. ŞEYHLİĞİN FELSEFİ BOYUTU
“Fısıldanan
sözlerdir fırtınayı getiren; güvercin ayaklarıyla gelen düşünceler yönetir
dünyayı.” Nietzsche
Felsefe;
evrende var olan bütün olgu, obje ve olayın akıl ve mantık boyutunu irdeler.
Kişilerle
değil, fikirlerle meşgul olur.
Bu
nedenle öznel değil, nesneldir.
Olgunun
ruhunun röntgenini çekerek gerçekliğini tespit eder.
Felsefe
irdeleme işlemini yaparken kendi ürettiği akıl, algı ve düşünme aygıtlarını
kullanır. Dolayısıyla bu yazımızda, insanın ürettiği akıl, algı ve düşünme
kavramlarının teknik bilimsel bilgileriyle şeyhliğin felsefi analizi
yapılacaktır.
Şeyhlik,
sadece dinsel bir kavram değildir.
Onun
özelliklerini taşıyan din dışı ya da laik kişi de şeyhtir.
-
AKIL
Akıl,
düşünme işlemini yapan aygıttır.
İnsan;
biri “biyolojik” yani hayvani, diğeri “lojik” yani insani olmak üzere iki
yapıdan oluşur. Dolayısıyla, biri “beyin” adı verilen hayvani, diğeri “logos”
adı verilen insani olmak üzere iki akıl vardır.
Hayvani
akıl, insanın doğal bedeninde doğuştan, a priori / verilidir, yerleşiktir.
Herkeste
hemen hemen eşit olarak vardır.
Bu
doğal akıl, tanrı vergisi olabilir.
Bu
akıl, insanın biyolojik bedeninin ihtiyaçlarını yönetir.
Kişisel
çıkar üzerine içgüdü ve dürtüler üzerinden doğal duygularla otomatik çalışır.
LOGOS,
beşeri akıl demektir.
Lojik
akıl, insanın biyolojik bedeninde doğuştan bulunmaz, a posteriori / kazanımlıdır.
Çünkü
o biyolojik değil, beşeridir.
O,
Tanrı vergisi değil, insanın ürünüdür.
Biyolojik
akıl, bu aklı yabancı görür.
Bu
nedenle lojik akıl egemen kılınmadığında, insan bedeni biyolojik akıl ile
çalışır ve bu durumda hayvani davranışlar doğar.
İnsanlık,
lojik aklı beş milyon yıl önce icat etmiş, insana monte etmiş ve günümüze kadar
düşünme işlemiyle fikir ve bilgi üreterek geliştirmiştir.
İnsanın
insani yapısını yönetir ve fikirlerle çalışır.
Lojik
akıl, insanın ürettiği fikir ve bilgiden oluşur.
Dolayısıyla
bu akla herkes sahip olabilir.
Lojik
akla sahip olmanın tek gereği, beşeri akılla düşünme işlemi yaparak fikir ve
bilgi üretmektir.
İnsanlar
arasında eşitsizlik bu akılla doğmaktadır.
İcatları
yapan da insan kafası, bizimki de insan kafası.
Peki
neden icatları başka kafalar yapabiliyor da biz yapamıyoruz.
Neden
bizim dinsel de laik kafalar da icat yapamıyor?
Çünkü
ikisi de şeyhlik kafasına sahiptirler.
Şeyh
kafası, icat yapamayan kafadır.
-
Sistemsiz ve Sistemli Akıl
Beşeri
akıl, sistemlilik açısından sistemsiz ve sistemli olmak üzere iki çeşittir.
İnsanlık,
Sistemsiz aklın kuralı, ilkesi, düşünme sistemi ve metodu yoktur. Sistemsiz
akıl, hayali mitos üretir.
Şeyhlik,
sistemsiz aklı kullanır.
Sistemli
akıl, kuralları ve ilkeleri olan akıldır. İnsanlık, sistemli akla günümüzden
iki bin beş yüz yıl önce felsefe ile ulaşmış ama çağımızda egemenliğini
kurmuştur. Bundan sonra insan hayatı, sistemli akılla üretilen ürünlerle
sürüyor.
-
Sınırlı ve Sınırsız Akıl
Akıl,
kullanılması bakımından sınırlı (mukayyet) ve sınırsız (mutlak) olmak üzere iki
çeşittir.
Felsefe
sınırsız aklı, dinler sınırlı aklı kullanırlar.
Şeyhlik
sistemi aklı, sınırlı kullanma sistemidir.
Aklı
sınırlı kullanmak gelişmenin önündeki en büyük engeldir.
-
Aklın Çapı
Akıl,
çapı bakımından çeşitlere ayrılır.
Bu
çap, devirler süresince, düşünme işlemi yapmaya orantılı olarak genişlemiştir.
Bu
nedenle bir sonraki çağın aklının çapı, öncekilerine göre daha geniştir.
Kişilerin
aklı da, düşünme işlemi yapmalarıyla orantılı farklılık arz eder.
Bu
nedenle bin yıl önceki akıl çapıyla günümüzün ürünleri algılanamaz.
Dolayısıyla
bin yıl önceki İslam alimlerinin akıl çapıyla günümüz sorunlarını çözmek
imkansızdır.
Aklın
çapı geliştikçe, mevcudun ilerisinde icatlar yapmak olanaklaşır.
Mevcut
aklın çapı genişlemedikçe mevcudun ilerisinde icat yapmak imkansızdır.
Aklın
çapının genişlemesinin bir başka önemi şudur.
Daha
önce rasyonel hatta ahlaki görülen şeyler, irrasyonel ve gayri ahlaki görülür.
Mesela çağımız öncesi akıl çapı, insan bedenine uygulanan fiziksel cezaları rasyonel ve ahlaki görürken, çağımızınki onları irrasyonel ve gayri ahlaki ve suç görmekte ve onları yasaklamaktadır.
Dolayısıyla çağımızdan önceki hukuki
cezalar, bunlara kutsal kitaplardaki cezalar da dahildir, günümüzde irrasyonel
ve gayri ahlaki görülmekte ve bu nedenle bu cezalar, günümüz hukuku nazarında
suç sayılmaktadırlar.
Aynı
şekilde, kadın erkek eşitsizliği çağımız öncesinde rasyonel görülürken,
çağımızda irrasyonel görülmekte ve suç yapılmaktadır.
Yine
çağımız öncesi akıl çapı, monarşiyi ve şeyhliği rasyonel görürken günümüzünki
irrasyonel görmektedir.
Demokrasi
ve eşitlik, çağımız öncesinin akıl çapını üretme kapasitesinde değildi.
Akıl
çapı bakımından da, şeyhlikle demokrasi bir arada gitmez.
-
ALGILAMA
İnsanda,
biri “pathos”la, diğeri “logos”la olmak üzere iki türlü algılama vardır.
-
Pathosla Algılamak / Hedonizm
Pathosla
algılamak, doğal duygularla animal algılamadır.
Bu,
insanın hayvani doğasıdır.
Pathosla
algılayan insan, insani olan şeyi doğal duygu kalıplarına dökerek algılar.
Varlığı
fikirle değil, duygusal işaret ve simgelerle somut algılar.
Bununla
algılayanlar anlamazlar, ağlarlar.
Pathosla
hareket etmek, hedonizmdir.
Hedonizm,
hazcılıktır.
Duygu
düşkünü kişi hedonist olur.
Zevklerini
ve nefretlerini konuşturur.
Kindar
olmanın kaynağı bu hedonistliktir.
Şeyhlik;
varlığı, logosla değil, pathosla algılamaktır.
-
DUYGU ÇEŞİTLERİ
İnsanda
biri doğal (emotion), diğeri insani (sensation) olmak üzere iki çeşit duygu
vardır.
Doğal
duygu beladır ve insan olmaya en büyük engeldir, çünkü hayvani kimyasal
hormonlarla üretilir.
İnsani
duygu güzeldir, çünkü insani düşünlerle üretilir.
Bu
nedenle doğal aşk tehlikelidir çünkü hormonaldir, ama insani aşk güzeldir,
çünkü romantiktir.
-
Logosla Algılamak / Zeoletizm / Zahmetçilik
Logosla
algılamak, beşeri akılla kavramsal düşünerek hümünal algılamaktır.
Bu
algılama, zor bir iş olduğundan felsefi anlamı zeoletizm, zahmetçilik demektir.
Logosla
algılayan kişi olgu, obje ve olayı, doğal değil hümünal gerçekliğiyle algılar.
Logos,
düşünlere hitap eder.
Düşünlere
hitap etmek, aklı inandırıcı rasyonel fikirlerle ikna etmekle olur.
Düşünlere
hitap zordur ama etkisi uzun sürelidir.
-
AGNOSTİKLİK
Agnostiklik;
bilimsel bilmemezliktir.
Tanrı,
henüz bilimsel bilgi ile bilinmemektedir.
Bu
nedenle; tanrıya inanan da inanmayan da bilim açısından agnostiktir.
Soyut
Tanrı’nın varlığı ve yokluğu konusu bilimsel bir konu değildir.
Logosla
idesel kurgulanan bir konudur.
Tanrı,
soyut bir kavram olduğu için ancak zor bir işlem gerektiren logos ile yapılan
sistemli düşünme ile üretilen idelerle algılanabilir, pathosla değil, Logosla
algılamasını becermeyen ve
Onu
pathosla algılayan insan, Tanrı’yı hiçbir zaman hakkıyla algılayamayacaktır.
“Tanrıya
inanan da inanmayan da agnostiktir. Çünkü ikisi de Tanrı’yı bilmemek üzerine
kuruludur.”
-
DÜŞÜNME
- Sistemsiz
ve Sistemli Düşünme
- Sofistik
Düşünme
Sistemsiz
düşünme, sofistik düşünmedir.
Hiçbir
mantık kuralı ve ilkesine tabi olmadan hayal ile yapılan atmasyon, tutmasyon,
spekülasyon, mitos ve mistik düşünmedir.
Bu
nedenle mantıksız düşünmedir.
Biyolojik
zevk ve nefretlerden oluşan duygusal fantezileri düşünür.
Nitekim
bu düşünme hiçbir teknolojik icat yapamamıştır.
Şeyhlik,
sistemsiz sofistik mantıksız düşünmeyi kullanır.
Bu
düşünme, gelişmenin önündeki en büyük ve tek engeldir, çünkü insanların
düşünmelerini önler, Kuran’ın dahi anlamını anlamadan duyguları etkileyecek
şekilde Arapçasının müzikle okunmasını dikte eder.
Düşünme
işlemi yapmadan geçirilen her dakika, insanın zihnini büzüştürür, düşünme yetisini
tüketir ve değişip gelişmesini önler.
Fransız
filozof Ernest Renan (1823-1892), “Değişememenin tek yolu,
düşünmemektir,” demiştir.
Gelişmek
isteyenler, mutlaka zor işlem olan bu sistemli düşünmeyi yapmak zorundadırlar.
Sistemli
düşünme yapmayan herkes, dinsiz de olsa şeyhtir.
-
Sistemli Düşünme
İnsanlık,
Milattan önceki son bin yılda geçtiği felsefi düşünmeye kadarki beş milyon
yıllık sürede sistemsiz düşünme yaparak mitos üretmiştir.
Felsefi
düşünmeye geçince Mantık disiplinini kurarak sistemli düşünme yapmaya
başlamıştır. Mantık, doğru düşünmenin ilkelerini ve kurallarını ortaya koyar.
Mantığın
belirlediği sistemli akılla düşünmenin ilkeleri kısaca şunlardır:
- Düşünme
ile üretilen fikrin; gerçekle ilintisi, geçerli ve tutarlı olması, çelişkili ve
aynı anda hem doğru hem yanlış olmamasıdır.
Sistemli
düşünme, daha önce din adı altında insanları mitoslarla kandırıp sömürenlerin
saltanatına son vermiştir.
Bu
nedenle şeyhlik kafası, sistemli düşünme olan felsefeye ve filozoflara
düşmandır.
-
Güdümlü ve Güdümsüz Düşünme
Şeyhlik,
dinler ve kutsal kitaplar gibi, güdümlü, sınırlı ve şartlı düşünmeyi kullanır.
İleri
sürdükleri önermelerinin kabul edilmesi şartıyla ve sınırıyla güdümlenen
düşünmeye izin verirler.
Onları
çürütecek düşünmeye izin vermezler.
Bu
düşünme ile gelişme olmaz.
-
TARTIŞMA
Güdümleyiciler,
fikirlerini tartıştırmazlar.
Çünkü
sahip oldukları fikirlerin güçlü olmadığına dair bilinçaltı bilincine
sahiptirler.
Fikirlerinin
çürütülmesi durumunda kendilerinin yok olacakları fobileri vardır.
Ayrıca
fikirlerinin, çürük olduklarının insanlar tarafından bilineceğinden de
korkarlar.
Velhasıl
tartıştırmayan kişi, korkak kişidir.
-
Tartışma ve Psikoz
Şeyhlik
sistemi, kendi dogmasını, tartıştırmaz.
Çünkü
onu o makama o dogma getirmiştir.
Dogmasını
tartışmayı, şeyhin kendisini tartışmak olarak görür.
Bütün
tartışmaları kendisine tehdit olarak algılar.
“Tek
gerçek dindir” diyerek, kendi dini dogmasını da, tartıştırmaz.
Ama
o, kendisinin dışındaki din anlayışlarını tartışma reddetme özgürlüğüne
sahiptir.
Aslında
diğer din anlayışlarının gerçek din olup olmadıklarını ve Allah katındaki
durumlarını dert etmez.
Çünkü
onun derdi, gerçek din değil, kendisidir.
Şu
bir gerçektir ki; tartışmadan alınan fikir, insan hafızasında yerleşir,
zihninde yerleşmez.
İnsan
zihni, tartışma yapmadığı fikri algılayamaz, onunla oluşamaz ve onu zihniyet
haline getiremez.
Türkiye,
bin yıl önce İslam’a girdi ama ona tartışmaksızın, sultanın talimatıyla girdi.
O
zaman ve bin yıl boyunca onu hiç tartışmadığından, bin yılda bile hala İslam’ı
anlayamamış, öğrenememiş, onunla oluşmamış, doğru dürüst Müslüman olamamış ve
onu kendi zihniyeti yapamamıştır.
Aynı
durum laiklik için de geçerlidir.
Bir
asır önce laikliği tartışmadan aldığından ve onu hiç tartıştırmadığından bir
asır sonra da hala laikliği ne anlamıştır ne de onunla oluşmuştur.
- SONUÇ
Bir
insanlar, bir de insanlık vardır.
İnsanlık,
insanlar tarafından üretilir ama insanlardan çok farklı bir şeydir.
Çağımızın
akıl çapı ve düşünme düzeyi, insanlarla yapılmış ama insanların değil,
insanlığın ürünleridirler.
Bu
nedenle insanlığın ürettiği çizgiye bütün insanlar hemen geçememektedirler.
İnsanlık
çizgisi, ilk insanlıktan beri oluşturulmaktadır.
Her
kesiti, dünyanın başka bölgelerinde başka insanlar tarafından oluşturulmuştur.
Bugünkü
kesiti de Batı’daki insanlar tarafından oluşturulmaktadır.
Ama
bu kesit, Batı’nın ürünü değildir.
Bunun
en önemli nedeni, bir ürün bir milletin olabilmesi için, onun o millet
tarafından üretilmesi gerekir.
Genellikle
kültürler böyledir.
Halbuki
bu kesit, hasbelkader orada yaşayan düşünürlerin ürünleridirler.
Batı
toplumu, kültürüne ve düşünsel yapısına aykırı ve yabancı gördüğü için bu
düşünürleri asırlarca öldürmüştür.
Fakat
düşünürler pes etmeyip insanlık için ısrarla fikir üretmeye devam etmişlerdir.
Tek
güçleri kafaları idi.
Sonunda
fikirleri egemen kılmışlar ve Batı toplumu bu yeni zihniyete ayak uydurmaya
başlamıştır.
Müslümanlar,
çağımızın akıl çapı ve düşünme biçimine ayak uydurmak zorundadırlar.
Bu
ayak uydurmak, onlar için ontolojik meseledir.
Aksi
takdirde varlıklarını sürdürmeleri imkansızdır.
Batı’daki
düşünürler, kendi toplumlarını yararlandırdıkları fikirlerini Müslümanlardan
saklamıyorlar, çağdaşlaşmaları için bu fikirlerini onlara açıyorlar.
Ama
Müslümanlar, dinlerini gerekçe göstererek bu değişime karşı direnmektedirler.
Direnmenin
nedeni, bu düşünme işlemini yapmanın zor olmasından İslam adı altında geçmişin
kolaylığında yaşamak istemelerindendir.
Başta
Müslümanların kafa katmanını işgal eden akademiya kesimi, bu düşünsel işlemi
yapmak zorundadırlar.
Fakat
onlar, bu yükümlülüklerini, çok zor gördüklerinden ve çıkarlarını kaybetmemek
için önce kendileri, Batı ürünü diyerek düşünmeye düşman kesiliyor ve
toplumlarını anti-Batıcılık söylemi ile ona düşman olmaya tahrik ederek örtbas
etmeye çalışıyorlar.
Sonuçta
Müslümanların geride kalmalarına ve leblebi gibi ölmelerine neden oluyorlar.
Ama
bu anti-Batıcı İslam işportacılarına hiçbir şey olmuyor.
Onlar,
yalınayak ya da lastik botlarla ölüme göç etmiyorlar.
Ülkelerinde
kalıp, sömürdükleri bu kurbanlardan edindikleri servetle kral hayatlarını
yaşamaya devam ediyorlar.
Geçmişteki
ataların büyük iş yapmalarıyla övünmek, bugün büyük işler yapamamanın telafisi
çabasıdır.
Atalarımız,
kendi devirlerinde büyüklük sağlayan eylemleri başarıyla yapmışlardır.
Ama
çağımızın büyük sayılan eylemlerine gelince çökmüşlerdir.
Bugünün
nesli, atalarıyla övünerek tatmin aramak yerine, bugün büyük sayılan eylemleri
yapmak zorundadır.
Geçmişin
büyüklüğüyle bugün büyük olunamıyor.
*
“Dünün güneşi ile bugünün çamaşırı kurumaz.”
İnsan,
"varlığı", sahip olduğu algı kalıplarına dökerek algılar.
En
gelişmiş fikirleri, sahip olduğu eski algı kalıplarına indirgeyerek
algılayacaktır.
Bu
durumda, yeni fikirler, eski biçimlerle uygulanacaktır.
Bu
nedenle insanın gelişmiş fikirleri algılamasını sağlamak için onun öncelikle
algı kalıplarının çağdaş düzeye getirilmesi gerekir.
Çağımızın
aklına, düşünmesine geçemeyenler, varlıklarını sürdüremeyecek ve ayıklanıp
gideceklerdir.
Çağımızda
ve bundan sonra fikir ve bilgi üretmeksizin hiçbir davaya ve topluma hizmet
edilemez. Bunun dışındaki bütün iddialar, ancak kendi toplumunu ve ülkesini
sömürmeye yarayacaktır.
Çağımız
insanlık piyasasında değeri olan ve büyük olunan ürün, sadece kafa ile üretilen
bilimsel bilgi ve felsefi fikirdir.
Bunların
oluşturduğu ürüne “külliyat” denir.
Bunların
uygulamaya dökülmesine “külliye” denir.
Türkiye,
insanlık çizgisinin günümüz kesitinin dünya entelektüel piyasasında değer bulan
külliyat üretemiyor, onun yerine külliye üretiyor.
Külliye
üretmek, külliyat üretenlerin ürünlerinin uygulamasını yapmaktır, onlara hizmet
etmektir.
Külliyat,
kişinin kendi kafası ile, külliye ise başkalarının kafası, eli, kolu, bedeni ve
parası ile üretilir.
Külliye
değil, külliyat üretenler, insanlığın tarihine geçerler.
Külliyat
üretememe, lüzumsuz külliyeler üretmekle telafi edilemez.
*
“Külliyat üretemeyen, külliye üretir.”
Çağımız,
beşeri akıl ve düşünme üzerinde dönmesine rağmen, "akıl nedir, nasıl
çalışır, düşünme nedir, nasıl yapılır" konularında bir tane Türkçe kitap
yoktur.
Bunlar,
eğitim sistemimizin hiçbir kademesinde topluma öğretilmez.
Çünkü
toplumu istenildiği şekilde gütmek ve sömürmek ancak toplumun düşünmemesi ile
mümkündür.
Türkiye’de
toplumun düşünmesini istememek konusunda dinci ve laik kesim müttefiktir.
Çünkü
bu ülkede toplumsal kolektif bilinç, düşünmeme temeli üzerine kuruludur.
Türkiye’de
dinci ve laikçi kesim, motorları aynı, kaportaları farklıdır.
*
“Çağdaşlık kaportada değil, motordadır.”
Fakat
bu konularda İngilizce yazılmış binlerce kitap mevcuttur.
İşte
bu kitapların ve bunları üreten binlerce düşünürün bulunduğu toplumlarda
şeyhlik olmamakta ve onları şeyhlik sistemiyle istenildiği gibi gütmek ve
sömürmek mümkün olamamaktadır.
Türk
toplumu bu doğrulardan uzak tutulmaya çalışılmaktadır.
Doğru
fikir ve bilgi, yok sayılarak yok edilemez.
Çünkü
doğru fikir gerçektir.
Gerçekler
yok sayılarak yok edilemezler.
*
“Gerçekler, geç ve güç ama güçlü ve kalıcı ortaya çıkarlar.”
Bu
yazının, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 94. yılının kutlandığı günlerde
yazıldığından dolayı Atatürk’ün hakkını teslim etmek gerekir.
Atatürk,
ülkemizin tek çıkış yolu olan, insanlığın çağımızda ulaştığı akılcı ve bilimsel
düşünme ile ülkemizi bir asır önce tanıştırdı.
Bundan
sonra var olabilmeyi sürdürmenin ancak bu düşünmeyi yapmakla mümkün
olabileceğine kesin kanaat getirmiş, uygulanması gerektiğine karar vermiş ve
Türkiye’de kararlılıkla uygulamaya koymuştur.
“Ruhu şâd olsun!”
3 Kasım 2017
ALINTI:
Prof. Dr.
Niyazi Kahveci
https://www.ulusaldemokrasienstitusu.org/seyhligin-felsefi-boyutu/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder