18 Haziran 2024 Salı

YARGININ SİYASALLAŞMASI

 .  YARGININ SİYASALLAŞMASI:

Modern insan hakları doktrininin temelinde "hukuk devleti" anlayışı yer almaktadır.

Hukuk devletinin en önemli unsurlarından biri de, kuvvetler ayrılığının bir uzantısı olarak, bağımsız ve tarafsız yargıdır.

Kuvvetler ayrılığı ilkesinin dönüşüme uğramasıyla birlikte yasama ile yürütme erkleri arasındaki ayrım belirsiz bir hale gelmiştir.

Yasama erkinin, seçim sistemlerinin de etkisiyle, yürütme erki içinde erimesi yargı erkinin iktidarın sınırlandırılmasındaki rolünü ve önemini arttırmıştır.

Bu durum aynı zamanda yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı üzerindeki siyasal baskıyı da arttırmaktadır.

Bu baskının çeşitli boyutları olmakla beraber yasama organındaki hâkimiyeti ve yargı organları üzerindeki yetkileri düşünüldüğünde en büyük baskı yürütme erkinden gelmektedir.

Yargı erki üzerindeki bu baskılar meşruiyetini siyasi iktidarı insan hakları lehine sınırlandırmaktan alan hukuk devleti anlayışını tehdit etmektedir.

Yargının siyasallaşmasının tek nedeni yargı erki üzerinde yürütme erkinin sahip olduğu yetkiler değildir elbette.

Siyasallaşma kimi zaman da doğrudan yargı erkinin kendisinden kaynaklanmaktadır.

Bu nedenle yargının siyasallaşmasının çok boyutlu bir olgu olduğunu söylemek gerekir.

Modern siyasi iktidarın gelişim safhasında ulusal egemenlik ilkesi kabul edilmiş ve siyasi iktidarın kaynağına ulus yerleştirilmiştir.

Siyasi iktidarın kaynağı değiştikten sonra sıra onun niteliklerini değiştirmeye gelmiştir.

Mutlak ve sınırlandırılamaz olarak kabul edilen egemenlik, kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti gibi temelinde modern düşüncenin olduğu doktrinler tarafından önce bölünmüş daha sonra da belirli sınırlar içerisinde hareket etmeye zorlanmıştır.

Bu sınırlar günümüzde insan hakları olarak adlandırılmakta ve iktidarı sınırlandırmanın tarihsel somut belgeleri olan anayasalar tarafından güvence altına alınmaktadır.

Siyasi iktidarın, daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse siyasi iktidarı kullanma yetkisinin yasama, yürütme ve yargı erkleri arasında paylaştırıldığı yeni yönetim anlayışında tüm erkler anayasadan aldıkları yetkileri yine anayasada belirtilen sınırlar içerisinde kullanabilir.

İşte tam burada yargı erkinin önemi ortaya çıkmaktadır.

Yargı erki, yasama veya yürütme erkleri kendilerine çizilen sınırların dışına çıktıklarında ona dur diyecek bir erk olarak tasarlanmıştır.

Yargı erki bu konumu nedeniyle günümüzde, yoğunluğu ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, zaman zaman siyasal erkler olan yasama ve yürütme erklerinin hedefi olmaktadır.

Günümüz demokrasilerinin çoğunda, çeşitli seçim sistemlerinin de etkisiyle, bu iki erk birleşme eğilimi göstermektedir.

Yasama ve yürütme erkleri arasındaki çizgilerin belirsizleştiği ya da tamamen silindiği bu tablo hukuk devleti ilkesinin tam olarak yerleşmediği ülkelerde yargının siyasallaşması tehlikesinin de en önemli nedenidir.

Yargının siyasallaşmasının tek nedeni yargı erki üzerinde yürütme erkinin sahip olduğu yetkiler değildir elbette.

Siyasallaşma kimi zaman da doğrudan yargı erkinin kendisinden kaynaklanmaktadır.

Bu nedenle yargının siyasallaşmasının çok boyutlu bir olgu olduğunu söylemek gerekir.

Yargının siyasallaşması olgusu diyalektik bir şekilde yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlamaya yönelik çalışmaların da hız kazanması sonucunu doğurmuştur.

Yargının siyasallaşması bu açıdan bakıldığında kendi içinde sorunlu bir kavramsallaştırma olarak görülebilir.

Bağımsız ve tarafsız yargı idealini gerçekleştirmek aynı zamanda bir “siyasal kültür” sorunudur

Bir ülkede yargının siyasallaşması tartışmasının yapılabilmesi için o ülkede öncelikle hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı ve yargının bağımsızlığı gibi günümüz demokrasilerinin temel ilkelerinin kabul edilmiş olması gerekir.

Kutuplaşmış ve toplumsal barışını tam olarak gerçekleştirememiş ülkelerde yargıyı siyasal baskılardan korumak çok daha zor hale gelmektedir.

Demokrasinin seçimlerden ibaret görüldüğü ve çoğunluk iradesinin sınırlandırılmasının “milli irade” karşıtlığı üzerinden okunduğu bir siyasi anlayışı “demokratik” olarak nitelendirmek demokrasinin içini boşaltmakla eş anlamlıdır.

Hukuk devleti anlayışı siyasal iktidarın kişi hak ve özgürlükleri lehine sınırlandırılması esası üzerine kurulmuştur.

Demokrasi her şeyden önce bir kültür sorunudur.

Bu kültürün kurumsallaşmadığı ülkelerde yapılan çok sayıda anayasal ve yasal düzenlemeye rağmen demokratik yönetim bir türlü inşa edilememektedir.

Demokrasiye ve hukuk devletine duyulan inancın zayıf olduğu ülkelerde ise devletin ya da siyasal iktidarın bizzat kendisi amaç haline gelmektedir.

Amaç demokrasiyi tahkim ederek "hak ve özgürlükler rejimini güçlendirmek olmayınca" halk adına kullanılan iktidarın farklı görünümleri olan "yasama, yürütme ve yargı" erkleri de bir bütün olarak "bu amaca" hizmet eder hale gelmektedir.

Bu ülkelerde özellikle yargı erki iktidarın sınırlandırılmasındaki rolü nedeniyle hemen her zaman siyasi müdahalelere maruz kalmakta ve siyasal iktidarlara “bağımlı” duruma getirilmektedir.

Yargı erkinin bağımsızlığı hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığının yanı sıra demokrasi ve insan hakları için de vazgeçilmez bir unsurdur.

Kuvvetler ayrılığının kabul edilmesi bağımsızlık için gerekli olmakla birlikte yeterli bir şart değildir.

Yargı erkinin bağımsızlığı da işte bu hedefi gerçekleştirmeye yönelik çabanın devamı niteliğindeki bir ilkedir.

Bu ilke hâkimlerin karar verirken hiçbir mercinin etki ve baskısına maruz kalmadan özgür bir şekilde karar vermelerini sağlamak için getirilmiştir.

Öncelikli olarak hâkimlerin yasama ve yürütme organlarına karşı bağımsız olmasını gerektirir.

Yargının bağımsız olması gerektiği fikri, hukuk devleti ilkesine benzer bir şekilde, yönetim anlayışı ne olursa olsun hemen bütün ülkelerde söz ve ilke düzeyinde yaygın bir şekilde kabul görmektedir.

Yargı bağımsızlığı kavramı kullanılırken bununla bir bütün olarak yargı kurumunun bağımsızlığının yanında mahkemelerin ve hâkimlerin bağımsızlığı da kastedilmektedir.

Özellikle hâkimlerin bağımsızlığını yargının kurumsal bağımsızlığının yanında yargı içi bağımsızlıkla beraber ele almak gerekmektedir.

Kurumsal bağımsızlıktan kasıt yargının üç erkten biri olarak diğer iki erk olan yasama ve yürütme erklerine karşı olan bağımsızlığının yanı sıra siyasal partilere, medyaya, baskı gruplarına vb. karşı olan bağımsızlığıdır.

Yargının bağımsızlığı yargı kurumuna ve yargılama yetkisini kullanan hâkimlere tanınmış bir ayrıcalık değildir.

Her şeyden önce bu müessese bireylere ve topluluklara tanınan hak ve özgürlüklere güvence sağlamak ve kamunun barış ve huzurunu sağlamak için vardır.

Hâkimler kararlarını verirken özerk bir şekilde hareket etmekle birlikte yasama organının çıkardığı yasalara uymak zorundadır.

Anayasada hâkimlerin sadece kanuna değil “hukuka” bağlı olacak şekilde karar vermesi gereği ifade edilmektedir.

Yargının bağımsızlığını sağlamaktaki asıl amaç yargının tarafsızlığını gerçekleştirmektir.

Yargının bir demokraside gerçek rolünü oynayabilmesi onun tarafsız olmasına bağlıdır.

Yargının tarafsızlığı yargı kurumu için o kadar önemlidir ki bir özellik olmaktan öte yargının özü olarak da kabul edilebilir.

Tarafsızlık, bağımsızlığın aksine, daha çok hâkimin kişisel tutumu ve düşünceleriyle ilişkili bir kavramdır ve hâkim yargı kurumunun bağımsız olarak dizayn edilmediği bir sistemde de tarafsız bir şekilde muhakeme yaparak kararlar verebilir.

Yargı erki için bağımsızlığın pratik değerinin tarafsızlık olarak karşımıza çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Bağımsızlığın tüm unsurlarıyla garanti altına alındığı bir yargı düzeninde hâkimin tarafsızlığını sağlamak çok daha kolay ve olasıdır.

Bu doğrultuda bağımsızlığı önemsizleştiren yaklaşımlara ihtiyatla yaklaşmak gerekmektedir.

Tarafsızlık kısaca “bir yargılama esnasında hâkimin davanın taraflarına eşit mesafede olması, taraflardan gelecek bir etkiye karşı kapalı olması ve ön yargılı hareket etmemesi olarak” tanımlanabilir.

Hâkimin kendi kişisel kanaatlerini ve ideolojik kabullerini de bir tarafa bırakması gerekir.

Hâkimin kimi niteliklere sahip olması gerekmektedir.

Ancak yargı kurumuna personel temin edilirken liyakat değil de kimi irrasyonel hususlar ve siyasal/ideolojik mülahazalar söz konusu olursa bu şekilde mesleğe kabul edilen hâkimlerden tarafsız olmalarını beklemek çok olası değildir.

Bundan dolayı yargı erkinin teşekkülü, personel ve özlük işleri üzerindeki yürütmenin sahip olduğu yetkiler tarafsız bir yargı ideali için büyük tehdit oluşturmaktadır.

Bağımsızlık ve tarafsızlık "hukuk devleti"nin diğer bir gereği olan "adil yargılanma hakkı"nın bir parçası olarak düzenlenmiştir.

- “Herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine bir suç yüklenirken, tam bir şekilde davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak görülmesini istemeye hakkı vardır.”

Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin ilgili 14. maddesi şu şekildedir:

-“…Herkes mahkemeler ve yargı yerleri önünde eşittir. Herkes, hakkındaki bir suç isnadının veya hak ve yükümlülükleri ile ilgili bir hukuki uyuşmazlığın karara bağlanmasında, hukuken kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve aleni olarak yargılanma hakkına sahiptir"…

Avrupa Yargıçları Danışma Konseyi’nin 2002’ de hazırladığı "3 sayılı Görüş"ünün de temel kaynaklarından biri olarak kabul edilmiştir:

- “Hâkim, doğrudan ya da dolayısıyla herhangi bir sebeple ya da herhangi bir yerden gelen müdahale, tehdit, baskı, teşvik ve tüm harici etkilerden uzak, hâkimin olayları değerlendirmesi temelinde, vicdani hukuk anlayışı ile uyum içerisinde bağımsız olarak yargısal işlevini yerine getirmelidir.”

- “Hâkim, genelde toplumdan, özelde ise karar vermek zorunda olduğu ihtilafın taraflarından bağımsızdır.”

- “Hâkim, yasama ve yürütme organlarının etkisi ve bu organlarla uygun olmayan ilişkilerden fiilen uzak olmakla kalmayıp, aynı zaman da öyle görünmelidir de.”

- “Hâkim, yargı bağımsızlığını sürdürmede esas olan yargıya yönelik kamusal güveni güçlendirmek amacıyla, yargı etiği ile ilgili yüksek standartlar sergilemeli ve bunları ilerletmelidir.”

- “Tarafsızlık, yargı görevinin tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesinin esasıdır. Bu prensip, sadece bizatihi karar için değil aynı zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından da geçerlidir.”

- “Hâkim, yargısal görevlerini tarafsız, önyargısız ve iltimassız olarak yerine getirmelidir.”

- “Hâkim, mahkemede ve mahkeme dışında, yargı ve yargıç tarafsızlığı açısından kamuoyu, hukuk mesleği ve dava taraflarının güvenini sağlayacak ve artıracak davranışlar içerisinde olmalıdır.”

.  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma hakkı başlığını taşıyan 6. maddesi ise şu şekildedir:

- “Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar, konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...”

.   SONUÇ

Siyasi iktidarın tek bir kişide veya tek bir organda temerküz etmesinin önüne geçmek için geliştirilen kuvvetler ayrılığı doktrini ve bu doktrini kendisine eklemleyen hukuk devleti ilkesi yargı erkine önemli bir rol vermiştir.

Yargı erki siyasal organlar olan yasama ve yürütmenin aksine siyaset dışı ya da siyaset üstü bir konuma yükseltilmiş ve hukukun güvencesi olma işleviyle donatılmıştır.

Yargı erkinin üzerine düşen bu sorumluluğu ne kadar başarıyla yerine getirdiği tartışmalı olsa bile yargı erki günümüz demokrasileri için hala anahtar bir rol üstlenmektedir.

**********************************************************************************

KAYNAK Alıntı:

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3011918


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CADILAR BAYRAMI?

.   BİR GÜN CUMHURİYET, BİR HAFTA CADILAR .   Bir günlüğüne Cumhuriyet. .   Yalnızca bir gün. Bayraklarımızı çıkarıyoruz, şiirlerimizi okuyo...