriyle
ilişkili bir kavramdır ve hâkim yargı kurumunun bağımsız olarak dizayn
edilmediği bir sistemde de tarafsız bir şekilde muhakeme yaparak kararlar
verebilir.
Yargı
erki için bağımsızlığın pratik değerinin tarafsızlık olarak karşımıza çıktığını
söylemek yanlış olmayacaktır.
Bağımsızlığın
tüm unsurlarıyla garanti altına alındığı bir yargı düzeninde hâkimin
tarafsızlığını sağlamak çok daha kolay ve olasıdır.
Bu
doğrultuda bağımsızlığı önemsizleştiren yaklaşımlara ihtiyatla yaklaşmak gerekmektedir.
Tarafsızlık
kısaca “bir yargılama esnasında hâkimin davanın taraflarına eşit mesafede
olması, taraflardan gelecek bir etkiye karşı kapalı olması ve ön yargılı
hareket etmemesi olarak” tanımlanabilir.
Hâkimin
kendi kişisel kanaatlerini ve ideolojik kabullerini de bir tarafa bırakması
gerekir.
Hâkimin
kimi niteliklere sahip olması gerekmektedir.
Ancak
yargı kurumuna personel temin edilirken liyakat değil de kimi irrasyonel
hususlar ve siyasal/ideolojik mülahazalar söz konusu olursa bu şekilde mesleğe
kabul edilen hâkimlerden tarafsız olmalarını beklemek çok olası değildir.
Bundan
dolayı yargı erkinin teşekkülü, personel ve özlük işleri üzerindeki yürütmenin
sahip olduğu yetkiler tarafsız bir yargı ideali için büyük tehdit
oluşturmaktadır.
Bağımsızlık
ve tarafsızlık "hukuk devleti"nin diğer bir gereği olan "adil
yargılanma hakkı"nın bir parçası olarak düzenlenmiştir.
- “Herkesin, hak ve
yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine bir suç yüklenirken, tam bir şekilde
davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak
görülmesini istemeye hakkı vardır.”
Birleşmiş
Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin ilgili 14.
maddesi şu şekildedir:
-“…Herkes mahkemeler ve yargı yerleri önünde eşittir. Herkes, hakkındaki
bir suç isnadının veya hak ve yükümlülükleri ile ilgili bir hukuki uyuşmazlığın
karara bağlanmasında, hukuken kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir yargı
yeri tarafından adil ve aleni olarak yargılanma hakkına sahiptir"…
Avrupa
Yargıçları Danışma Konseyi’nin 2002’ de hazırladığı "3 sayılı Görüş"ünün
de temel kaynaklarından biri olarak kabul edilmiştir:
- “Hâkim, doğrudan ya da dolayısıyla herhangi bir sebeple ya da
herhangi bir yerden gelen müdahale, tehdit, baskı, teşvik ve tüm harici etkilerden
uzak, hâkimin olayları değerlendirmesi temelinde, vicdani hukuk anlayışı ile
uyum içerisinde bağımsız olarak yargısal işlevini yerine getirmelidir.”
- “Hâkim,
genelde toplumdan, özelde ise karar vermek zorunda olduğu ihtilafın
taraflarından bağımsızdır.”
- “Hâkim, yasama ve yürütme organlarının etkisi ve bu organlarla
uygun olmayan ilişkilerden fiilen uzak olmakla kalmayıp, aynı zaman da öyle
görünmelidir de.”
-
“Hâkim, yargı bağımsızlığını sürdürmede esas olan yargıya yönelik kamusal
güveni güçlendirmek amacıyla, yargı etiği ile ilgili yüksek standartlar
sergilemeli ve bunları ilerletmelidir.”
- “Tarafsızlık, yargı görevinin tam ve doğru bir şekilde yerine
getirilmesinin esasıdır. Bu prensip, sadece bizatihi karar için değil aynı zamanda
kararın oluşturulduğu süreç açısından da geçerlidir.”
-
“Hâkim, yargısal görevlerini tarafsız, önyargısız ve iltimassız olarak yerine
getirmelidir.”
- “Hâkim, mahkemede ve mahkeme dışında, yargı ve yargıç
tarafsızlığı açısından kamuoyu, hukuk mesleği ve dava taraflarının güvenini
sağlayacak ve artıracak davranışlar içerisinde olmalıdır.”
. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil
yargılanma hakkı başlığını taşıyan 6. maddesi ise şu şekildedir:
- “Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar,
gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar, konusunda karar verecek
olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının
makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek
hakkına sahiptir...”
. SONUÇ
Siyasi
iktidarın tek bir kişide veya tek bir organda temerküz etmesinin önüne geçmek
için geliştirilen kuvvetler ayrılığı doktrini ve bu doktrini kendisine
eklemleyen hukuk devleti ilkesi yargı erkine önemli bir rol vermiştir.
Yargı
erki siyasal organlar olan yasama ve yürütmenin aksine siyaset dışı ya da
siyaset üstü bir konuma yükseltilmiş ve hukukun güvencesi olma işleviyle
donatılmıştır.
Yargı
erkinin üzerine düşen bu sorumluluğu ne kadar başarıyla yerine getirdiği
tartışmalı olsa bile yargı erki günümüz demokrasileri için hala anahtar bir rol
üstlenmektedir.
**********************************************************************************
KAYNAK
Alıntı:
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3011918