28 Ağustos 2021 Cumartesi

HACI BEKTAŞ VELİ

 TARİHSEL VERİLER IŞIĞINDA

HACI BEKTAŞ VELİ

Hacı Bektaş Veli, Osmanlı İmparatorluğunda XIV. yüzyıldan itibaren, sosyal ve siyasi bakımdan büyük etkinliği olan, II. Mahmut tarafından Yeniçeri Ocağı ile birlikte kapatılan, Abdülaziz zamanında tekrar canlanan ve 25 Kasım 1925 tarihinde Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına kadar devam eden Bektaşi tarikatının piridir.

Hacı Bektaş Veli'nin harcını kardığı Alevi-Bektaşi anlayışı, Anadolu’nun yanı sıra Balkanlar, Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Bosna, Kosova, Makedonya, Gül Baba türbesinin bulunduğu Macaristan'ın Budapeşte şehrinden Azerbaycan'a kadar bir çok yerde kabul görmüş ve benimsenmiştir.
Hacı Bektaş Veli'nin düşünce ve öğretisinin yayılması, ölümünden çok daha sonra, 14.yüzyıl başlarında kurulan tarikatının, 16.yüzyıl başlarında etkinlik kazanması ile olmuştur.

Kendi döneminde tanınmaktadır ve Mevlana, Baba İlyas, Ahi Evren’le çağdaştır.

Hacı Bektaş Veli'nin doğumu, ölümü, kim tarafından eğitildiği, Anadolu'ya tam olarak hangi tarihte geldiğine dair kesin bilgiler bulunmamaktadır.

Döneme ait bilgi veren kaynaklardaki mistik (dinsel) anlatım ve Alevi -Bektaşiliğe ilişkin çoğu kaynakların yok edilmiş ya da kaybolmuş olması da, Hacı Bektaş Veli'ye dair sağlıklı bilgiye ulaşmamıza engel olmuştur.

Ölümünden sonraki yıllarda, hakkında “Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi” yazılmıştır.

Hacı Bektaş Veli, Vilayetnamede anlatılan söylencelerle, tarihsel gerçekliklerden kopuk olarak yaşatılmıştır.

Hakkında bilgi veren en eski kaynaklardan biri olan Vilayetname’de, Hacı Bektaş Veli, Hz. Ali’nin soyundan yedinci İmam Musa Kazım nesline bağlanarak, soy seceresi hakkında şu bilgi verilmektedir:

“Hacı Bektaş Veli, Seyyid Muhammed İbrâhim-î Sânî, Seyid Mûsa’î-Sânî, İbrâhim Mükerrem el-Mücâb, İmam Mûsâ Kâzım."

Ancak, Hz. Ali ile Hacı Bektaş Veli arasındaki şahısların azlığı, silsileyi tartışmalı hale getirmiştir. Emeviler döneminde Hz.Ali taraftarlarının Horasan bölgesine yerleştikleri düşünüldüğünde, Hacı Bektaş Veli'nin soyunun Hz.Ali'ye bağlanması ihtimal dahilin görülse de, bunun ispatı mümkün değildir.

Hoca Ahmet Yesevi tarafından yetiştirilip Anadolu’ya gönderildiği iddialarına karşılık, yaşadıkları dönem göz önünde bulundurulduğunda, 1166’da ölen Ahmet Yesevi ile 1209-1271 yıllarında hayat sürdüğü düşünülen Hacı Bektaş Veli'nin, aynı zaman diliminde yaşamadıkları açıktır.

Yaygın olan kanaate göre, Lokman Perende’nin himayesinde ve Yesevilik öğretisinin etkin olduğu bir ortamda yetişmiştir.

Vilayetname’de, Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya gelişi şöyle aktarılmaktadır.

“Kürdistan’da bir kavmin içinde bir zaman eğleşir.(……) O kavmi kendisine bağlar.(……) Rum ülkesine yürür. Elbistan’da Ashâb-ı Kehf mağarasına uğrar. Orada erbain çıkarır. (ERBAİN: Belirli bir süreyle özel bir mekanda inzivaya çekilmesi anlamında tasavvuf terimi.) Kayseri’ye doğru yola çıkar.(……) Rum ülkesine Zülkadirli ilinde Bozok’tan girer. Sulucakarahöyük’e iner”.

Horasan ve Erdebil’de aldığı tekke eğitimi, Anadolu'ya geliş yolu ve Anadolu'da bulunduğu yerler dikkate alındığında, Hacı Bektaş Veli, Yesevilik, Melamilik, Batınilik, İsmaililik, Ahilik, Babailik, Mevlevilik, Kalenderilik gibi dönemin inanç ve anlayışlarını, yakından tanıyor ve biliyor olmalıdır. 13. yüzyılda Moğol istilasının yol açtığı göçler sebebiyle, muhtemelen Hacı Bektaş Veli’nin de kendine bağlı bir Türkmen aşiretiyle birlikte Anadolu'ya gelmiş olduğu düşünülmektedir.

Baba İlyas'ın torunu olan Kırşehirli Aşık Paşa'nın oğlu Elvan Çelebi (Ölümü:1359) tarafından yazılan ve Baba İlyas'ın söylencelere dayalı yaşam öyküsünün anlatıldığı Menâkıbu'l-kudsiyye fî Menâsıbı'l-Ünsiyye'de, Hacı Bektaş Veli hakkında kısa fakat önemli ipucları vermektedir.

Elvan Çelebi, Hacı Bektaş Veli'yi büyük atası Baba İlyas'ın altmış halifesi arasında saymaktadır. Bu altmış halife arasında, Osmanlı Hanedanının kurucusu Osman Gazi'nin ileride kayınpederi olacak olan, Ede Bâlî de bulunuyor.

Aynı eserde"Baba Resûlullah" ile Babailer ayaklanmasını yöneten Baba İshak'ın değil, ayaklanmayı örgütleyen Baba İlyas'ın anlatıldığı bildirilmektedir.
Ahmet Eflâkî'nin, şeyhi olan Arif Çelebi'nin (Mevlana'nın torunu) isteği ile 1318 - 1353 yılları arasında 36 yılda Farsça olarak yazdığı, Menâkıbu'l-Ârîfin adlı kitabında da, Hacı Bektaş Veli'ye dair bilgiye rastlıyoruz. 

Eserde Hacı Bektaş Veli'nin, Rum beldesinde ayaklanmaya sebep olan Baba Resûl'ün halîfe-i has'ı (gözde müridi) olduğu ifade edilerek, Elvan Çelebi'den öğrendiğimiz bilgi doğrulanmaktadır.

Eflâki, Hacı Bektaş Veli'nin "ârif ve yakîn'e" ermiş olduğunu, fakat İslam'ın kurallarına uymadığını belirtmektedir.

Mevlevi inançlı Eflaki, Hacı Bektaş Veli'nin bazı hususları hatırlatmak için Mevlana'ya dervişlerini gönderdiğini aktarmaktadır.

Hacı Bektaş Veli'nin; Eflaki gibi, 15.Yüzyılda yaşamış Eminüddin v. Davut Fakih'in "meczub-ı mutlak" olduğunu; 16.yüzyılda yaşamış Vahidi'nin ise "hiç bir şeyin farkında olmadan meczup (tanrı aşığı yada deli) olarak ahirete intikal ettiğini" aktarmış olmalarının, dönemin Sünni İslam anlayışının ve mezhep bağnazlığının ürünü olduğunu göstermektedir.
Hacı Bektaş Veli'ye dair önemli bir başka kaynak ise, Baba İlyas-ı Horasani'nin soyuna mensup, bir sufi olan (Tasavvufi hayat tarzını benimseyen), tarihçi Âşıkpaşazâde'nin (Ölümü:1481) Tevarih-i Al-i Osman adlı eseridir.

Hacı Bektaş Veli'nin kardeşi Menteş ile Horasan'dan gelerek, 1240 yılındaki Babai ayaklanmasının öncüsü Baba İlyas'ın yanında yerlerini aldıklarını öğreniyoruz.

"Hacı Bektaş’ın Anadolu’ya gelmesini beyan edeyim” diye başlayan Âşıkpaşazâde'nin anlatımı şöyle:

“Hacı Bektaş kim, Horasan’dan kalktı bir kardeşi dahi vardı, Menteş derlerdi.

Kalktılar geldiler; doğru Sivas'a geldiler ve ondan Baba İlyas'a geldiler ve ondan Kırşehir'e vardılar ve ondan Kayseri'ye geldiler. Kayseri'den kardeşi Menteş yine Sivas'a vardı; onda eceli mukaddermiş, anı şehit ettiler, bunların kıssası çoktur.

Hacı Bektaş Kayseri'den Suluca Karahöyük'e geldi.

Şimdi mezar-ı şerifi ondadır.

Meczup bir mutasavvıf ve bir târik-i dünyâ idi.

” Âşıkpaşazâde, Hacı Bektaş Veli'nin tarikat kurup şeyh olamıyacak; cezbe sahibi (kendinden geçen/kendini yitiren) bir kişi olduğunu aktarmaktadır.
Horasan'dan yola çıkan Hacı Bektaş Veli ile kardeşi Menteş'in, önce Sivas'a, oradanda Baba İlyas'a geldiklerini; Menteş'in Sivas'taki savaşta öldüğünü, Âşıkpaşazâde'den öğreniyoruz.

Çoğu araştırmalarda bilerek ya da bilmeden, Aşıkpaşazade'nin anlatımlarının tamamı aktarılmamıştır.

Genellikle "Kardeşi ile Kayseri'de yollarının ayrıldıldığı" kısmı aktarılırken, "önce Sivas'a, oradan da Baba İlyas'a geldikleri" bilgisi yok sayılarak; Hacı Bektaş Veli ile Baba İlyas ilişkisinin üstü örtülmeye çalışılmıştır.

Menteş'in Babailer ayaklanmasına katıldığı ve şehit olduğunu bildiğimize göre, Hacı Bektaş Veli'nin de kardeşinden uzaklarda olmadığını gösterir.
Aşıkpaşazade'ye göre, Hacı Bektaş Veli kendinden geçmiş bir meczub idi.

Tarikatı ve müridleri yoktu.

Hacı Bektaş Veli'nin; Aşıkpaşazade'nin Hatun Ana dediği (Vilayetnamede Kutlu Melek - Fatma Ana - Kadıncık Ana isimleri ile anılan), manevi bir kızı olduğunu; tasavvuf öğretisini ve kerametlerini ona emanet ettiğini; Hatun Ana'nın da bunları Abdal Musa'ya aktardığını, Aşıkpaşazade'den öğreniyoruz.

Bu bilgiyi, Abdal Musa Vilayetnamesi de doğrulamaktadır.

Aşıkpaşazade bu döneme ait dört zümreden söz etmektedir:

Savaşçı sınıf Gaziyân-ı Rûm, zanaatkar sınıf Ahiyân-ı Rûm, halk velileri Abdalan-ı Rûm ve Bâcıyân-ı Rûm. Tarihçiye göre Hatun Ana'da Bâcıyân-ı Rûm'dandı.

Bu bilgiler, o çağdaki "kadının", erkek müridi olacak kadar, yüksek bir statüye sahip olduğunu göstermektedir.

Vilayetname'deki anlatımlar da, İslami dönemdeki kısıtlamalardan önce, kadının sosyal yaşamda etkin bir yerde olduğunu ortaya koymaktadır.

Meclislerde erkeklerin yanında yer almakta ve yabancı konuklara hoş geldin diyebilmektedirler.

Bazı kaynaklarda, Hacı Bektaş Veli'nin 1248 yılında doğduğu, 1337-1338 yılında öldüğüne dair kayıtlar varsa da, Kırşehirde kurulan bir Mevlevi tekkesi Vakfiyesinde, Hacı Bektaş Veli için "kuddise sırruhu..." (sırrı kutlu olsun) ibaresi kullanılmıştır.

1297 yılında kurulmuş vakfın kayıtlarında bu ibarenin kullanılmış olması, bu tarihte Hacı Bektaş'ın ölmüş olduğunu gösterir.
Hacıbektaş İlçesi Halk Kütüpanesinde bulunan ve Ankara'ya götürülen, Ciritli Derviş Ali (Resmî Ali Baba) tarafından 1765'da kopya edilmiş elyazması Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesinde, Hacı Bektaş Veli'nin 1209/1210'da doğduğu, 63 yıl yaşayarak 1270/1271'de öldüğüne dair kayıt bulunduğunu Abdülbaki Gölpınarlı ortaya koymuştur.

Bu kayıt Aşıkpaşazade, Eflâkî ve Elvan Çelebi'nin aktardıkları tarihsel verilere de uygun görünüyor.
Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesinde, Türbenin I. Murat (1359-1389) zamanında Yanko Madyan tarafından yapıldığı; II.Beyazid’in (1481-1512) türbenin üstünü tunç levhalarla kaplattığı gibi bilgiler yer alırken, 1501 yılında tekkenin başına getirilen Balım Sultan’dan bahsedilmemektedir.

Bu bilgilerden hareketle Vilayetnamenin XV.yüzyılın sonlarında yazılmış olabileceği düşünülmektedir.

Vilayetname'de, Hacı Bektaş Veli'nin Osman Gazi'ye kılıç kuşatıp Elif Tac giydirdiği yazılı ise de, Aşıkpaşazade bu konuda açık ve kesin bilgi vererek, Hacı Bektaş Veli’nin Osmanlı Hanedanından kimse ile görüşmediğini ifade etmektedir.

1281'de, 23 yaşındayken Kayı Boyu'nun yönetimini üstlenen Osman Gazi'ye, 1209-1271 yılları arasında yaşadığı düşünülen Hacı Bektaş Veli'nin kılıç kuşatıp Elif Tacı giydirmiş olamaz. Söylencenin, Hacı Bektaş Veli ve Bektaşilik Tarikatı ile ilişkilendirilen Yeniçeri Ocağının kurulmasından sonra ve “Veliye” inanışın Osmanlı Hanedanınca benimsenmesi sonrasında, Vilayetname'ye eklenmiş olabileceğini düşündürtmektedir.
Hacı Bektaş Veli’nin çocuklarının olup olmadığı, Alevi ve Bektaşiler arasında ihtilaf konusu olmuştur.

Ortaya atılan farklı iki iddia vardır.

Çelebiler, Hacı Bektaş Veli’nin Kadıncık Ana'dan (Fatma Ana ya da Kutlu Melek) Seyyid Ali Sultan (Timurtaş) adlı bir çocuğun dünyaya geldiğini, kendilerinin de bu soydan olduklarını iddia etmektedirler.

Babağan (Babalar) kolu ise, Hacı Bektaş Veli’nin mücerret kaldığını, dünyadan da mücerret olarak göçtüğünü iddia etmektedirler. 

Bu grup mensuplarına göre, bugün Hacı Bektaş Veli’nin evladı olarak bilinenler, Pir’in Kadıncık Ana’dan gelen nefes (yol) evladlarıdır.
Hayatının büyük bir kısmını Sulucakarahöyük’te (Hacıbektaş) geçiren Hacı Bektaş Veli, ömrünü de burada tamamlamıştır.

Mezarı, Nevşehir iline bağlı Hacıbektaş ilçesinde bulunmaktadır.

 https://www.hacibektas.com/index.php?id=hacibektavel



27 Ağustos 2021 Cuma

Taliban Örgütü Nedir?

 Taliban örgütü nedir?

Nasıl ortaya çıktı? Amacı nedir? Arkasında kimler var?

21/08/2021

Sovyet işgalinin sona ermesinin ardından iç savaşların ülkeyi kasıp kavurduğu, savaş ağalarının kendi bölgelerinde derebeylik tarzı hüküm sürdüğü, yolsuzlukların, infazların ve rüşvetin ayyuka çıktığı bir dönemde sahnede yerini alan ve Afganistan'ın son 25 yılına damga vuran Taliban örgütü nedir?

Nasıl ortaya çıktı? Amacı nedir? Arkasında kimler var?

Taliban nasıl kuruldu?

Talib (öğrenci) kelimesinin çoğulu Taliban (öğrenciler) adını benimseyen örgüt, ülkenin güneyinde Molla Ömer Ahund liderliğinde yaklaşık 50 medrese öğrencisiyle birlikte 1994'te kuruldu.

Aslen Kandaharlı olan Molla Ömer, bir süre Pakistan'da ardından da Kandahar'ın kuzeyindeki Meyvend ilçesinde medrese eğitimi aldı.

Sovyet işgaline karşı savaştı.

Gelenekçi bir yapıya sahip Afgan toplumu içerisinde hızla taraftar toplayan ve yükselen grup, amacını, Sovyet savaşı ve akabinde patlak veren iç savaşlar sırasında ortaya çıkan savaş ağalarından kurtulmak olarak tanımladı.

Kuruluş felsefesini de Afganistan'da İslam'a dayalı bir yönetim getirmek olarak tanımladı.

Kurulduktan birkaç ay sonra çoğunluğu medrese ve şeriat okulu öğrencileri olmak üzere savaşçı sayısı 20 bini buldu.

Kısa süre sonra Pakistanlı Peştun etnik kökenden Mevlana Samiul Hak liderliğindeki Darul Ulum Hakkaniye medresesi öğrencilerinin önemli bir kesimi de yine örgüte dahil oldu.

Öğrenciler hareketinin mensuplarının çoğu ülkenin güneyindeki Peştun kökenli kişilerden ve Pakistan'daki medreselerde eğitim gören mülteci ailelerin çocuklarından oluştu.

Analistlere göre, örgütün kuruluşundan itibaren en büyük destekçisi ve yol göstericisi kuşkusuz Pakistan istihbarat teşkilatı (ISI) oldu.

Uzmanlar, hem askeri eğitimin hem de maddi desteğin doğrudan ISI tarafından sağlandığını belirtiyor.

Kandahar ele geçirildi

Kuruluşundan kısa süre sonra, Afganistan'ın ikinci büyük kenti Kandahar'a saldırdı. Talebeler örgütü 3 Kasım 1994'te ciddi bir direnişle karşılaşmadan Pakistan sınırındaki kentin kontrolünü ele geçirdi.

Bu aynı zamanda zayıf durumdaki Kabil merkezi hükümetine de ilk darbe oldu. Taliban, 1995 yılında ülke genelinde 12 kentte kontrolü sağladı.

Yolsuzluklara ve rüşvete savaş açan grubun popülaritesi günden güne arttı.

Ele geçirdiği şehirlerde kanunsuzluklar ortadan kaldırılmaya ve emniyet tesis edilmeye başlandı.

Örgüt Kabil'e dayandı

Ülkenin güneyindeki Peştun nüfusun yoğunlukta yaşadığı kentleri ciddi bir direniş görmeden bünyesine katan Taliban, 1995'te Kabil'e dayandı.

Başkentin kontrolünü ele geçirebilmek için Kabil'i 3 ayrı koldan bombaladı. Ancak Sovyetler Birliği'ne karşı verdiği direnişle adını duyuran Ahmet Şah Mesut liderliğindeki güçler Taliban'ı burada ağır bir yenilgiye uğrattı.

Pakistan'dan ve bazı Körfez ülkelerinden para ve silah desteği aldığı belirtilen Taliban, 1996 yılının eylül ayında Kabil'e saldırmak üzere hazırlık yaptı.

Kanlı sokak savaşına girmek istemeyen Tacik komutan Ahmet Şah Mesut, kendine bağlı tüm güçleri 26 Eylül 1996'da Kabil'den çekti.

Afganistan İslam Emirliği kuruldu

Otorite boşluğundan faydalanan Taliban savaşçıları 27 Eylül 1996'da Kabil'e girdi. İlk olarak BM binasına sığınan eski Devlet Başkanı Muhammed Necibullah Ahmedzay ile kardeşi Şahpur Ahmedzay idam edildi.

Başkentin ele geçirilmesi zamanına kadar milis bir yapı olan Taliban, bu tarihten itibaren kendi hükümetini kurduğunu açıkladı.

Adını Afganistan İslam Emirliği, kurucu lider Molla Ömer'i de Emirel Müminin (Müminlerin emiri) olarak ilan etti.

Bayrak değiştirildi.

Molla Ömer adına camilerde hutbe okundu.

Afganistan'ı yakından takip eden uzmanlara göre Taliban, bu tarihten sonra Pakistan'ın bölgedeki çıkarları için vekalet savaşı veren bir örgüt haline dönüştü.

Pakistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan, Taliban'ı resmen tanıdı.

Taliban'ın uygulamalarından bazıları

Önceleri nispeten yumuşak bir görünüm veren örgüt Kabil'in ele geçirilmesinin ardından çok katı kurallar uygulamaya başladı.

Şeriata dayalı anayasal sistem yürürlüğe girdi.

Hanefi mezhebi ön planda tutuldu.

Şeriatın gündelik hayatta uygulandığını takip etmek için Emr-i bil Maruf (iyiliği emretme) Bakanlığı oluşturuldu.

Hayatın her alanından soyutlanan kadınların çalışması, kız çocuklarının okula gitmesi ve eğitim alması tamamen yasaklandı.

Kadınlara peçe zorunluluğu erkeklere ise takke ve sakal mecburiyeti getirildi.

Sakalını kesenler için 6 aydan başlamak üzere hapis cezası verildi.

Yüzü görülen kadınlar kırbaçlandı.

Afganistan Televizyonu'nun yayını durduruldu.

Fotoğraf dahil her türlü görsel yayın ve müzik yasaklandı.

Erkeklere, evine en yakın camide 5 vakit namaz kılma mecburiyeti getirildi.

Emri bil Maruf görevlileri camilerde yoklama aldı.

Mazeretsiz camiye gitmeyenlere ağır yaptırım uygulandı.

Namaz surelerini bilmeyenler kırbaçlandı.

Bütün okullar medreseye dönüştürüldü.

Ders kitaplarındaki görseller yok edildi.

'Medreselerde' 3'üncü sınıftan itibaren tüm öğrencilere en az 3 metre olmak üzere sarık sarma mecburiyeti getirildi.

Ele geçirilen tüm bilgisayarlar TV kabul edilerek kırıldı.

'İslam devletine karşı gelenler' hain ilan edilerek doğrudan idam edildi.

Özellikle farklı mücahit gruplara mensup kişiler, yakalandıklarında şer ve fesat hükmü ile idam edildi.

Çok sayıda kişinin çeşitli sebeplerle eli kesildi.

İdamların ve el kesmelerin birçoğu cuma namazlarından sonra gerçekleştirildi ve halka izlettirildi.

Kesilen eller, şehrin merkezinde sergilendi.

Resmi kurumlarda Peştu dili mecbur edildi.

Toplu taşıma araçlarındaki aynalar, kadınlara bakılabileceği gerekçesiyle kaldırıldı.

Kuzey İttifakı ile savaş ve Mezar-ı Şerif'in ele geçirilmesi

Taliban'ın Kabil'i ele geçirmesinin ardından diğer gruplar, ülkenin kuzeyindeki Mezarı Şerif' i geçici başkent ilan etti.

Burhaneddin Rabbani liderliğinde bir araya gelen ve adını Kuzey İttifakı olarak duyuran gruplar ellerindeki kentleri kaybetmemek için Taliban'a karşı mücadeleye girişti.

Taliban, 1997'de Mezarı Şerif'e saldırdı.

Halk direnişi ile karşılaşan örgüt, burada yaklaşık 10 bin savaşçısını kaybetti.

7 bin civarında Taliban militanı da Kuzey İttifakı tarafından esir alındı ve daha sonra bu militanların öldürüldüğü ifade edildi.

Mezarı Şerif'teki bu savaşla 'beyin takımını' kaybettiği belirtilen örgüte El Kaide' ye bağlı çok sayıda savaşçı katıldı.

Taliban, topladığı güç ve örgüte yeni katılanlarla birlikte Ağustos 1998' de yeniden Mezarı Şerif'e saldırdı.

Bu defa kenti almayı başaran grup, siviller dahil birçok kişiyi ya öldürdü ya idam etti.

Özellikle de azınlık durumdaki etnik gruplara mensup insanlar, topluca kıyımdan geçirildi.

Mezhepçi politikalar uygulayan Taliban, İran'ın Mezarı Şerif'teki konsolosluğuna saldırdı, 9 İranlı diplomat ile bir gazeteci öldürüldü.

Analistlere göre Taliban, Mezarı Şerif'i ele geçirdikten sonra bir önceki yılın intikamını aldı.

Çok sayıda kişinin evi ve araçları ya gasp edildi ya da yakıldı.

Örgüt 1998'de Afganistan'ın yüzde 90'ını kontrol altına aldı.

Muhaliflerin elinde sadece Şah Mesud'un kontrolündeki Pencşir bölgesi kaldı.

Taliban görevden uzaklaştırıldı

Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşanan 11 Eylül saldırılarının ardından ABD yönetimi, Taliban'dan El Kaide lideri Üsame bin Ladin' i teslim etmesini istedi.

Taliban, Ladin'i 'misafir' olduğu gerekçesiyle iade etmeyeceğini bildirdi.

Bunun üzerine ABD, 7 Ekim 2001'de Kuzey İttifakı'nın da desteğiyle Taliban'a yönelik operasyon başlattı.

Kısa sürede başkent Kabil dahil elindeki tüm şehirleri kaybeden Taliban, kalesi konumundaki Kandahar'a çekildi.

Ardından burayı da kaybetti ve dağlara çekilmek zorunda kaldı.

Örgüt 2002'den sonra gerilla taktiği ile ABD ve Batı destekli Kabil hükümetine karşı savaş vermeye başladı.

Örgüt yeniden Afganistan'a hakim oldu

Amerikan işgalinin üzerinden geçen 20 yıl sürenin ardından bir kez daha dünya sahnesine çıkan ve hala adından söz ettiren Taliban, ABD varlığının sona ermesini ve tüm yabancı güçlerin ülkeden çekilmesini istiyordu, dönemin ABD Başkanı Donald Trump yönetimi ile şubat 2020'de barış anlaşması imzalandı, anlaşmada örgüt istediğini aldı.

İktidardan uzaklaştırılmasının ardından gücünü yeniden toparlayan Taliban, 15 Ağustos 2021 itibarıyla tüm Afganistan'ı yeniden ele geçirdi.

Cumhurbaşkanı Eşref Gani ülkeden kaçtı.

Afgan analistler, Pakistan'ın sağladığı destek nedeniyle Taliban'ın eski gücüne yeniden ulaştığını dile getirdi.

Son 40 yıldır işgaller ve iç savaşlardan yorulan halkın yeni bir kanlı savaşı kaldıramayacağı göz önünde bulundurulursa, hem Afgan halkı hem de merkezi hükümet, Taliban'ın barış masasına oturmasını istiyor.

Yine Afganlar örgütten siyasi partiye dönüşerek seçimlere girmesini talep ediyor.

Böylece Taliban örgütünün halk nezdinde tabanının bulunup bulunmadığı da netleşmiş olacak.

Ancak Taliban tüm bunları reddediyor.

Bu arada ABD operasyonlarının başlamasının ardından Taliban lideri Molla Ömer, düzenlenen bir saldırıda öldürüldü.

Örgütün bir sonraki lideri de düzenlenen operasyonda öldü.

https://tr.euronews.com/2021/08/14/taliban-orgutu-nedir-nasil-ortaya-cikti-amaci-nedir-arkasinda-kimler-var


 

23 Ağustos 2021 Pazartesi

Prof. İsmail Çoban

Prof. İsmail Çoban, Kybele'yi Bir Dostluk Projesi Olarak Yeniden Üretti

       Ünlü sanatçı Prof. İsmail Çoban, "Türk-Alman İş Anlaşmalarının 50. Yıl Kutlamaları" kapsamında "Bir Dostluk Projesi" olarak "Kybele"yi yeniden üretti.


Prof. İsmail Çoban "Niçin Kybele?" sorusunu şu şekilde cevaplıyor:

"Anadolu güneşinin altında, tohumu tarlaya ilk eken, toprağa suyu ilk veren, ilk meyve fidanını aşılayan ve hayvanı evcilleştiren 'Toprakana'ydı.

Beni ve seni doğuran, yetiştiren, incelikleri işleyen, besleyen, yeri geldiğinde arkamdan ağlayan anamdı.

Anadolu'nun en eski halklarından olan Luvi toplumunun, çok tanrılı toplum yapılarında, yaşam kadının ellerinde yoğurulur şekillendirilirdi.

Zamanımıza kadar gelen, gerek  Şaman, gerekse İslam inancında da ana ve anayı temsil eden kadın, aynı zamanda ailenin de sultanıdır.

'Toprakana'ya, 'Kadın'a saygı duyulur.

Ana'ya sadakat, hürmet, Anadolu toplumumuzun millatdan önce 6000 yıllarına kadar dayanan geleneklerindendir.

Kadın, Anadolu toplumlarında Tanrıça hâline getirildi.

Asur kolonisi Kültepe'de 'Kubaba', Hititlerde 'Anita', Hurrilerde 'Hepat' adı ile anılan Ana-Tanrıça; Frigya'da 'Kyebele'ye, Lidya'da, Kyebebe'ye adları aldı.

Helenlerin Ana-Tanrıça Artemis'i ve onun Latin versiyonu Diana aslında Luvilerin 'Ma / Kadın'ın yani; 'Toprakana'nın tanrıçalaştırılmış biçimleriydi.

Roma İmparatorluğu'nun yayılımıyla Avrupa'nın ortalarına kadar taşındı.

Eski-Çağ'ın güzel, saygın ve kutsal kadını 'Toprakana', sonraki çağlarda Anadolu'da ve komşu coğrafyalarda ortaya çıkan uygarlıkların tanrılar safında önemli yer aldı.

Toprak, su, güneş ve hava çok tanrılı dinlerin inanç ve yaşam sembolleriydi.

Bu sembolleri de toprağın doğurganlıyla, ananın insana verdiği yaşamı birleştirilerek bir 'Toprakana / Kybele' kavramı oluşturdu.

Anadolu'da Hıristiyanlık ile birlikte yaşamın tüm alanlarını kaplayan tek tanrılı düzenden önce var olan bilinmeyen bir çağda 'Toprakana' tarafından biçimlendirilen, çok tanrılı toplum yapısı, erkeğin tüm yaşamı tek başına yönlendirdiği tanrısal düzenin değişmiş bir benzeri değildi. Matriarchate'nin - ana erki - egemen olduğu toplum düzeninde -ataerkil düzende olduğu gibi - tüm otoritenin ve gücün kadınlar elinde toplanması ve erkeklerin kadınlar tarafından baskı altında tutulmaları, o çağlardaki toplumlarda akıllara bile gelmezdi.

'Toprakana' tarafından kurumlaştırılmış bu ilk büyük sosyal yapı içinde kadın ve erkeğin birbirine üstün gelme mücadelesi yoktu.

Cinsiyetler arasında hükmeden ve hizmet eden ayrılığı bulunmuyordu.

Bu zamandan, günümüze bir sürü gelenek ve İslam'da ibadet odağı olan, dilek ağacı, taş sayma, üçler, yediler, kırklar, elverme ve benzeri bir sürü örf ve âdet zamanın güzellik simgelerinin kalıntılarıdır.

Ana tabiatın parçası, tabiatta ananın doğurganlığının güzelliğiyle yaşamaktadır.

Bu toplumsal yaşam biçiminde kadınlar ve erkekler hayatın zorluklarını büyük bir dayanışma içinde, birlikte omuzluyorlar, yaşamın getirilerini birlikte paylaşıyorlardı.

Üretim ve paylaşım, kişisel servet edinmeye değil, toplumsal fayda sağlamaya yönelikti ve komünal bir nitelik taşıyordu.

Kadın ve erkek arasında statü farkı yoktu.

Saygınlıkları birbirlerine denkti ve aynı itibarı görüyorlardı.

İşte, İstanbul'dan başlayan ilk yolculuğun serüveninde de 'Ana'lar önü çekti...

On beş yıl gibi, daha yeni bir dünya savaşından çıkmış bir ülkenin kalkınmasının hikayesinde kadınların yeri unutulamaz.

Savaş harabelerini temizleyen, kullanacak malzemeleri ayıran, kurulacak yuvanın temelini atan ve amele gibi elleri kanayana kadar çalışan analardı.

İşte 'Toprakana'lardı!

İstanbul-Sirkeci Garı'ndan her gün bir tren kalkardı, içi tıka-basa insan dolu.

Kadınlarımız, insanlarımız...

Almanya işçi istiyor ve Türkiye de işçi gönderiyordu.

Bundan 50 yıl önce insanlar geldi, Avrupa'ya...

O günlerde İstanbul - Sirkeci'den trene binen ve Münih'te bilmedikleri bir sonsuzluğa doğru yolculuk yapan kadınlar, sanatçının gözünde 'Toprakana'lardı.

Anadolu'dan Avrupa'nın göbeğine taşındılar fakat bu insanlar sadece iş gücü getirmediler. Kültür, sevgi, kardeşlik, inanç, töre getirdiler...

Almanya'nın ve Türkiye'nin ekonomisini desteklediler, kendi ailelerinin sağlam bir ekonomi düzeyine getirmek mutluluğuna eriştirdiler.

2005 yılında Münih sergimin ardından, İngiliz Bahçesi'nde gezerken, DTF e.V yöneticiler tarafından bir dostluk ödülünün tasarımının yapmamın sorulduğunda, kaldığım otel odasında kenara çekildim, bu onurlu soruyu aşağıdaki satırlarla ilk önce kendim için dile getirdim...

Kybele - bir heykelin anlatımı

anlat diyorsun bana, dost.
     hayat;
                    yer, gök, güneş ve su.
                  
     dört yol, inanç yoludur.
                    dört mevsim.
     dört kapı, tanrılara açılan,
                    ve dört kitap, bütün kutsallığıyla.
                  
     anlat diyorsun bana, dost
     insan;
                   renk, din, dil ve ulusallığıyla.
     işte onu özleyen, ana.
                   analardır çocukları adam eder,
                  
     sevmeli anaları
     ve sevmeli yaşamı
     yaşamı, seven insanı…
     kybele, işte o,
                  sevdiğim ana,
                  en büyük insan…
     İsmail Çoban / Wuppertal

Bu heykelin ortaya çıkmasındaki ana unsur; anaların gururlu yapısı, onurlu duruşlarını simgelemektir.

'Toprakana / Kybele'nin bu heykele konu olması işte bu nedenleydi...

Dostluk ödülünü simgeleyen bu heykelin temelini, bundan 50 yıl önce, Almanya'ya gelen 'Toprakana'lar attı.

Kybele / Toprakana'nın dostluğun, uzlaşmanın en güzel örneği olması dileklerimle."

İsmail Çoban

1945'te ailesinin 12. çocuğu olarak Çorum'da doğdu.

1955'te ilkokul öğrenimini Çorum'da Harhar Köyü İlkokulu'nda, ailesinin ilkokulu bitiren ikinci çocuğu olarak bitirdi.

1956 – 1959 yıları arasında İstanbul'da terzi çıraklığı yaptı.

1965'te Atatürk İlköğretmen Okulu'ndaki eğitimin akabinde (Hasanoğlan - Ankara) öğretmen oldu ve Ankara'da Lise olgunluk sınavlarını vererek liseyi de dışarıdan bitirdi.

Aynı yıl Siirt – Kurtalan / Rıdvan'da 4 ay öğretmenlik yaptı.

Ardından 1968 yılına kadar İstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu'na devam etti.

Bu arada Doğu Anadolu'da foto muhabirliği yaptı.

1968'te "mecburi" olarak Federal Almanya'ya "göç" etti.

1971'de Werkunst Schule Wuppertal'i devlet sınavıyla bitirdi.

1971'den bu yana serbest sanatçı ve resim, grafik heykeltraş olarak çalışıyor.

1978- 1986 arasında Federal Almanya Sanatçılar Derneği Genel Sekreterliği görevinde bulundu. 1987'de 1985-87 yıllarında Polonya'nın Krakau Kenti'nin restore çalışmalarına olan katkılarından dolayı Dr.h.c. ile ödüllendirildi.

1988'de Güney Kore Seul Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde "Doktora" çalışması kabul edildi ve akabinde "Profesör" ünvanı verildi.

Seul ve Busan Üniversiteleri Güzel Sanatlar Fakülteleri'nde, klasik heykel ve temel eğitim dallarında dersler verdi.

2005'te "İsmail Çoban Genç Sanatçılara Destek Vakfı"nı kurdu.

Wuppertal Kenti'nin resmi Altın Kesitli defterine, "Uluslararası Sanat Elçisi" olarak, T.C. Berlin Büyükelcisi M. Ali İrtemçelik'le beraber imza atmakla onurlandırıldı.

2006'da Azerbaycan Bakü'de, Devlet Güzeller Akademisi tarafından "Profesör" olarak uluslararası temsilciliğiyle yetkilendirildi.

Genç sanatcıları desteği onurlandırıldı ve akademinin fahri "Doktorluk", Dr.h.c. ünvanı verildi.

Bugüne kadar 153 kişisel ve 300 üzerinde karma sergisiyle, Almanya, Demokratik Alman Cumhuriyeti, Avusturya, İspanya, Belçika, İsvicre, Polonya, Holanda, İtalya, İngiltere, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Fransa, USA, Kanada, Güney Kore, Suriye, Türkiye, Mısır, Arjantin, Brezilya, Şili, Nikaragua, Küba, Japonya, Çekoslovakya, Sırbistan, Çek Cumhuriyeti, sergilere katıldı. Önemli bienallerde jüri üyesi olarak yer aldı... 

                                      [KanalKultur]

12 Eylül 2013 Perşembe

https://kanalkultur.blogspot.com/2013/09/prof-ismail-coban-kybeleyi-bir-dostluk.html


19 Ağustos 2021 Perşembe

Bölgemizde Krizler ve Aktörler

Bölgemizde Krizler ve Aktörler

 Dünyada yaşanan küresel değişimlere paralel olarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde de ciddi dönüşümler yaşanmaktadır.

Buna paralel olarak da yakın bölgemizde dönüşüm sancıları halen varlığını devam ettirmektedir. Arap Baharı Ortadoğu gündemini ve dinamiklerini daha karmaşık bir hale getirmiştir.

Filistin Krizi:

Şeyh Cerrah mahallesi olayları sonrası tekrar ortaya çıkan Filistin Krizi bölgede her an yeni yeni gelişmelerin yaşanabileceğine ve dengelerin değişebileceğine açık bir örnek teşkil etmektedir.

Filistin sorununda tamamen İsrail’in haksız ve hukuksuz taleplerini onaylayarak normalleşen ülkeler Filistinlilerin gösterdikleri topyekûn direniş nedeniyle zor durumda kalmışlar ve İsrail ile olan normalleşme sürecini sorgulamak durumunda kalmışlardır. 

İsrail’in işgal ettiği toprak çekilmeden, Filistin sorunu çözülmeden bölgede barışın sağlanamayacağının bilinmesi gereklidir ve şarttır.

Suriye

Ortadoğu’nun kanayan yarası haline gelen ve on yıldır devam eden bir diğer sorun da Suriye meselesidir. 

Suriye’de yaşanan çatışmalar nedeniyle binlerce insan topraklarını terk ederek göçebe durumuna düşmüştür.

Suriye’de çatışmalar halen devam etmektedir. Suriye’de küresel ve bölgesel aktörler arasında sorunun çözülmesine yönelik çalışmalarda herhangi bir netice alınamamıştır.

Ülkede akan kan ve gözyaşı dinmemiştir.

Durum böyle iken Beşar Esad formaliteden yapay bir seçim yaparak kendisini devlet başkanı seçtirmiştir.

ABD ise PKK/YPG terör örgütlerine eğitim, silah, mühimmat, teçhizat desteği vermeye devam etmektedir.

ABD bölgede devletimsi bir terörist yapıyı oluşturma heves ve arzusundan vazgeçmemiştir. PKK/YPG terör örgütü ABD’den aldığı silahlarla hedef gözetmeksizin eylemlerine devam etmekte ve hastaneleri, okulları, alışveriş merkezlerini roket, havan, top atışları ile vurmaya devam etmektedir.

ABD, Irak ve Suriye’de İran yanlısı milisleri roketler, füzeler ve uçaklarla vursa da bu milis güçleri ortadan kaldıracak operasyonları yapmaktan uzak durmaktadır.

Aynı taktiksel saldırıları Suriye’de İsrail de yapmaktadır.

Suriye’de siyasi çözüm sürecinin ana zemini olan Cenevre Görüşmeleri Esad ve destekçisi yerel ve bölgesel aktörlerin mesafeli yaklaşımı nedeniyle engelleniyor. 

Bu durumu daha vahim hale getiren ise ABD ve Rusya’nın görüşmelerin başlaması yönünde hiçbir baskı ve teşvik politikası uygulamamalarıdır.  

ABD ve Rusya Suriye’de kendi çıkar ve menfaatlerine uygun olarak faaliyetlerine açık ve örtülü olarak devam ediyorlar. 

İki ülkenin de Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve göçmenler gibi bir sorunları yoktur.

Irak

Irak ise ABD ve İran çatışmasının mücadele alanına dönmüş durumdadır. Irak’ta da siyasi ve sosyal belirsizlikler devam etmektedir. 

2003 yılında George W. Bush’un Irak işgali başarısız olmuş ve ülke bir kaos ortamına sürüklenmiştir.

Barack Obama yönetiminin Irak’tan plansız olarak çekilmesiyle de bu kaos ortamı daha da artmıştır. 

Bu durum Irak’ta İran destekli siyasi parti ve milis güçlerin etkin konuma gelmesine sebep olmuştur.  

2013-2014 yıllarında Irak’ta etkin olan IŞİD ile mücadele için oluşturulan Haşdi Şabi milislerinin askeri, siyasi, ekonomik etkinliği de eklenince Irak büyük ölçüde İran’ın etkili olduğu bir ülke haline geldi.

Haşdi Şabi milislerinin etkinliğinin artması güçlü bir Irak ordusunun kurulmasında engel teşkil etmiştir.

Bu dönemde ABD güçlü ve eğitimli bir Irak ordusunun oluşmasında pek de istekli olmamıştır.  ABD, merkezi hükümetinin ülkenin tamamını kontrol etmesini hiçbir zaman istememiştir.

Güçlü bir Irak’ın güçlü bir ordusu ile kuzeye hakim olması, Türkiye sınırını Türkiye ile birlikte kontrol altına alması, sınırını Türkiye ile birlikte kontrol etmesi ABD’nin politikaları ile örtüşmemektedir.

Haşdi Şabi’nin güçlenmesi ABD politikaları ile bir şekilde örtüşüyordu. 

İran’ın Ortadoğu operasyonlarının sorumlusu Kasım Süleymani ile Haşdi Şabi milislerinin başkan yardımcısı Ebu Mehdi el Mühendis arasındaki sıkı ilişkide Irak’ta mezhepsel ayrışmalara neden olmuştur.  

Her ikisinin de ABD’nin yaptığı bir operasyonla öldürülmesi başlangıçta çok etki yaratsa da, Trump’ın İran üzerindeki baskıyı askeri olarak değil de ekonomik ve diplomatik alanda tutması İran’ın Irak ve Suriye’deki etki alanını sınırlamıştır.

Haşdi Şabi milislerinin Irak ve Suriye’deki etkinliği devam etmiştir.

Irak’taki en önemli sorunlardan biri de İran- ABD çekişmesi nedeniyle ülkenin yönetilmez duruma gelmesidir.

Irak’ta yüksek oranda artan işsizlik, sağlık ve eğitim sorunları, alt yapı eksiklikleri nedeniyle aksayan belediye hizmetleri, elektrik kesintileri gibi sorunlar artmış, 2019 yılında özellikle gençlerin protestoları hükümetin düşmesine neden olmuştur. 

Irak’a ekonomik, siyasi ve güvenlik alanında müdahalelerde bulunan İran’a karşı da büyük bir tepki oluşmuştur.

Irak’ta İran karşıtı gösteriler özellikle Şii nüfusunun yoğun olduğu güney vilayetlerde ve Bağdat’ta olmuştur.

Irak’ta yapılan sokak gösterileri Covid-19 nedeniyle bir süre ertelenmiş olsa da sonradan tekrar devam etmiştir.

Bu dönemde petrol fiyatlarının düşmesi Irak’ta ekonomik durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir.

Bütün bu sorunlar nedeniyle Ekim 2021’de seçim yapılsa da kurulacak olan hükümetin sorunları çözmesi çok zor görülmektedir.

Kuzey Irak ise yapılan başarısız referandumdan sonra normale dönememiştir.

Merkezi hükümetten gelen bütçe ödeneklerinin gecikmesi nedeniyle memur maaşları dahi ödenemez duruma gelmiştir.

Bu durum Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY)’ni oluşturan Süleymaniye merkezli KYB ile Erbil merkezli KDP arasında görüş ayrılıklarına neden olmuş, KYB merkezi hükümet ile işbirliği içine gireceğini açıklamıştır.

IKBY içerisindeki görüş ayrılıkları devam etmektedir.

Süleymaniye’deki grupların PKK ile mücadelede isteksiz davranması Türkiye’nin Erbil yönetimi ile işbirliğini geliştirmesine neden olmuştur.

Türkiye PKK terör örgütünün Irak’ın kuzeyinde yerleşmesini önlemek, teröristleri bulundukları yerlerde etkisiz hale getirmek ve sınırlarını güvenliğini sağlamak amacıyla Irak’ın kuzeyine Pençe- 1 operasyonunu icra etmiş, Sidakan- Bradost- Hakurk bölgelerinde kalıcı üsler teşkil ederek, buralara yerleşmiş ve bu üs bölgelerinden etkili operasyonlar yapmaya başlamıştır.

2021 yılında Pençe-Kaplan operasyonunu icra ederek Sinat-Haftanin bölgelerini içerisine alacak şekilde Zaho-Batufa-Begova-Kanimasi hattında kalıcı üsler teşkil etmiş ve bu bölgelere yerleşmiştir.

Türkiye Mayıs 2021’de Pençe-Şimşek, Pençe-Yıldırım operasyonlarını icra etmiş, Zaho-Amediya-Metina Dağı- Zap bölgesini terörden temizlemiş, Metine Dağı başta olmak üzere bölgede kalıcı üsler teşkil etmiştir.

Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde yaptığı operasyonlar ile bölgeyi terörden temizlemiş, IKBY’ye bağlı yaklaşık 300 köy ve mezrada halkın güvenliğini sağlamıştır.

Pençe operasyonları sayesinde Duhok-Amedya-Şila Diza-Suri yolu güven altına alınmış, bu bölgelerde yaşayan insanlar rahatlıkla Duhok ve Zaho’ya gitmeye başlamışlardır.

Güvenliği sağlanan bölgelere Erbil’e bağlı peşmergeler yerleşerek üs ve karakollar teşkil etmeye başlamışlardır.

Bu bölgelerde peşmerge güçleri ile PKK terör örgütü militanları arasında zaman zaman çatışmalar yaşanmaktadır.

Yemen

Diğer sorunlu bir bölge olan Yemen’de çatışmalar ve iç karışıklıklar devam etmektedir.

Arap Baharı süreci ile başlayan çatışmalar nedeniyle ülke bölünmenin eşiğine gelmiştir.

Kuzeyde Husi merkezli çatışmalar ve protestolar ve güneydeki diğer gelişmeler de devam etmektedir.

İran’ın desteklediği Husiler başkent Sana dahil ülkenin önemli bir kısmını kontrol etmektedirler.  Husilerin gücünü kırmak ve ortadan kaldırmak amacıyla bölgeye müdahil olan Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon güçlerinin Abdulrabbu Monsurel Hadi hükümetine destek verseler de başarılı olamamışlardır.

Diğer taraftan ayrılıkçı Güney Geçiş Konseyi (GGK) ile BAE  Yemen’i bölerek güney sahillerine hakim olmaya çalışmaktadırlar.

BAE’nin amacı deniz ticareti için kritik olan bu kıyılardaki liman ve adaları işgal etmektir.

Yemen meşru hükümetinden yetkililer Babülmendep geçidinde stratejik konumda olan Maun adasında BAE’nin havaalanı ve askeri üs kurmaları suçlamalarına günlerce sessiz kalmışlardır.

Daha sonra Riyad liderliğindeki Arap koalisyonu Maun adasında askeri ekipmanların olduğunu açıklamıştır.

BAE destekli ulusal direniş kuvvetleri komutanı Tarık Salih, adaya asker konuşlandırdıklarını açıklamıştır.

Uluslararası alanda deniz ambargosu uygulayan Arabistan koalisyonu ve sivil hava alanlarının bombalanması bölgede yoksulluğun artmasına neden olmuştur.

İran ise bölgedeki Husileri desteklemeye devam edecek ABD ile yapılacak pazarlıkta ve diğer bölgesel meselelerde elini güçlü tutmak istiyor.

Suudi Arabistan rejim güvenliğine tehdit olarak gördüğü Arap Baharı’nı engellemeye çalışsa da kendini çok boyutlu sorunlar içerisinde bulmuştur.

Riyad yönetimi Mısır’da el-Sisi darbesine destek vermiş, Yemen’de Husileri mağlup etmek amacıyla yüksek miktarda ekonomik kaynak ayırmıştır.

Riyad, Muhammed bin Selman’ın iktidara yürüyüşünü garanti altına almak için ABD milyarlarca dolar ödeyerek uçak, silah, askeri ekipmanlar almış, İsrail ile normalleşme sürecine destek olmuş, resmi diplomatik ilişkiler kurmasa da normalleşme çabalarının arkasında durmuştur.

Hem Cemal Kaşıkçı cinayeti hem de insan hakları ihlalleri nedeniyle batı başkentlerinde oluşan olumsuz havayı engelleyememiştir.

BAE, batı çıkarlarının Körfez’deki savunucusu ve temsilcisi olmuş, Türkiye karşıtı politikalar izlemiştir. Halende izlemeye devam etmektedir.

Libya

Libya’da darbeci General Halife Hafter’i destekleyerek bölgede istikrarsızlık oluşturmaya devam etmektedir. 

Yemen’de ise Güney Geçiş Konseyi’ni (GGK) destekleyerek bölünmeye, iç çatışmalara yol açmaktadır.

BAE ise Sudan’da istikrarsızlığın artması ve seçimlerin ertelenmesi yönünde çalışmalar yürütmektedir.

BAE bütün Ortadoğu üzerinde daha çok kaos ve yıkıma yol açacak bölge halklarının refah, huzur ve istikrara kavuşmasına engel olacak şekilde hareket etmektedir.

Katar

Bölgedeki son dönemlerin etkili aktörlerinden birisi de Katar’dır.

Katar, ekonomik gücü ve arabulucu politikalar izlemesi ile öne çıkmıştır.

2017 yılından itibaren maruz kaldığı ekonomik ambargolardan en az etkilenerek hatta güçlenerek çıkmıştır.

Mısır, BAE, Suudi Arabistan gibi ülkelerle normalleşme sürecine giren Katar yönetimi aynı zamanda ABD-Taliban görüşmelerine ev sahipliği yapmış, Filistin-İsrail krizinde önemli rol oynayarak imajını ve görünümünü güçlendirmiştir.

Bölge istikrarına katkı sağlamaya çalışan Katar, birçok ülkede yaptığı yatırımlarla etkinliğini ve saygınlığı arttırmaya devam etmektedir.

Filistin gibi ekonomik sıkıntı çeken ülkelere ekonomik destek vererek diplomasinin insani boyutuna da dış politikada yer vermektedir.

Körfez İşbirliği ülkelerinden Kuveyt, Umman, Bahreyn gibi ülkeler bölgesel gelişmelerde etkisiz gibi görünüm sergileseler de özellikle Kuveyt yönetimi Filistin- İsrail krizinde ciddi bir etkinlik göstermiştir.

Mısır

Ortadoğu’nun merkez ülkelerinden Mısır’da da son yıllarda ciddi gelişmeler yaşanmıştır.

Türkiye ile ilişkileri gerginleşen Mısır, Libya krizinde Halife Hafter’e destek vermiş, Yunanistan, Kıbrıs Rum kesimi ile ikili ilişkilerini geliştirmiş, Yunanistan, Kıbrıs Rum kesimi ile Akdeniz’de ortak askeri tatbikatlar yapmıştır.

Son dönemde ise Mısır- Türkiye ilişkilerinde olumlu gelişmeler yaşanmaya başlamıştır.

Mısır ile Etiyopya arasında Rönesans Barajı’nda ikinci dolum aşamasına geçilmesi ile iki ülke arasında gerginlik yaşanmaya başlamıştır.

Mısır ile Etiyopya arasında su sorunu henüz çözüme kavuşturulamamış ve kritik bir aşamadadır.

Bu nedenle Mısır, Sudan ile ilişkilerini geliştirerek yanına almaya çalışmakta ve Etiyopya üzerindeki baskıyı artırmak istemektedir. 

Mısır son Filistin meselesinde de tarafsız kalmamış ve böylece Arap kamuoyundaki olumsuz havayı bir derece sınırlandırmaya çalışmıştır.

Sonuç olarak bölgedeki gelişmeler her ülkenin iç ve dış politikalarını etkilemeye devam etmektedir. Bölge ülkeleri izledikleri politikalarında zaman zaman değişik tercihler yapabilmektedir.

Mithat IŞIK

14 Ağustos 2021 

https://www.sde.org.tr/mithat-isik/genel/bolgemizde-krizler-ve-aktorler-kose-yazisi-23323


CADILAR BAYRAMI?

.   BİR GÜN CUMHURİYET, BİR HAFTA CADILAR .   Bir günlüğüne Cumhuriyet. .   Yalnızca bir gün. Bayraklarımızı çıkarıyoruz, şiirlerimizi okuyo...