Yazmak Zorunda Kaldığım İçin:
Bu yazıyı yazmak
zorunda kaldığım için çok üzgünüm.
Ahirete
intikal etmiş bir insanın siyaset anlayışına dikkat çekerken onun hakkında
olumsuz şeyler yazmak zorunda kaldığım için üzgünüm.
Yazacaklarım ona gönül vermiş, saygı duyan, hürmet besleyen insanları
muhtemelen incitecek, üzecek, bunun için üzgünüm.
Sonradan;
yanlış, saçma, ülkeye yarardan çok zarar verici olduğunu anladığım, Erbakan
Hoca ile beraber oluşan o gençlik hayallerimi, onlar uğruna harcadığım
zamanları, emekleri, yaşanmamış aşklarımı, kıymeti bilinmemiş, heba edilmiş
gençliğimi, bu hayaller peşinde koşarken ihmal ettiğim çocuklarımı ve bütün
bunların hayatımda neden olduğu tahribatı ve o tahribatın yarattığı acıyı
yeniden duymak dahası artık bütünüyle kurtulmak istediğim keşkelerimi, iç
çatışmalarımı, iç hesaplaşmalarımı yeniden hatırlamak, yaşamak, hissetmek
zorunda kaldığım için de çok üzgünüm.
Sadece
benim duyduğum acıları değil, rahmetli Erbakan’ın yarattığı bu hayaller peşinde
koşarken gençliğini heba etmiş, bunun uğruna hayatı yaşamayı, çocuklarıyla
vakit geçirmeyi ıskalamış, bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma bakıp
büyük bir hayal kırıklığı yaşayan, bilmeden katkı verdiği bu yıkımın acısını
yüreğinde duyan milyonlarca insan var, onlar için de çok üzgünüm.
Erbakan
Hoca ile kişisel olarak tanışmış, erken gençlik yaşlarında ona büyük hürmet,
saygı duymuş, dahası onun evinde, onunla günlerce baş başa sohbet etmiş, bir
kısım eleştirilerini, öfkelerini, yaşadığı hayal kırıklıkları onun yüzüne karşı
söylemiş, bu nedenle de onun arkasından konuşmamaya özellikle dikkat eden biri
olarak bu yazıyı yazmak zorunda kaldığım için de çok üzgünüm.
Yazmak
zorundaydım çünkü ülkemizin şu günlerde yaşadığı bu karanlıktan, içine
düşürüldüğü bu girdaptan çıkış yolunu bulmak için her şeyi açıklıkla konuşmak
ve doğru tavrı, tutumu, yaklaşımı geliştirmek zorundayız.
Tam
olarak neyle mücadele ettiğimizi, neyin mücadelesini verdiğimizi, dahası
ülkenin içine düşürüldüğü bu girdaptan çıkabilmek, benimsememiz gereken
yaklaşımları netleştirmek için bu konuları yazmak, konuşmak zorundayız.
Asıl
konuya geçmeden önce özellikle altını çizeyim: Evet uzlaşmadan yanayım, evet
demokrasiden, eşitlikten, adaletten, toplumsal bütünlükten, farklılıklarımızı
koruyarak bir arada durmaktan, dahası muhalefetin bir araya gelerek acil olarak
güçlü bir demokrasi ittifakı kurmasından yanayım.
Fakat
uzlaşmanın yanlışta değil demokraside, adalette, eşitlikte, özgürlükte,
liyakatte ve ülkemiz için hayati değerdeki özgürlükçü laiklikte olması
gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi
geleyim asıl konuya.
Muhalefet
parti liderleri tam kadro olarak Erbakan Hoca’nın 10’uncu ölüm yıl dönümü anma
toplantısına katıldı.
Yapılan
konuşmalar, edilen sözler, Erbakan’a düzülen övgüler, verilen pozlar…
Bütün
bunlara bakınca, “Muhalifler olarak biz tam olarak neyin mücadelesini
veriyoruz” demekten kendimi alamadım.
Muhalefet
partilerinin Erbakan’ı anma toplantısına katılmasının, birlik fotoğrafı
vermesinin asıl amacının uzlaşma kültürünü pekiştirmek olduğundan dahası iyi
niyetle yapıldığından zerre şüphe etmiyorum.
Ama
biliyoruz ki “Cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla döşelidir.”
Esasında
o anma toplantısında beni rahatsız eden şey, muhalefet liderlerinin toplantıya
katılımından daha çok konuşmalarda edilen sözler ve o konuşmaların ruhuna
sinmiş sorunlu bir siyaset anlayışının tezahürüydü.
Hem
Erdoğan’ın ve onun siyaset anlayışının ülkede yarattığı tahribattan şikayet
edip hem de bu siyaset anlayışının asıl kurucu lideri, Erdoğan’ın da hocası
Erbakan’a övgüler düzmek bana göre hem samimiyet sorunu taşıyor hem de ülkedeki
asıl sorunun görülmesini engelliyor.
Erbakan’a
övgüler düzmek asıl sorunun belli bir siyaset anlayışı olduğu gerçeğinin toplum
tarafından fark edilip kabul edilmesini ve bu siyaset anlayışının ülkeye
verdiği zararın asıl kaynağının kavranmasını engeller.
Bu
ülkede yaşanan siyasal sorunun asıl kaynağı kişiler ve onların yanlış
uygulamaları değil, belli bir siyaset anlayışıdır.
Yani
bugün ülkenin içinde bulunduğu durumun nedeni Erdoğan değil, onun benimsediği
siyaset anlayışıdır.
Yani
inancın siyaset malzemesi yapılmasıdır.
Dava
idealinin demokrasi, adalet, özgürlük gibi evrensel değerlerin önüne
konulmasıdır.
Toplumsal
barışı sağlayan özgürlükçü laiklik anlayışının tahrip edilmesidir.
Ahlakın
yerine konan inanç anlayışının toplumsal çürümeyi daha da hızlandırmasıdır.
Ümmet,
İslam Dünyası denilen tam olarak ne olduğu, kim olduğu bilinmeyen afaki bir
topluluğun yararını ülkedeki bireyin, vatandaşın, toplumun yani Türkiye’nin
yararından daha öncelikli gören siyaset anlayışıdır.
Toplumsal
bütünlüğü tahrip eden, liyakati bütünüyle devre dışı bırakan dini inanç
temelli, ümmet bilinci çerçevesindeki ‘biz ve onlar‘ ayrımına dayalı
yönetim anlayışıdır.
Akla,
bilime önem veren özgür bireyler yerine esas amacının dindar nesil yetiştirmek
olduğunu söyleyen ve eğitim sistemini bu çerçevede düzenleyen siyaset
anlayışıdır.
Dindarlıktan
anlaşılanın da ahlaktan, dürüstlükten, nezaketten uzak, içi boşaltılmış bir din
anlayışıdır.
İşte
bütün bu siyaset anlayışının fikir babası, kurucu lideri, hocası ve bugün bu
siyaset anlayışını uygulayan kişileri yetiştiren, eğiten kişidir Erbakan.
İnancı
ideoloji haline getiren kişidir Erbakan.
İnanç
esaslı ‘biz ve onlar‘ ayrımını her ortamda kullanan ve bunu toplumun
zihnine işleyen kişidir Erbakan.
Anadolu
Müslümanlığını ideolojik siyasi bir davaya dönüştüren, bu yaklaşımla tertemiz
inancımızı toplumu ayrıştırıcı bir değer haline getiren daha doğrusu bu
anlayışın ülkede büyümesini sağlayan kişidir Erbakan.
İnanç
temelli siyaset anlayışının filizlenip kök salmasını sağlayan kişidir Erbakan.
Dindar
insanların zihninde demokrasi, özgürlük, eşitlik gibi değerlerin yerine itaat
kültürüne dayalı bir anlayışın yerleşmesini sağlayan kişidir Erbakan
Ahlaki
sorun taşıyan yaklaşımları, tercihleri, yöntemleri ‘dava için‘ diyerek
meşrulaştıran bu yolun dindarlar tarafından bir kültür haline getirilmesini
sağlayan kişidir Erbakan.
Ümmet
bilinci diyerek Rabia’nın Berkin Elvan’dan daha kıymetli görülmesine neden olan
bu anlayışın yaygınlaşıp büyümesine liderlik eden kişidir Erbakan.
İstismara
dayalı katı laiklik anlayışını düzeltmek, mücadelesini bunun için vermek yerine
dindar insanların laikliğin kıymetini anlamasını engelleyen, milyonlarca
insanın bu değere karşı bir anlayışla yetişmesini sağlayan kişidir Erbakan.
Evet,
bu ülkede, “Gericilikle mücadele ediyoruz” diyerek dindarları
toplumsal hayatın dışına atmaya çalışanlara karşı bu insanların toplumsal
hayatta var olması için büyük bir mücadele sürdürdü.
Bu
konuda hakkı inkar edilmez bir başarı da elde etti.
Fakat
bütün bu mücadeleyi verirken o kadar yanlış bir yöntem uyguladı ki milyonların
yaşamına, hayatına olumsuz etki edecek bir anlayışın büyümesine neden oldu.
Dahası mücadelede benimsediği siyaset anlayışıyla temsil iddiasında olduğu
inancımıza o kadar büyük zararlar verdi ki bugün geldiğimiz noktada “Erbakan
özelde dindar kesime, genelde Türkiye’ye yarar mı sağladı zarar mı verdi” sorusunu
insan kendisine sormadan edemiyor.
Durum
bu kadar netken Erbakan’ı anma toplantısına gidip Erbakan’a övgüler düzüp onun
siyaset anlayışını uygulayan Erdoğan’dan şikayet etmek hiçbir anlam ifade
etmiyor.
Anma
toplantısına katılan muhalefetin yanılgısı
Muhalefet
liderlerinin Erbakan’ı anma toplantısında sergilediği tutumun diğer bir sorunlu
yanı ise toplumun büyük çoğunluğunun dindarlık refleksiyle oy verdiği
yanılgısına inanan ve söylemlerini bu yanlış algıya göre ayarlayan ve bu algıya
teslim olmuş bir ruh haline bürünmüş olmaları.
Bütün
araştırmalar bize gösteriyor ki Türkiye’de dindarlık refleksi ile oy verenlerin
oranı yüzde 20’leri geçmiyor.
Zaten
Erbakan da 40 yıllık siyasi hayatında en yüksek yüzde 21 oy alabilmişti.
Ondan
ayrılan Erdoğan ve arkadaşları, “Erbakan’ın
giydirdiği Milli Görüş gömleğini çıkardık, biz artık laiklikten yanayız,
muhafazakar demokratız” diyerek yola çıktı ve ancak bu söylemle
oylarını artırabildi.
Erdoğan
oyunu artırmak için, “Biz de laiklikten yanayız, demokratız” demek
zorunda kalmışken 20 yıl sonra muhalefet tam tersine muhafazakar değerlere
vurgu yaparak oy alabileceğini sanması bana göre hem büyük bir yanılgı hem de
Erdoğan’ın mevcut siyaset anlayışını meşrulaştıran bir işlevi var.
Türkiye’de
böyle bir seçmen profili olsaydı, yani seçmenin büyük çoğunluğu dini duygularla
siyasi tercihte bulunuyor olsaydı Saadet Partisi’nin oyu yüzde 1 olmaz, yine o
gelenekten gelen Deva ve Gelecek Partisi’nin oy oranları bunca olup bitene
rağmen yüzde 1/2 bandında kalmazdı.
Bütün
araştırmalar bize gösteriyor ki kararsız, “Hiçbir parti” diyen seçmen
oranı neredeyse yüzde 25’lere varmış durumda.
Bu
seçmenler ne Saadet Partisi’ne ne Deva’ya ne de Gelecek Partisi’ne
gidiyor.
Hal
buyken muhalefetin bu tür bir siyaset anlayışına prim vermesinin izah edilir
bir tarafı yok.
Bu
siyaset anlayışına prim vermek, bunun ülkede genel geçer bir yaklaşım olduğuna
inanmak Erdoğan’ın siyaset anlayışının ülkedeki siyaset alanının çizgilerini
belirleyici tek faktör haline geldiğini gösteriyor. Ve bunun giderek nasıl bir
daralmaya yol açacağını görmek gerekiyor.
Saadet’e,
Deva’ya, Gelecek’e bile gitmeyen yüzde 25 kararsız seçmen dururken, dahası dini
duygularla siyasi tercih belirlemeyen yüzde 80’den fazla bir seçmen kitlesi
varken bütün partilerin ille de o yüzde 20’ye göz dikmiş olması, onların
dikkatini çekecek söz ve yaklaşımlara prim vermesi hakikaten çok tuhaf.
Muhalefetin dindar değil demokrat ve özgürlükçü olması
gerekiyor.
Ülkeyi
yönetebilecek güçte ve iradede olduğuna toplumu inandırması gerekiyor.
İnançlara,
giyimlere, yaşam tarzlarına saygılı farklılıkları zenginlik gören bir anlayışı
bütünüyle benimsemesi gerekiyor.
Dini
değerlere vurgu yaparak, dindar kesime şirin görünmeye çalışarak değil, tam
tersine o seçmene de laikliğin onların inancını korumada tek güvence olduğunu,
bu tür inanç istismarına dayalı siyasetin ülkeye/inanca verdiği zararları
anlatacak ve geçmişten günümüze sürdürülen inanç, kimlik, mezhep ayrımlarını
ortadan kaldıracak, bu ayrımların neden olduğu yaraları saracak bir yaklaşım ve
söylem geliştirmesi gerekiyor.
Toplumun
bütün kesimlerini mutlu edecek yeni bir Türkiye hayali gerçekleştirmesi
gerekiyor.
Uzlaşma
demek toplumun bir kesiminin yanına gitmek, onları yüceltmek değil, toplumun
bütün kesimlerinin, siyasi aktörlerinin demokrasi, eşitlik, adalet, liyakat ve
herkes için huzurlu, mutlu bir ülke ideali etrafında olmasıdır.
Bunu
sağlamak için de cesarete, samimiyete, açıklığa dürüstlüğe ve ilkeli olmaya
ihtiyaç var.
Değerlerden,
ilkelerden uzak toplumun bir kesiminin hassasiyetine gereğinden fazla öne
çıkarıldığı bir uzlaşma hem topluma inandırıcı gelmeyecek hem de Erdoğan
karşıtlığı algısından kurtulamayacaktır.
Türkiye’nin
Erbakan’ı da Türkeş’i de Demirel’i de Ecevit’i de aşacak, onların bu ülkede
açtığı yaraları tamir amaçlı, daha aydınlık, daha demokrat, daha barışçı bir
siyaset anlayışına ihtiyacı var.
Muhalefet
bu yeni siyaset anlayışını ortaya koyamadığı için bugün kararsızlar ikinci
büyük seçmen grubu haline gelmiş durumda.
Kararsız
seçmen dindar refleksle hareket etseydi mevcut muhafazakar partilerden birine
giderdi.
Gitmediğine
göre…?
28.02.2021,
LEVENT GÜLTEKİN
http://www.diken.com.tr/bu-yaziyi-yazmak-zorunda-kaldigim-icin-cok-uzgunum/?fbclid=IwAR1CS5Zbe-UuaMQODh1tgtKWonfwXRx7ce_TrS_Tj5dUqwkyLEFzyoVfxw8
VIDEO:
https://www.facebook.com/Leventgultekin/videos/217143230146269
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder