30 Ocak 2022 Pazar

Göç Sürgün ve Mültecilik

Brecht’te Göç, Sürgün ve Mültecilik

           Hep yanlış buldum bize verdikleri adı:

            Göçmen,

            Göç eden demektir bu, oysa biz

            Göç etmedik, kendi isteğimizle

            Seçerek başka bir ülkeyi, gelmedik

            Bir ülkeye, sürekli kalmak için belki de orada

            Ama kaçtık, yurdundan sürülenleriz biz, kovulanlarız

            Bir yuva değil, bir sürgün yeri olur ancak

            Kabul edildiğimiz ülke bize

Brecht, ilk bölümünü okuduğunuz “Göçmenlerin Adlandırılması Üzerine” başlıklı bu şiirini 1937 yılında yazdı.

Danimarka’da sürgünde kaldığı kasabadan dolayı Svendborg Şiirleri adıyla yayımlanan kitapta yer alan şiirinde Brecht “sürgün” ve “göçmen” kavramları arasındaki farkı, özgürlükle ilişkilendirerek tanımlar. Lirik özne “biz”, kendilerine “göçmen” denilmesine karşı çıkıyor ve göç eden kişinin yurdundan kendi isteğiyle ayrılmasına karşılık kendilerinin kendi istekleriyle bir başka ülkeye gitmediklerini, fakat yurtlarından “sürülmüş”/“kovulmuş” kişiler olduklarını ve bu nedenle de “göçmen” denilmesinin doğru bir niteleme olmadığını belirtir.

On beş yıl sürecek olan sürgün hayatının henüz dördüncü yılında yazıyor Brecht bu dizeleri.

Nazi Almanya’sını parlamento (Reichstag) yangınının hemen ertesi günü, yani 25 Mart 1933 tarihinde ailesi ve birkaç arkadaşıyla birlikte apar topar terk edecektir.

Hayali bir röportaj biçimi vererek defterine düştüğü 1933 tarihli bir notunda her zamanki o müthiş mizahıyla şunları yazar:

Almanya’dan kaçtınız mı?

O sırada bir okuma için Viyana’da bulunuyordum.

Duydum ki Bay Hitler bir süre Almanya’nın meselelerini benim gibi düşünenleri işe karıştırmadan çözmeyi arzu ediyor. Bu amaçla etrafa tümüyle alışılmadık yetkiler dağıttığı için dönüşümü erteledim.

Daha iyi bir yaşam beklentisiyle gittiği ülkede kalacağı süreye genellikle kendi isteğiyle karar verebilen ve çoğunlukla geride bıraktığı ülkesinin durumu kendisini artık pek fazla ilgilendirmeyen göçmenden farklı olarak sürgün veya sığınmacı, kaçtığı veya kovulduğu ülkesindeki siyasal koşulların değişmesini gözler; sürgünün gözü, mecazi değil gerçek anlamıyla da hep topraklarındadır.

Sağ dönemeyecek olsa bile hiç olmazsa oraya gömülmek ister:

Roma İmparatoru Augustus’un o zamanki bilinen dünyanın diğer ucu olan Karadeniz kıyılarına gönderdiği, yeryüzünün ilk edebî sürgünü Ovidius’un (M.Ö. 43- M.S. 17; ölüm yeri Constanta – bugünkü Köstence) dizelerinde olduğu gibi:

            Bitsin sürgünlüğüm, yaşamak isterim

            Anayurdumda, kendi ocağımda, bırak öleyim

Ovidius’tan yıllar sonra aynı isteği, bu kez Nâzım Hikmet ünlü “Vasiyet” şiirinde dillendirecektir:

            Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü

            Ölürsem kurtuluştan önce yani,

            alıp götürün,

            Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni.

Nazilerin iktidara gelmesi üzerine ülkesinden kaçmak zorunda kalan Brecht de diğer bütün sürgünler gibi sürekli yurdundaki siyasal gelişmeleri gözlemektedir.

            Böyle huzursuzca oturuyoruz, olabildiğince sınırın yakınında

            Bekleyerek dönüş gününü, en küçük değişikliği

            Gözleyerek sınırın ötesindeki ve soru yağmuruna tutarak

            her yeni geleni; hiçbir şeyi unutmadan ve hiçbir şeyden vazgeçmeden

Ve göçmenle sürgün arasındaki farkı açıkladığı yukarıdaki şiirini, lirik özneyi şöyle konuşturarak bitirir: “Ama hiçbirimiz kalmayacağız burada / Çünkü son söz söylenmedi daha.”

Yine Svendborg Şiirleri’nde yer alan “Sürgün süresi üzerine düşünceler” başlıklı şiirinde de dönüş gününün fazla uzakta olmadığından son derece emindir:

            Bir çivi çakma duvara

            as bir sandalyeye ceketi

            değer mi telaşa dört gün için?

            Döneceksin yarın geriye.

            Sulama o küçük fidanı da.

            Var mı bir ağaç daha dikmenin anlamı?

            Bir basamak boyu bile büyümeden o,

            çekip gideceksin sen buralardan.

            İndir kasketini yüzüne, geçerken insanlar!

            Niye karıştırmalı yabancı dil kitaplarını?

            Seni yurduna çağıran haber,

            Bildiğin dilde olacaksa eğer.[1]

Kendi deyişiyle ayakkabıdan çok memleket değiştirerek birçok ülke ve şehre yapacağı sürgün yolculuğunda Brecht’in ilk güzergâhı şöyledir:

Prag, Viyana, Paris, İsviçre –hepsi de Almanya’ya yakın yerler…

Buralardaki kısa süreli konaklamalarının ardından sonunda Danimarka sahilinde Svendborg kasabası civarında, “olabildiğince sınıra yakın” bir çiftlik evine yerleşti.

Arkadaşı yazar Kläber’e “Paris’ten çıktığıma sevindim,” diye yazıyordu:

“Gerçi burası da pek eğlenceli değil, ama çalışmak için daha çok zaman var.

Radyo her akşam yeniden çalıyor, böylece tekrar bağlantı kuruluyor.”

Gazeteler, posta, radyo ve ara sıra gelen konuklar Brecht’in dış dünyayla tek temasıydı.

Gerçekten de üretmek için “çok zaman” buldu ve en önemli yapıtlarını, 1933-1939 yılları arasında burada, çiftliğin çalışma odasına çevirdiği beyaz badanalı ağılında kaleme aldı: 

Galilei’nin YaşamıCesaret Ana ve ÇocuklarıSezuan’ın İyi İnsanı, Lukullus’un SorgulanmasıSvendborg ŞiirleriTiyatro İçin Küçük Organon

Hitler birliklerinin Danimarka ve İsveç’e girmesi üzerine Brecht önce İsveç’e ardından bu kez Finlandiya’ya sığınır.

            Kendi hemşerilerimden kaçıp

            Vardım şimdi Finlandiya’ya. Dostlar

            Daha dün tanımadığım, birkaç yatak serdiler

            Temiz odalara. Hoparlörden

            Duyuyorum zafer haberlerini ayaktakımının. Merakla

            İnceliyorum kıta haritasını. Yukarda tepede Laponya’da

            Kuzey buz denizine doğru, küçük bir kapı görüyorum (Steffin Seçkisi, 1940)

Finlandiya’da (1940) kaldığı süre içinde “Sezuan’ın İyi İnsanı”, “Bay Puntila ve Uşağı Matti”nin yanı sıra Kaçakların Konuşmaları’nı yazar.

Diderot’nun, tüm anlatısını iki kişinin, yani Jacqes’la efendisinin aralarındaki söyleşi (diyalog) üzerinde kurguladığı Kaderci Jacques ve Efendisi’ni okuyup etkilenen Brecht “Mültecilerin/Kaçakların Konuşmaları”nı da buna benzer bir anlatım biçimiyle kaleme alır.

Brecht’in ölümüyle (1956) birlikte edebî terekesinden çıkan ve ilk kez 1961 yılında yayımlanan bu yapıt, henüz bir tiyatro oyunu ya da roman veya novel biçimi almamıştır –veya ona böyle bir biçim bilinçli olarak verilmemiştir.

Nesir mi, yoksa drama mı olduğu ayırt edilemeyen ve sadece fragmanlardan oluşan –Almanya’da tiyatro ve radyo oyununa uyarlanmış– bu küçük hacimli, fakat kıymetli yapıt Türkçeye değerli çevirmen Veysel Atayman tarafından İki Mültecinin Konuşmaları: “Kalle ile Ziffel” adıyla kazandırılmıştır.[2]

Metnin fragmanlardan ibaret olması, bir yönüyle sürgün olmanın estetik sonucu olarak da görülebilir:

Bir eksik olma hali, yarım kalma hali…

Brecht’in bu yapıtı, kendisinin de o sırada sığınmacı olarak bulunduğu Helsinki’de, tren istasyonunun lokantasında geçmektedir.

Bir istasyon lokantası seçilmiş olması da mülteci veya sürgün için ideal topostur.

Tam bir geçiş yeridir; kimse burada uzun süre kalamaz.

Çok sayıda insanın gelip gitmesi, buradan geçmesi mekânın ayırt edici özelliğidir. 

Konuşmalar’da temelde farklı iki karakter karşı karşıya gelir:

Fizikçi ve daha çok bir burjuva entelektüeli Ziffel ile emek hareketinde uzun süre yer almış bir metal işçisi Kalle.

Nazi Almanya’sından kaçmış olan bu iki karakter aralarında çeşitli konularda hararetle tartışsalar bile ikisi de dramatik olmayan, kahraman ve benzeriyle ilgisi bulunmayan figürlerdir.

Belirsiz bir süreyi bekleyen insanlar olarak, esas olarak zamanı geçirmek, kendilerine sonsuzmuş gibi gelen bekleme süresini kısaltmak ve kurtulması imkânsız görünen o her şeye sinmiş olan belirsizlikten çıldırmamak için sohbet ederler.

Toplumsal konumları ve kişilik özellikleri bakımından çok farklı olsalar da bu iki karakterin ortak bir noktaları vardır: faşizmden kaçış.

Belirgin bir özellikleri de mülteci/sığınmacı/kaçaklara özgü biçimde sürekli çevreyi kollayan tedirgin tipler olmalarıdır.

Göze batmak istemezler ve konuşurken acelecidirler.

Hep buluştukları istasyondan hiçbir yere gidemezler ve tüm sohbetlerinin sonunda aynı şey olur:

“Biraz sonra ayrıldılar ve uzaklaştılar. Herkes kendi yerine.”

İki Mültecinin Konuşmaları Helsinki istasyonunda ilk karşılaşmaları –tıpkı Diderot’nun Kaderci Jacques’ının efendisiyle karşılaşması gibi– rastlantı sonucu olan iki mülteci arasında geçen toplam 18 sohbetten oluşur.

İki mülteci yaptıkları bu sohbetlerde pasaport, erdem, cinsellik, eğitim, özgürlük, demokrasi gibi konularda ve –hiçbir yere gidemedikleri istasyonda sürekli söz ettikleri– farklı ülkeler hakkında düşündüklerini birbirlerine özlü (lakonik) biçimde aktarırlar.

Değindikleri her konu ve bu konuyla ilgili kavramlar, bunlara ithaf edilen ideolojik anlam giderilinceye kadar en küçük ayrıntısına dek somutlaştırılır, bölünür, soyutlanır ve kendi karşıtına dönüştürülür.   

Mülteciler için dünyanın en önemli nesnesi olan pasaport, doğal olarak konuşmalarının da ilk konusudur.

Uzun boylu olanı, “Bira, bira değil, bu püroların da püroya benzemeyişiyle denge sağlanmış oluyor, ama pasaport pasaport olmalı ki, insanı ülkeye soksunlar,” der.

“Pasaport,” diye karşılık verir tıknaz adam kendi kendine düşünürcesine, “bir insanın en soylu parçasıdır. Üstelik insan gibi öyle kolayca meydana getirilemez de. Bir insan, sorumsuzca ortada pek akla yakın bir neden bulunmaksızın da meydana gelebilir; ama bir pasaport asla. Bu nedenle bir insan istediği kadar iyi kabul görmezken, beriki iyi oldu mu, görür” (s. 7).

Uzun boylu olanı, Tıknaz’ın bu sözlerini onunla görüş birliği içinde tamamlar:

“Diyebiliriz ki, insan pasaportun mekanik bir taşıyıcısıdır sadece. Aslında kendisi değersiz olmasına karşın, değerli nesneleri içeren bir kasaya hisse senetleri tomarlarının tıkıştırılması gibi, insanın iç cebine sıkıştırıverirler pasaportu” (s. 7).

Uluslararası kapitalizmin insanları, değerli bir pasaportun konduğu değersiz bir kap haline getirdiğini vurgular Brecht daha başında diyalogların –bir belgenin yüksek değeri vardır; insanın değil.

Herhangi bir pasaport, pasaport değildir; bir bakıma insan için pasaport değil, pasaport için insan gereklidir.

İkinci sohbetten sonra Ziffel, yazmakta olduğu anıları cebinde, hemen hemen her gün istasyon lokantasına gidip Kalle’nin yolunu gözler.

Helsinki’de Kalle’den başka Almanca bilen kimseyi tanımamaktadır.

Kendilerini ifade etmeye, konuşmaya müthiş susamış insanlardır mülteciler; bu ihtiyaçlarını gidermek için her zaman birbirlerini ararlar ve bir araya geldiklerinde de çok “konuşkan” insanlar olurlar.

Brecht’in mültecileri ise insanın ve dünyanın genel durumlarını ele alırlarken kendi kişisel deneyimleri veya sorunlarına, bunlar ancak konuşulan konuya, yani genele ışık tutuğu ölçüde yer verirler.

İkisinin de en duyarlı oldukları konulardan biri de faşizmdir.

Beşinci görüşmede fizikçi olan Ziffel bilim-politika ve bilim-çıkar ilişkisini kendi bilgi ve deneyimleri aracılığıyla açıklar ve sözü Hitler’e getirir:

Adıneydiherneyse, birdenbire herkesin ağzındaydı. Bu olağanüstü adam, sanat ve olağanüstü birasıyla ün salmış bir taşra kentinde yıllardan beri çevresine küçük burjuvaları toplamış ve onları, bizim ülkede pek de alışkın olmadığımız bir dil ustalığıyla, büyük bir çağın yaklaştığına inandırmıştı.

Birkaç yıl sirkte boy gösterdikten sonra, Birinci Dünya Savaşını yitiren bir general olan Reich-başkanının güvenini kazanmış, kolundan tutulup başa geçirilmişti; ikincisini hazırlamak için (s. 36).

On birinci konuşmada Ziffel, Hegel diyalektiği hakkında düşüncelerini açıkladıktan sonra bu konudaki sohbeti diyalektik düşünme ile mültecilik arasında ilginç bir bağlantı kurarak bitirir.

Diyalektiğin en iyi öğrenildiği yer, sürgündür. En keskin diyalektikçiler ise mültecilerdir. Değişiklikler sonucu mülteci olmuşlardır ve değişmelerden başka bir şey görmezler. En küçük belirtilerden en büyük olayları sezinlerler; mantıkları varsa tabii… Ve çelişkiler için çok duyarlı gözleri vardır. Yaşasın diyalektik (s. 66).

Ziffel’in tutmuş olduğu notlardan mültecilere bulundukları ülkede çalışma izni verilmeyişini Norveç’in Nordland şehrine yerleşmiş biyoloji uzmanı bir mültecinin tanıklığıyla öğreniriz.

“Benden istenilen tek şey, gittiğim yerde hiçbir şekilde herhangi bir bilimsel çalışmayla ya da başka bir işle uğraşmamamdı. İç çekerek imzaladım sözleşmeyi.”

Nordland’a sığınan bu mültecinin, yine kendisi gibi çalışma izni verilmeyen bir doktor tarafından burnundan ameliyat olabilmesi için tek güvenli yer olarak istasyona yakın büyük bir otelin tuvaleti bulunur.

Ancak operasyonun başlayacağı sırada tuvalete giren bir otel müşterisi tarafından görülüp kovulurlar.

Brecht’in mültecileri “yurtseverlik” konusunu da tartışırlar:

-Ziffel “İnsanın vergi ödediği ülkeyi daha çok sevmesi gerektiği, bir tuhafıma gitmiştir hep.

Temel taşı, az şey ile yetinmedir.

Çok iyi bir özelliktir bu; hele elde ayakta zaten bir şey yoksa…” derken, Kalle’ye göre “İnsanın seçme olanağı olmaması yurt sevgisini daha temelde sarsmaktadır. Yani sevdiğinizle evlenemiyorsunuz, ama evlendiğinizi sevmeniz gerekiyor.

Önce bir seçme olanağı istiyorum:

Diyelim ki bana bir parça Fransa gösteriyorlar ve İngiltere’den şöyle bir iki kısım, sonra iki İsviçre dağı ve ardından deniz kıyısından birazcık Norveç…

Uzatıp parmağımı gösteriyorum ve: ‘Bunu kendime yurt edindim’ diyorum.

İşte o zaman değerini bilirim buranın.

Oysa şimdi içimdeki duygu, hani bir kez penceresinden aşağıya düştüğünüz kata bir daha ısınamayışınız gibi bir şey” (s. 60).

Kendilerine güvenli bir sığınak bulma hayaliyle ve çaresizce içine dolduruldukları döküntü teknelerle, hatta şişme botlarla önlerindeki koca denizi aşmak için çıkılan “umuda yolculuk”ta Akdeniz’in suları, her yıl çoluk çocuk her yaştan binlerce insana mezar oluyor.

Avrupa devletleri ise bu mülteci seline karşı güvenlik önlemlerini artırarak “sınırları” tahkim etmekten başka hiçbir politika geliştirmiyor.

Çoğunlukla sığınmacıların pasaportları ve kimlikleri değiştirildiği için, sözgelimi şu anda Akdeniz’de ölmekte olan kişilerin kimlikleri ancak –eğer cesetleri bulunursa– nadiren belirlenebiliyor.

Avusturyalı oyun yazarı Maxi Oberex, İllegal Yardımcılar adlı gerçek kişilerin tanıklıklarıyla yazdığı bir tür belgesel oyununda bir idari yargıcın sözlerine de yer verir;

 “Akdeniz’de ölüm sadece korkunç bir ölüm değil,” diyor, “aynı zamanda sessiz –ve görünüşe göre kabul edilmiş– bir ölüm.

En geç elli yıl içinde bu bir insanlık suçu olarak yorumlanacak,” diyor yargıç.

Umarım bundan seksen yıl önce yazılmış olduğu halde Kalle ile Ziffel’in yapıt boyunca tartıştıkları birçok konunun yanı sıra, –günümüzde ekonomik kriz, salgın gibi– dünyanın/insanlığın en yakıcı sorunlarından biri olan göç ve mülteciliğe de hâlâ ışık düşürmeyi sürdüren İki Mültecinin Konuşmaları –ama mutlaka onun sürgün şiirleri de eklenerek– yeniden yayımlanır ve böylece okura sürgün ve mültecilik bağlamında Brecht’le yeniden karşılaşma imkânı verilmiş olur.

Meriç Gök

30 Ocak 2022 Pazar

 [1] Alman Edebiyatından Esintiler -şiir seçkisi-. çev. Mevlüt Asar, Kanguru Yayınları, 2020, s. 47.

[2] Bertolt Brecht, İki Mültecinin Konuşmaları: “Kalle ile Ziffel”, çev. Veysel Atayman, Birim Yayınları, Birinci Basım, 1984.

https://birikimdergisi.com/guncel/10889/brechtte-goc-surgun-ve-multecilik

*************************************************************************

30 OCAK 1923: Lozan'da, imzalanan Mübadele Protokol ve Sözleşmesi ile Yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan yeni bir ülkeye, yeni bir kente; yeni bir hayata adım atan 1. Kuşak "mübadilleri" düşünelim..

*****************************************************************************************


23 Ocak 2022 Pazar

Adalet Mülkün Temelidir

 .  "Adalet Mülkün Temelidir"

  • "Mülk" Arapça bir sözcüktür.
  • Arapça “adl” sözcüğünden dilimize geçmiştir.
  • Hak, hukuk ve haklılıkla ilgili, iç içe kenetlenmiş bir kavramdır.
  • "Devlet, ülke, iktidar, düzen, egemenlik, saltanat" anlamlarına gelir.
  • Yani bu cümlenin anlamı tam olarak şöyledir:
  • "Adalet devletin temelidir."
  • "Adalet (egemenliğin) temelidir."
  • "Adalet mülkün temelidir" sözünün Atatürk'e ait olduğu düşünülür fakat bu söz Hz. Ömer'e aittir.
  • Adalet mülkün temelidir sözü ile anlatılmak istenen bir devletin veya düzenin esası adalettir.
  • Adalet, temel olarak sosyal mutluluk şeklinde ifade edilebilir.
  • En adil düzen, en fazla insana en üst düzeyde mutluluk sağlayan düzendir.
  • Adaletin var olabilmesi için toplumsal mutluluğun objektif ve kollektif bir şekilde varlığı zorunludur.
  • Adalet ile eşitlik iç içedir, eşitlik ve eşitsizlik, adaletli düzende herkes için benzer koşullarda ve düzeyde olacaktır. Herkesin hak ve özgürlükleri eşit düzeyde gerçekleşecektir.
  • Adalet, doğrudan hukuku tanımlayan bir değer olarak hukukun meşruiyetini kuran iradeyi oluşturur.
  • Öyle ki; “adil olmayan kanun, kanun değildir” özdeyişiyle bu gerçek ifade edilmiştir.
  • Adalet, insanlığın en büyük gıdasıdır; adalet devletin, savunma da adaletin temelidir.
  • Adalet toplumsal bir namustur, insanlığın ikinci güneşidir.
  • Adaletin herkesi gönendirecek biçimde gerçekleşmesi, mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıç güvencesiyle olur.
  • İnsanlığın çok eskiden beri arzuladığı bir duygu olan, hukukun idealini ve amacını oluşturan adalet, esas anlamında ahlaki vazifelerin yerine getirilmesidir.
  • Başka bir tanıma göre adalet, adaletsizlik duygusunu doğuran nedenleri ortadan kaldırmak aksaklıkları düzeltmek ve adaletsizlik duygusunun doğmasını engellemek şeklinde tanımlanabilir.
  • Bazı düşünürlere göre adalet kavramı, ‘iyi’ kavramı ile, bazılarına göre eşitlik, bazılarına göre hak, bazılarına göre hukukun amacı, bazılarına göre mutluluk, bazılarına göre ise toplumsal iyi ve toplumsal mutluluk vs. kavramlar ile ilişkilendirilmiş ve hatta eş anlamlı olarak kullanılmıştır.
  • Adaletin, iktidara eleştiri yapılmaması, çünkü iktidarın kendiliğinden adil olduğu şeklinde düşünülmesi bu anlamda görecelilik yaratır; çünkü iktidarın adil olup olmadığı düşüncesi de, yönetilen bireylere göre değişebilir.
  • Mutlak olarak adil bir iktidar söz konusu değildir, iktidarın adil olup olmadığı, yönetimi altında bulunan kişilerin bakış açılarına göre değişir.
  • Anayasal bir kavram olan yürütme kuvvetini oluşturan siyasi iktidar, bu sebeple meşruiyetini anayasadan, ya da anayasaya uygunluğundan alır diyebiliriz.
  • Devlet sözcüğü, dilimize Arapçadan girmiştir.
  • “Devl” kökünden gelir ve el değiştirme, elden ele geçme anlamına gelir.
  • devlet “belirli bir insan topluluğunun, belirli bir toprak parçası üzerinde egemen olmasıyla oluşan, hukuki kişiliğe sahip devamlı bir teşkilattır.
  • Bu tanımdan yola çıkarak devletin temel olarak üç unsura sahip olduğunu söyleyebiliriz:
  • İnsan unsuru, toprak (ülke) unsuru ve egemenlik unsuru.
  • Devletin insan unsuruna kısaca millet, toprak unsuruna ise kısaca ülke denir. Millet, birbirine bir takım bağlarla bağlanmış bir topluluktur.
  • Devlet terimi hukuki bir terimdir ve devletin hukuki ve biçimsel kaynağı anayasadır.
  • Devletin temel amaç ve görevlerini sayan anayasamızın 5. maddesi “adalet ilkeleri” kavramına da yer vermiştir.33 Madde metninde, devletin temel hak ve hürriyetleri koruma görevinden bahsedilirken, devletin, temel hak ve hürriyetleri sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmakla görevli olduğu belirtilmiştir yani devlete bu konuda pozitif bir edim yüklenmiştir. Bu anlamda adalet terimi, temel hak ve özgürlüklerle ilişkilendirilmiştir.
  • Anayasamızın başlangıç kısmında da adalet kavramına yer verilmiştir. Buna göre “her Türk vatandaşı, bu anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahiptir”.
  • Adalet kavramı, anayasamızın, Cumhuriyetin niteliklerini sayan 2. maddesinde de kendisine yer bulmuştur.
  • Anayasamız başka bazı maddelerinde de adalet kavramına veya “adil” kelimesine yer vermiştir.
  • Anayasamız, adalet sözcüğünü, ağırlıklı olarak, temel hak ve özgürlükler ile birlikte kullanmış ve temel hak ve özgürlüklerden adalet anlayışı içinde yararlanmayı uygun görmüştür.
  • Sonuç: Adalet kavramı, ilkçağlardan günümüze, var olduğuna inanıldığı halde nitelikleri üzerinde ortak bir anlaşmaya varılamayan ve tanımlanamayan bir kavramdır. Adalet, pek çok anlama gelmek üzere kullanılmıştır. Örneğin, eşitlik, orantı, hak, hukuk, erdem, mutluluk, iyi vs.
  • Bir değer yargısı belki bir kişi için, devletin temeli olabilir ve fakat herkes için bunun böyle olması mümkün değildir.

***********************************************************************

  • Bu sebeple, devletin temeli, adalet değildir hukuktur.

*********************************************************************************

KAYNAK:

ADALET MÜLKÜN TEMELİ MİDİR? Ayşen SEYMEN ÇAKAR

http: // tbb dergisi. barobirlik . org . tr/ m 2013 - 106- 1275

 

8 Ocak 2022 Cumartesi

Çin ve değişen dünya

     Çin ve değişen dünya dengeleri 

Çin ekonomisi, ülkede ekonomik reformların başladığı 1978 yılından sonra 35 yıl boyunca yılda ortalama yüzde 10 büyüdü. Bu hızlı büyüme sonucunda ülke ekonomisi 2014 yılı sonunda, 1978 yılındaki büyüklüğünün 28 katına ulaşmış ve satın alma gücü paritesiyle bakıldığında, yani iki ülke arasındaki fiyat farkları hesaba katıldığında, ABD ekonomisini geçerek dünyanın en büyük ekonomisi konumuna gelmiş bulunuyordu.

Benzer bir süreç Doğu ve Güney Asya'nın genelinde de işliyor. Bu bölgenin günümüzdeki en büyük 10 ekonomisinin satın alma gücü paritesiyle toplam büyüklüğü 1970 yılında, Kuzey Amerika ve Avrupa'nın günümüzdeki en büyük 10 ekonomisinin toplam büyüklüğünün üçte birinden azdı.

Bu Doğulu ekonomilerin toplam büyüklüğü batılı olanlarınkini 2011 yılında yakaladı ve geçti. Aynı dönemde Çin ekonomisinin bu doğulu ekonomilerin toplam büyüklüğü içindeki payı üçte birden yarıya yakın bir düzeye çıktı ve Çin bölge ülkelerinin hemen hepsi için, ABD'nin yerini alarak en büyük ticaret ortağı durumuna geldi.

Bu süreç aynı şekilde devam ederse odağında Çin olmak üzere Doğu-Güney Asya'nın dünyanın ekonomik, ardından da politik, merkezi konumuna geldiğini görebiliriz. Böyle bir gelişmenin Türkiye için yaşamsal önemde sonuçları olacağı çok açıktır.

Ancak Çin ekonomisi son yıllarda, baş döndürücü büyüme hızından çok sorunlarıyla gündeme geliyor.

Ülke ile ilgili haber ve yorumlar, büyüme hızının düşmesi; şirketlerin borçluluk düzeyinin yüksekliği; finansal sistemde gölge bankacılık olarak nitelenen aracılık işlemlerinin hızlı ve kontrolsüz büyümesi; konut sektöründe balon oluşumu; demir-çelik ve alüminyum gibi sektörlerdeki fazla kapasite; ülke parası RMB'nin değer kaybı; ücretlerdeki hızlı artış nedeniyle rekabet gücünün azalması gibi sorunlar üzerinde yoğunlaşıyor. Bu sorunlar çerçevesinde hızlı büyümenin sonuna gelindiği, Çin'i bir krizin beklediği yolunda değerlendirmeler yapılıyor.

Bu sorunlar gerçekten bir krize yol açıp Çin ekonomisinin ve buna bağlı olarak bölgenin hızlı büyüme sürecini durdurursa, dünyanın sözünü ettiğimiz denge değişimi de duracak veya en azından hız kesecektir.

Bu nedenle dünya ekonomisinin gidişi ile ilgili sağlıklı bir kestirim yapmak için Çin ekonomisinde yaşanan sorunları doğru bir çerçeveye oturtmak gerekiyor.

Sorunlar ve ülke yönetiminin değişim projeleri

Ülke ekonomisinin son zamanlardaki sorunlarını yorumlarken bunların birçoğu ile ülke yönetiminin değişim projeleri arasındaki ilişkilere dikkat etmek gerekiyor.

Örneğin ülke parası RMB üzerinde değer kaybı baskısı oluşmasında, ülke yönetiminin RMB'yi ABD doları gibi bir uluslararası para yapma projesi çerçevesinde uyguladığı politikaların payı bulunuyor.

Ülkeye finansal yatırım amacıyla para giriş-çıkışı yakın zamanlara kadar neredeyse tümüyle yasak iken, 2009 yılından sonra sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamalar bu proje çerçevesinde gevşetildi, anakara Çin dışında Hong Kong başta olmak üzere RMB'nin işlem gördüğü merkezler oluşturuldu, merkez bankasının RMB'nin değeri üzerindeki kontrolü gevşetildi.

Ülkede 2015 ortalarından sonra görülen sermaye çıkışları ve buna bağlı olarak RMB'nin değer kaybetmesi büyük ölçüde bu değişimlerin olanak vermesiyle gerçekleşiyordu.

Bunun bir diğer örneği, bir politik değişim projesi çerçevesinde yürütülen yolsuzlukla mücadele kampanyası. Resmi verilere göre bu kampanya çerçevesinde 2013 yılından başlayarak üç yıl içinde yetkinin kötüye kullanımı nedeniyle cezalandırılan devlet görevlisi sayısı 750 bini buluyordu.

Bunlardan 35 bini yolsuzluk suçlamasıyla yargıya sevk edilmişti. Yargıya sevk edilenlerin 150 kadarı, eski Politbüro üyeleri, generaller, bakanlar, eyalet yöneticileri, büyük devlet şirketi yöneticileri gibi çok üst düzey parti ve devlet görevlileriydi.

Kampanya, kısmen bunlardan çıkar sağlama olanakları azaldığından, kısmen de harcamalarla ilgili suçlamalardan korktuklarından devlet görevlilerinin yeni projeleri başlatmakta çekingen davranmaları sonucunda, bazı değerlendirmelere göre ekonomik büyüme hızında 1-1,5 puanlık bir azalmaya yol açmış bulunuyor. Bu kampanyanın ülkeden sermaye çıkışı ve buna bağlı olarak RMB'nin değer kaybında da rol oynadığı düşünülüyor.

Ülkenin işgücü maliyetlerindeki hızlı artış da bu türden bir örnek oluşturuyor. Ücretler ve diğer işgücü maliyet kalemlerindeki artışta ülke yönetiminin, ekonomik büyümeyi iç talebe dayandırmaya, ekonomiyi ucuz işgücüne dayalı üretim yapısından uzaklaştırmaya, reform döneminde çok bozulmuş olan gelir dağılımında iyileşme sağlamaya yönelik politikaları büyük rol oynuyor.

Bu politikalar çerçevesinde 2000'lerin başlarından bu yana ülkede sosyal güvenlik olanakları artırılıyor, çalışma koşullarını iyileştiren düzenlemeler yapılıyor ve asgari ücretler reel olarak hızla arttırılıyor.

Örneğin 2011-2015 yıllarını kapsayan Beş Yıllık Plan döneminde asgari ücretlerde öngörülen ve gerçekleşen ortalama yıllık artış yüzde 13'tü; bu dönemde ortalama enflasyon ise yüzde 3 dolayındaydı.

Nüfus dinamikleri ve ekonomik gelişme yanında bu politikalar sonucunda, Uluslararası Çalışma Örgütü verilerine göre 1998-2013 yılları arasında çalışanların ücretlerindeki yıllık ortalama artış batılı ekonomilerde yüzde 1,5-3 aralığındayken Çin'de yüzde 14 olmuştu.

Dolayısıyla Çin ekonomisinin sorunlarını değerlendirirken bunların birçoğunun değişim projelerinin maliyeti olarak ortaya çıktığı, başarıya ulaşmaları durumunda bu projelerin maliyetlerinin yerini, getirilerinin alacağını hesaba katmak gerekiyor.

Öte yandan yönetimin, sıkıştığında bu projelerde geri adım atarak maliyetlerinden kaçınma olanağı bulunuyor. Bunun bir örneğini ülke yönetiminin RMB üzerindeki değer kaybı baskısını hafifletmek için son zamanlarda sermaye hareketleri üzerinde kontrolleri sıkılaştırması ve merkez bankasının döviz kurlarının belirlenmesindeki rolünü arttırması oluşturuyor.

Bu, yönetimin RMB'nin güncel istikrarı için gelecekte bir uluslararası para olma hedefini ötelemesi anlamına geliyordu.

Talep sorunu: İhracattan iç talebe

Ülke ekonomisinin günümüzdeki sorunlarının, bu tür değişim projeleriyle bire bir bağlantısı olmayan ana kaynağını ise talep yetersizliği oluşturuyor.

Küresel kriz öncesi dönemde ekonomik büyüme bütünüyle ihracata bağlı değildiyse de, yılda ortalama yüzde 26 artan ihracat ekonominin büyüme hızına önemli bir katkı yapıyordu.

Küresel krizle beraber ihracat ve buna bağlı olarak ekonomik büyüme hızı düşmeye başlayınca ülke yönetimi 2008 yılı sonlarında altyapı yatırımlarına dayalı büyük çaplı bir canlandırma programı ve bunu destekleyecek gevşek para politikaları uygulamaya koydu.

Ekonomik büyüme hızını tekrar çift haneli düzeylere çıkarttıysa da, ülkenin idari yapısıyla ilgili aşağıda ele alacağımız nedenlerle bu programın yeterince iyi yönetilememesi, şirketlerin aşırı borçlanması, gölge bankacılık, sanayide fazla kapasite, konut sektöründe balon oluşumu sorunlarının ortaya çıkmasına yol açtı.

Bugün ihracat artık Çin ekonomisinin büyüme motoru değil; 2012 sonrasında ihracatın ortalama yıllık artışı yüzde 5 dolayında, yani ekonominin büyüme hızının altında kalıyor. Buna karşılık tüketim harcamaları, büyük ölçüde büyümeyi iç talebe dayandırmaya yönelik politikalara bağlı olarak ekonominin büyüme hızından hızlı artıyor.

Bunun sonucu olarak tüketim harcamalarının ülke GSYH'sine oranı 2010 yılında yüzde 48 dolayında iken 2015 yılında yüzde 52 dolayına çıkmış bulunuyordu.

Ancak tüketim harcamalarındaki bu artış ihracatın bıraktığı boşluğu henüz dolduramıyor, ekonominin ülke yönetiminin "yeni normal" dediği yüzde 7 dolaylarındaki hızlarda büyümesi, bunu sağlayacak dozda kamu yatırım harcaması ve gevşek para politikası desteğiyle gerçekleşiyor.

Bu, açık veya kapalı olarak kamu borçlanmasında artış anlamına geldiğinden uzun dönemde sürdürülebilir olmasa da, Çin'in kamu borç yükü diğer ülkelere göre düşük düzeyde olduğundan yakın gelecek için bir sorun oluşturmuyor.

Dolayısıyla ülke yönetiminin, iç tüketimin talep içindeki payını arttırmaya yönelik politikalarını uygularken, bu politikalar hedefine ulaşıncaya kadar büyümeyi kamu altyapı harcamaları ile hedeflediği düzeylerde tutabilme olanağı bulunuyor.

Ülkenin tarımsal üretim yapısı ile ilgili gündemdeki reformların da, bir yandan kentleşme yoluyla tüketim, bir yandan tarımdan sanayiye işgücü aktarım yoluyla burada değinmediğimiz nüfus yapısı ile ilgili sorunlara çözüm olarak ekonominin büyümeyi ivmelendirme potansiyeli bulunuyor.

Güncel koşullara bağlı sorunlar

Ekonominin güncel sorunları olan sanayide fazla kapasite, bankalar dışındaki finansman faaliyetlerinin kontrolsüz büyümesi, inşaat sektöründe balon oluşumu, şirketlerin aşırı borçluluğu sorun dörtlüsünün ilk ikisinin çözümüne yönelik gelişmeler oluyor.

Çelik üretimindeki fazla kapasitenin azaltılması için 2016 yılında 30 milyon ton dolayında - Türkiye'nin toplam üretimine, ABD'nin toplam üretiminin yüzde 40'ına denk- toplam üretim kapasitesi olan çok sayıda tesis kapatılmasını, son zamanlarda bankacılık, sigortacılık, sermaye piyasaları denetim kurullarının ortak girişimleriyle gölge bankacılık faaliyetlerinin düzenlenmesine yönelik adımlar atmasını bu şekilde değerlendirebiliriz. İnşaat sektöründe balon oluşumunu ise ülke yönetimi, zaman zaman sektörün frenine basıp, bunun ekonomiye olumsuz etkisi artınca serbest bırakarak kontrol altında tutuyor. Ancak şimdiye kadar şirketlerin borçluluk sorunu konusunda sonuç alıcı adımlar atılmış değil.

Bu sorunla ilgili gelişmelerin ülkenin 2012 yılında göreve gelmiş ve normal koşullarda 2022'ye kadar görevde kalacak Xi Jinping yönetiminin 2017 sonundaki parti kongresinden güçlenerek çıkması ile hızlanmasını bekleyebiliriz.

Bu sorunların bu günden yarına bir kriz oluşturma olasılığı, borçlanmanın şirketlerin genelinde değil, ağırlıklı olarak kamu şirketleri ve inşaat, gayrimenkul, fazla kapasite olan demir-çelik gibi sektörlerde yoğunlaşması; bankacılık sisteminin neredeyse bütünüyle kamu mülkiyetinde olması ve devletin finansal sistemin tümü üzerindeki güçlü bir kontrolü neredeyse olanaksız görünüyor.

İdari yapı: Büyümenin motoru ve freni

Çin'in idari anlamda - politik değil- son derece âdemi merkeziyetçi ve yarışmacı idari olan yapısı ülke için günümüzde bir diğer büyük sorun kaynağı oluşturuyor. Bu yapı içinde her katman altındakilerin hedeflerini belirliyor ama hedeflere nasıl ulaşıldığına, bunun için gereken kaynak konusu da dâhil, pek karışmıyor.

Yerel yöneticilerin terfi olanakları ve ücretleri, başta büyüme hızı olmak üzere, bu hedeflere ulaşmaktaki, diğer yerel yönetimlerle karşılaştırmalı başarılarına bağlı bulunuyor.

Bu da yerel yöneticiler bir büyüme yarışı içinde tutuyor.

Bu yapı bir yandan ekonominin hızlı büyümesinde, bir yandan da birçok sorunun ortaya çıkışında da önemli rol oynuyor.

Küresel krize karşı canlandırma programının kontrolden çıkması ve yukarıda sözünü ettiğimiz sorun dörtlüsünün ortaya çıkmasına yol açan bu yapı, ülkenin yolsuzluk, çevre yıkımı, bozuk gelir dağılımı gibi sorunlarını da derinleştiriyor ve çözümlerini zorlaştırıyor. Temelinde gücün denetimi olan bu sorunun çözümü için geçtiğimiz yıllarda ülke yönetimi yerel yöneticilerin doğrudan seçimi, basın ve yayın organları tarafından denetimi, yargının denetim aracı olarak güçlendirilmesi gibi yaklaşımlara yönelmişti.

Xi Jinping döneminde ise ağırlığın parti iç denetimine verildiği görülüyor.

Ülkede süren yolsuzlukla mücadele kampanyasının da bu çabanın bir parçası olduğu anlaşılıyor.

Bu ülke yönetimlerinin gündeminde baş sırayı aldığından ve bunu sağlamak için idari yapıda birçok değişiklik yapılmış ve yapılmakta olduğundan, yerel yönetimlerin gücünün, bunların etkinliğini fazla düşürmeden denetlenmesinin önümüzdeki yıllarda şu veya bu şekilde başarılacağını varsayabiliriz.

Kısacası...

Kısaca söylemek gerekirse, Çin ekonomisinin sorunlarının çözülüp, çift haneli hızlarda olmasa da Batılı gelişmiş ülkeler ve dünya ekonomisine göre hızlı bir tempoda büyümeyi sürdürme olasılığı hiç de düşük görünmüyor.

Türkiye'nin farklı bir dünya için hazırlıklı olmasında büyük yarar bulunuyor.

Çin üzerine çalışmaları 1980'li yıllarda başlayan ve bu alanda dersler veren Fatih Oktay, yakında çıkacak kitabı "Çin; Ekonomi ve Politika: Yeni Büyük Güç ve Değişen Dünya Dengeleri" ile ülkenin özellikle Mao sonrası dönemine ışık tutuyor.

Kitap, Çin'i her yönüyle derinlemesine ele alan, herkesin okuyabileceği ama geniş kaynakçası ve dipnotlarıyla araştırmacıların da yararlanacağı kapsamlı bir çalışma olarak öne çıkıyor.

800 sayfalık kitabın İş Bankası Yayınları'ndan temmuzun ilk haftasında çıkacak.

Fatih OKTAY - ARAŞTIRMACI/ÖĞRETİM GÖREVLİSİ

https://www.dunya.com/kose-yazisi/cin-ve-degisen-dunya-dengeleri/371488

 

1 Ocak 2022 Cumartesi

2022 için tahminler:

   2022 yılı için tahminler:

Hepimiz için yeni bir dönem geliyor

Koronavirüs salgını hakkındaki tahminlerinin tutması sebebiyle geniş bir yankı uyandıran ünlü iş insanı Bill Gates, 2022 yılı için tahminlerini sıraladı.

Gates, "2022 çoğumuz için pandemi sonrası yeni normale geçilen bir yıl olacak" ifadelerine yer verdi.

Microsoft'un kurucusu Bill Gates, 2015 yılında koronavirüsle ilgili yaptığı tahminlerin tutması nedeniyle salgın dönemi boyunca en çok konuşulan isimlerden biri olmuştu. Gates'in 2022 yılı için tahminleri de dikkatle izlendi. Gates, yıllık değerlendirmesini yaptığı bloğunda 2022 yılının normalleşme yılı olacağını belirtti.

"TOPLANTI ALGISI DEĞİŞECEK"

Şu sıralar sıklıkla tartışılan Metaverse'ün toplantı yapma şeklimizi dönüştüreceğine inandığının altını çizen Gates, "Önümüzdeki iki veya üç yıl içinde, çoğu sanal toplantının, ızgara şeklinde dizilmiş 2 boyutlu kamera görüntülerinden, 3 boyutlu dijital avatarları içeren Metaverse'e geçeceğini tahmin ediyorum. Hem Facebook hem de Microsoft kısa süre önce bunun için vizyonlarını açıkladılar ve bu da çoğu kişiye nasıl görüneceğine dair ilk görüşlerini verdi" dedi.

"NORMALİN YENİ VERSİYONU OLACAK"

Gates, pandeminin en kötüsünün 2022'de sona ereceğine inandığını söylerken, koronavirüs sağlık krizinin birçok kalıntısı devam etse bile, normalin yeni bir versiyonuna yerleşeceğimizi söyledi. '2022'de çoğumuzun pandemi sonrası yeni normale nihayet yerleştiği bir yıl geçireceğini düşünüyorum' diyen Gates sözlerine şöyle devam etti:

"Benim için bu, koronavirüs vakaları umarım azalırken biraz daha ofise gitmek anlamına gelecek. Üç çocuğumun da evden ayrıldığı ve günüm onlarla geçirecek zaman bulmak üzerine yapılandırılmadığı için evde yeni bir ritim bulmak istiyorum. Bloğum ve diğer kanallar aracılığıyla insanlarla etkileşim kurmak için daha fazla zaman harcamayı dört gözle bekliyorum."

https://www.sondakika.com/dunya/haber-bill-gates-ten-2022-yili-icin-tahminler-hepimiz-14598554/

 

2022 Yılında Dünyada Neler Olacak ?

The Economist Dergisi’nin 2022 Yılı Kehanetleri

2022 Yılında dünyayı neler bekliyor ? “Büyük Reset” sırasında neler olacak ? Paranın patronları 2022 yılı için neler planladı?

Pandemi, kuraklık, küresel ısınma, gıda krizi, enflasyon, güvenlik problemleri, göç ve daha nice olasılık hayatlarımızı nasıl etkileyecek ? Hamza Yardımcıoğlu Bahar Feyzan’ın sorularını yanıtlıyor ve The Economist Dergisi’nin 2022 Yılı beklentilerini sunduğu kapak fotoğrafını yorumluyor.

Kapak fotoğrafları ve kullandığı görsellerle yakın geleceğe dair öngörülerde bulunduğu iddia edilen, bu nedenle merakla takip edilen The Economist bir kez daha gündemde. Derginin 2022 yılında olacaklara ilişkin kullandığı simgeler tartışma konusu oldu. 

Geçtiğimiz yıl "2021'de Dünya" manşetiyle okurlarının karşısına çıkan ve aşı, metaverse, yangınlar, Donald Trump, ABD'deki bölünmüşlük, koronavirüs, enflasyon gibi konulara gönderme yapan dergi, 'World Ahead 2022' (2022'ye Doğru Dünya) başlığını kullandığı kapakta da yine ilgi çekici imgeler kullandı. 

Konu Beyaz TV'de yayınlanan Ne Var Ne Yok adlı programda masaya yatırıldı. Programa konuk olan stratejist Abdullah Çiftçi, Economist dergisi kapağındaki verilerin aslında 'kehanet' değil, sadece küresel düzeyde planlar yapan güç odaklarının tasarım lansmanından ibaret olduğunu dile getirdi. 

Belli çevrelerin sözcüsü konumundaki yayınları takip edenler için durumun sürpriz olmadığına işaret eden Çiftçi, son yıllarda küresel ölçekte geniş bir kullanım ağına ulaşan Bitcoin-kripto para kavramının aslında 1988 yılındaki Economist kapağında ilan edilmiş olduğunu hatırlattı.

2022 kapağının şifrelerine geçmeden önce Çiftçi şu hususlara dikkat çekti:

"Orada yanan nakitlerin üzerinde kripto para görülüyordu.

Ayrıca kapakta 'phoenix bird' (anka kuşu) kullanılmıştı.

Küllerinden yeniden doğmayı simgeleyen bu kuşun kendi mitolojilerinde bir anlamı vardı.

1987 yılında Cyber Fox diye bir grup, blockchain üzerinde çalışıyordu.

Dünya üzerinde tüm yetkiyi hükümetlerden alıp halka verme projesi yürütüyorlardı.

 Bu projeleri kullanıma girdi ancak teknolojiyi geliştirmiş bu grubun tüm üyeleri öldürüldü.

Biz ne zaman duyduk Bitcoin'i? 2009'da. Economist'te ne diyordu?

Efendim 2008 yılında ekonomik kriz çıktı ve bunun alternatifi olarak bu geliştirildi. Halbuki proje çok eskiye dayanıyordu. Finansın sahipleri yeni bir finans sistemi varediyor. Bu yolda bazı kişileri de kullanıp attılar."

Çiftçi bunları hatırlattıktan sonra Economist dergisinin 2022 kapağında kullanılan şifrelerin analizine geçti.

 İşte Çiftçi'nin söylediklerinden satır başları...

"2022'de ana mücadele Çin ile ABD arasında olacak. NATO, tarihinde Çin'i ilk kez hedefe koydu. Çin ile ABD arasında süreci belirleyecek unsurlardan biri (kapaktaki) şırınga. Kovid sonrası dünyada ABD ile Çin arasında şu kavga olacak: Dünya ekonomisini Çin'in sistemi mi Amerikan sistemini toparlayacak? Savaş şu an şırınganın gölgesinde gidiyor." 

DÜŞMAN MİKROSKOPLA GÖRÜLÜYOR 

"En sağda yenilenebilir enerji-iklim krizi var. Onun aşağısında mikroskop var. Şu anki savaşın yeni alanı bu... Düşman ancak mikroskopla görülebilir. Biyolojik savaştan bahsediyor, bu devam edecek. Ayrıca kapakta uyduları görüyoruz. Çin 'telekomünikasyon alanında dünyada standardı ben koyacağım' diyor. Sanayi devriminde standartları batı koydu, Amerika koydu, bütün aletlerin bir standardı oluştu, prizin bile. Çin şimdi diyor ki, sanayi devrimi batının kontrolündeydi, dördüncü sanayi devriminde benim standartlarım geçerli olacak. Dünya benim koyduğum standartlarda üretim yapacak. Savaşın konusu şu an bu. 5G ve yapay teknolojisi burada önde gidiyor. Uydu sembolü de dijital uzay savaşını yansıtıyor."

https://youtu.be/zktK0OHOujI

https://www.trhaber.com/genel/economist-dergisi-kapaginin-sifreleri-2022-yilinda-ne-olacak-h20049.html

 

The Economist Kehanetleriyle 2021

2021 için Amerika ve Çin arasında yaşanacak olası krizlere, global ölçekteki ekonomik sıkıntılara, salgın hastalıklara ve çevre sorunlarına dair kehanetler sunuyor.

Bütün bunların gerçeklerle ne kadar örtüşeceği elbette zamanla anlaşılacak.

Editör Tom Standage , bu yılki World Ahead hakkında şöyle yazdı:

- "Eğer 2021 dünyanın gidişatı pandemiye karşı çevirdiği yıl olsaydı, 2022'ye hem pandemi tarafından yeniden şekillendirilen alanlarda hem de yeni gerçeklere uyum sağlama ihtiyacı hakim olacak. Daha derin eğilimler kendilerini yeniden ortaya koyuyor."

  - Şimdi 36. yılında, The World Ahead , diziyi gelecek yıl için bir rehber olarak daha doğru bir şekilde tanımlamak için The World In olarak yeniden adlandırıldı . Bu yılki baskı, 2021'de mRNA koronavirüs aşılarının yaptığı gibi toplum üzerinde beklenmedik şekilde ani bir etkisi olabilecek gelişen teknolojiler hakkında özel bir bölüm içeriyor.

-    Önümüzdeki Dünya birçok öngörü içeriyor olsa da , 2022 için on ana tema şu şekilde:

1- Demokrasi ve otokrasi . Amerika'nın ara seçimleri ve Çin'in Komünist Parti kongresi, rakip siyasi sistemlerini canlı bir şekilde karşılaştıracak. İstikrar, büyüme ve yenilik sağlamada hangisi daha iyi? Bu rekabet, ticaretten teknoloji düzenlemelerine, aşılardan uzay istasyonlarına kadar her şeyde oynayacak. Başkan Joe Biden , özgür dünyayı demokrasi bayrağı altında toplamaya çalışırken, işlevsiz, bölünmüş ülkesi, değerleri için zayıf bir reklamdır.
2- Pandemik ila endemik . Yeni antiviral haplar, geliştirilmiş antikor tedavileri ve daha fazla aşı geliyor. Gelişmiş dünyadaki aşılı insanlar için virüs artık yaşamı tehdit etmeyecek. Ama yine de gelişmekte olan dünyada ölümcül bir tehlike oluşturacak. Aşılar hızlandırılmadıkça, covid-19 zenginleri değil fakirleri etkileyen birçok endemik hastalıktan sadece biri haline gelecek.
2- Enflasyon endişesi . Tedarik zinciri aksamaları ve enerji talebindeki artış fiyatları yukarı itti. Merkez bankacıları bunun geçici olduğunu söylüyor ama herkes onlara inanmıyor. İngiltere , Brexit sonrası işgücü kıtlığı ve pahalı doğal gaza bağımlılığı nedeniyle özellikle stagflasyon riski altındadır.
4- İşin geleceği . Geleceğin "hibrit" olduğu ve daha fazla insanın evden çalışarak daha fazla gün geçireceği konusunda geniş bir fikir birliği var. Ancak ayrıntılar üzerinde anlaşmazlık için çok fazla alan var. Kaç gün ve hangileri? Ve adil olacak mı? Anketler, kadınların ofise dönme konusunda daha az istekli olduklarını gösteriyor, bu nedenle terfiler için gözden kaçırılma riskiyle karşı karşıya kalabiliyorlar. Tartışmalar ayrıca vergi kuralları ve uzaktan çalışanların izlenmesi üzerinde de beliriyor.
5- Yeni teknoloji . Amerika ve Avrupa'daki düzenleyiciler,yıllardır teknoloji devlerini dizginlemeye çalışıyorlar, ancak büyümelerinde veya kârlarında henüz bir engel oluşturamadılar. Şimdi Çin , teknoloji firmalarını acımasız bir baskıyla kırarak liderliği ele geçirdi. Başkan Xi Jinping, onların oyun ve alışveriş gibi boş şeylere değil, jeostratejik avantaj sağlayan "derin teknolojiye" odaklanmalarını istiyor. Ancak bu, Çin inovasyonunu artıracak mı yoksa endüstrinin dinamizmini bastıracak mı?
6- Kripto büyüyor . Tüm yıkıcı teknolojiler gibi, düzenleyiciler kuralları sıkılaştırdıkça kripto para birimleri evcilleştiriliyor. Merkez bankaları da kendi merkezileştirilmiş dijital para birimlerini piyasaya sürmeye çalışıyor. Sonuç, finansın geleceği için -kripto-blockchain-DeFi kalabalığı, daha geleneksel teknoloji firmaları ve merkez bankaları arasında- 2022'de yoğunlaşacak olan üç yönlü bir mücadeledir.
7- İklim krizi . Orman yangınları, sıcak hava dalgaları ve sellerin sıklığı artsa bile, konu iklim değişikliğiyle mücadeleye geldiğinde politika yapıcılar arasında çarpıcı bir aciliyet eksikliği hakim. Üstelik, karbondan arındırma, tıpkı jeopolitik rekabetleri derinleşirkenBatı ve Çin'in işbirliği yapmasınıgerektiriyor. Harvard araştırmacıları tarafından 2022'de gerçekleştirilecek, yüksek irtifa balondan loş güneş ışığına toz salanbir güneş enerjisi mühendisliği deneyine dikkat edin -bu hızda, dünyaya daha fazla zaman kazandırmak için gerekli olabilecek bir teknik. karbondan arındırmak.
8- Seyahat sıkıntısı . Ekonomiler yeniden açıldıkça faaliyetler hızlanıyor. Ancak Avustralya ve Yeni Zelanda gibi sıfır covid “bastırma” stratejisi izleyen ülkeler, virüsün endemik olduğu bir dünyaya geçişi yönetme gibi zor bir görevle karşı karşıya. Bu arada, iş seyahatlerinin yarısı kadarı tamamen gitti. Bu gezegen için iyi, ancak seyahatleri yüksek harcama yapan iş seyahatinde olanlar tarafından sübvanse edilen turistler için kötü.
9- Uzay yarışları . 2022, rakip uzay turizmi firmaları tarafından taşınan devlet çalışanlarından daha fazla insanın ücretli yolcu olarak uzaya gittiği ilk yıl olacak. Çin yeni uzay istasyonunu bitirecek. Film yapımcıları sıfır g'de film yapmak için yarışıyor. Ve NASA, kulağa bir Hollywood filmigibi gelen gerçek hayattaki bir görevde, bir uzay sondasını bir asteroide çarpacak.
10- Siyasi futbol . Pekin'deki Kış Olimpiyatlarıve Katar'daki Dünya Futbol Kupası,sporun dünyayı nasıl bir araya getirebileceğinin hatırlatıcıları olacak - ama aynı zamanda büyük spor etkinliklerinin çoğu zaman siyasi futbola dönüşmesi. Milli takımların boykot etmesi pek olası görünmese de, her iki ev sahibi ülkeye yönelik protestolar bekliyoruz.

      -The Economist'in gazetecilerine, The World Ahead 2022'de gelecek yıl için fikirlerini ekleyen iş, siyaset, bilim ve sanattan liderler katılıyor : 

Bristol belediye başkanı Marvin Rees ; Francis Fukuyama , kıdemli araştırmacı, Stanford Üniversitesi ; Ramachandra Guha , tarihçi; Ma Jun , müdür, Halk ve Çevre İşleri Enstitüsü, Pekin ; Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa ; Mexico City belediye başkanı Claudia Sheinbaum ; Audrey Tang , dijital bakan, Tayvan; Tareq Amin , CTO, Rakuten; Atelier Ventures'ın kurucusu Li Jin ; Chris Dixon , genel ortak, a16z; BioNTech'in kurucu ortakları Uğur Şahin ve Özlem Türeçi; Abu Dabi Kültür ve Turizm Bakanı Mohamed al Mubarak ; ve Ai Weiwei , sanatçı.

The Economist
KAYNAK The Economist               https://www.prnewswire.com/news-releases/2022-will-be-the-year-of-adjusting-to-new-realities-according-to-the-economists-the-world-ahead-2022-301419393.html

******************* Yeni yılın sizlere, ülkeme ve dünyaya barış, sağlık, mutluluk, adalet ve huzur getirmesini dilerim.   Gönen Çıbıkcı *******************************


CADILAR BAYRAMI?

.   BİR GÜN CUMHURİYET, BİR HAFTA CADILAR .   Bir günlüğüne Cumhuriyet. .   Yalnızca bir gün. Bayraklarımızı çıkarıyoruz, şiirlerimizi okuyo...