İrade ve Bilincimiz Ne Derece Özgür?
İnsanlık
olarak merak ettiğimiz konulardan birisi de özgür iradeye sahip olup
olmadığımızdır.
Bilinçli
varlıklar olduğumuzdan -ya da kendimizi öyle bilmek istememizden- dolayı
herhalde pek çoğumuz özgür bir iradeye sahip olmak ister.
İnsanlık olarak merak ettiğimiz konulardan birisi de özgür
iradeye sahip olup olmadığımızdır. Bilinçli varlıklar olduğumuzdan -ya da
kendimizi öyle bilmek istememizden- dolayı herhalde pek çoğumuz özgür bir
iradeye sahip olmak ister. En azından böyle bir yetisinin olduğunu düşünmek
ister.
İşin düşünce ve tasavvur kısmına girmeden önce bu
tartışmanın tarihsel gelişimini incelesek daha yerinde olacağına inanıyorum.
Tarihçe
İrade ve rastgelelik hakkında ilk kayıtlı düşüncelere
Antik Yunan’da rastlamaktayız. M.Ö. 7 ve 8. yüzyıllarda Herakleitos ve
Leucippus gibi filozofların bu konuda fikirlerine ulaşmak mümkündür.
Konuyla bir bütünlük oluşturmak için Herakleitos’un
Logos’unu açıklamak doğru olacaktır.
Herakleitos’un varlık anlayışının temelinde yer alan ve
başka bir dile çevrilemeyen logos sözcüğü; söz, düşünme, akıl, oran, ölçü gibi
çok anlamlı bir sözcüktür. Logos, adeta evrendeki her olguyu kuran ve
hareketini sağlayan ussal bir ilkedir. Herakleitos’a göre logos, evreni
oluşturup yürütürken belirli mantıksal ve nedensel ilişkilerle aynı zamanda
zıtlıklarla çalışıyordu. Bu anlamı ile Logos, rastlantısallığın ve
gelişigüzelliğin tam olarak karşıtıdır.
Herakleitos, tam anlamı ile bireysel iradeden bahsetmiş
olmasa da ussal bir irade ve determinizmden konu açarak girizgahı yapmıştır.
Peki, lise felsefe dersinden aşina olduğumuz “determinizm”
nedir?
Determinizm, evreninin
işleyişinin, evrende gerçekleşen olayların çeşitli bilimsel yasalarla -örneğin
fizik yasaları ile- belirlenmiş olduğunu ve bu belirlenmiş olayların
gerçekleşmelerinin zorunlu olduğunu öne süren öğretidir.
Daha sonraları Roma İmparatorluğu’nun devrinde felsefeye
damgasını vurmuş olan fizikalist ve determinist Stoacı düşünce
tarzı da elbette irade hakkında birkaç şey söylemiştir. (1)
Stoacılar’ın koyu deterministler olduğunu söyleyebiliriz.
Bu öyle bir determinizmdi ki evren yok olup gitse ve yeniden
bir evren oluşsa biz insanlar; yaptığımız seçimleri, doğruları ve yanlışları
aynen tekrarlayacaktık.
Bu yönüyle Stoacı düşüncenin özgür bir iradeyi kesinlikle
kabul etmediğini söyleyebiliriz.
Stoacı düşünceye bir anlamda zıt olan Epikuros ise
evrende her olayda olduğu gibi bir düşünceye -her ne kadar zayıf olsa da- anti
tez getirerek konuyu iyice dallanıp budaklandırmıştır.
Epikuros,
öncülerinden farklı olarak irade kavramını fizik kurallarına bağlamaya
çalışmıştır.
Atomların durağan olmadığını, sürekli olarak farklı
yönlere akıp gittiğini söylemiştir.
Ona göre bu durum, evrende “tahmin edilemez ama
seçilebilir birtakım olayların” olmasını sağlıyordu. Kendi sözleri ile
açıklamak gerekirse:
“Bazı olaylar tanrının belirlediği değişmez yazgıyla,
bazıları kontrol dışı gerçekleşen rastlantılarla, bazıları da bizim irademizle
gerçekleşir. Kural insan için bir
hapishanedir. Çünkü insanı hapseder ve onun özgürlüğünü elinden alır.”
Epikuros bu söylemlerinden dolayı çok ağır eleştirilere
maruz kalmıştır. Çünkü eleştirenlere göre atomların sapması bir iradei eyleme
değil, öngörülemezliğe neden olmaktadır. Bu da canlıların iradesini açıklamakta
yetersiz kalmaktadır.
Modern Görüş
Felsefenin bana göre belki de en güzel yanı, üzerinden
binlerce sene geçmesine rağmen sorulan soruların güncel kalmasıdır.
Bu özelliği sayesinde Antik Yunan’da bile fazlasıyla
işlenen bir konuya Yeni Çağ’da rastlayabiliyoruz.
Bu kısımda ilk olarak Spinoza‘ya değinmek istiyorum.
Nitekim kendisi 17. yüzyıl felsefesinin en değerli ve anlaşılamamış
filozoflarından biridir.
Spinoza,
her tür tasarım ve iradeye dayalı kararın zorunlulukla kendisinden önce gelen
bir olaya dayandığı fikrinden hareket eder.
Bu şekilde yaklaşılınca istenç ve irade
özgürlüğü olarak adlandırılan özgürlüğün reddedilmesi ortaya çıkar.
Özgürlüğü bir yanılsama dahası bir fantezi sayar.
Buna sebep olanın, eylemlerimizin ve etkinliklerimizin
nedenlerini bilmememiz olduğunu söyler.
Örnek olarak bir nehir düşünebiliriz. Bu nehir eğer ki
düşünebiliyor ve karara varabiliyor olsaydı aşağı doğru akma eylemini “kendisinin
verdiği bir karar” neticesinde gerçekleştirdiğini söyleyebilirdi.
Fakat aslında durum böyle değildir. Nehrin karar verebilme yetisi kendi kendini
kandırmasından başka bir şey değildir.
- İnsana uyarlarsak
karar verme durumu bir özgürlük değildir. Çünkü Spinoza’ya göre verdiğimiz her
karar hafızamız ve tecrübelerimizin etkisi altındadır ve hafızaya hakimiyetimiz
neredeyse yok denecek kadar azdır.
Sonuç olarak onun için özgürlük, insanın
kendi doğasında mevcut olan zorunluluklara uyması durumudur.
İrade ve ahlak konusunda bir filozofa daha değinip işin
bilimsel ve düşünce kısmına giriş yapmak istiyorum.
Ludwig Josef Johann Wittgenstein,
ölümünden sonra yayımlanan “Felsefi Soruşturmalar” isimli yapıtında
ahlak felsefesine değinmiş ve dolayısıyla irade üzerine akıl yürütmeler
gerçekleştirmiştir.(5)
Onu farklılaştıran düşünce şuydu:
- “Arzuladığımız
her şey meydana da gelse, yine de bu, sözün gelişi, sadece talihin bize
bahşettiği bir lütuf olabilir. Benim herhangi bir şeyi isteyip yapabilmem, pek
çok şeyin, benim elimde olmayan pek çok şeyin gerçekleşmesine bağlıdır:
Nöronların uyarımları iletmesine, kasların kasılmasına, bir sürü dışsal şartın
yerine gelmesine vb. Bunların hepsinin olması ve benim dünyada bir şeyi yapmam,
irademi aşan bir durumdur. Bu durumda, bana ait olan tek eylemim, benim bir
şeyi istememdir.” (2)
Görülebileceği üzere “Özgür irade mevcut mudur?” sorusu,
artık sadece felsefenin değil sinirbilimin de etki alanında yaşamaktadır.
Bilim Ne Diyor?
Felsefenin sistematik bir uğraş olduğu yadsınamaz bir
gerçek. Fakat olayı daha objektif hale getirmemiz, somut verilere ulaşıp -en
azından ulaşma yolunu belirleyip- iddiaları analitik ve rasyonel bir biçime
büründürmemiz gerektiğini düşünüyorum.
“Özgür” kişiyi tanımlamamız, tuttuğumuz yol için kritik
bir öneme sahiptir. TDK’ye göre özgür, kendi kendine hareket etme,
davranma, karar verme gücü olan kişi anlamına gelmektedir. Fakat işe
bilimsel ve felsefi açıdan bakarsak bu tanımlamanın yeterince doğru olmadığını
düşünüyorum. Nitekim “kendi kendine hareket etme” aksiyonu fazlasıyla
muğlaktır. (3)
“Böyle söylememin sebebi olarak şu anekdotu
inceleyebiliriz:
- Los Angeles’taki
Kaliforniya Üniversitesi’nde beyin cerrahı olan Itzhak Fried, sara hastalarının beyinlerine her birinde saç teli
inceliğinde elektrotlar bulunan birkaç algılayıcı yerleştirdi. Hastalar,
şiddetli sara nöbetlerinin nedenlerini anlama amaçlı birer ameliyat
geçiriyorlardı ve bu işlem sırasında bu deneye katılmaya da razı olmuşlardı.
Duyargalar yerleştirildikten sonra ameliyat esnasında bilinci açık durumda
bulunan hastalardan kendi seçtikleri bir zamanda bir düğmeye basmaları ve bunu
hareketi gerçekleştirmek için ilk dürtüyü ne zaman hissettiklerini de
belirtmeleri istendi.
Sonrasında, deneyin sonuçları Harvard Tıp Fakültesi ve
Boston Çocuk Hastanesi’nden sinirbilimci Gabriel
Kreiman tarafından inceledi. Kreiman, 12 hastadan ameliyatı
esnasında elde edilen verileri incelediğinde beynin hareketle ilgili motor ön
destek bölgesinde ve motivasyon ve dikkat ile ilintili ön singulatta
bildirilen dürtülerden yüzlerce milisaniye ile birkaç saniye öncesinde tek
başına ateşlenen nöronları fark etti. Yani sinirler, gerçekten de kişinin bir
kararı almasından çok önce, o kararla ilgili ateşlenmiş oluyordu. Bu, bilim
açısından şu anlama geliyor: özgür iradeyle oluşturulduğu sanılan bir
kararın, aslında bilinçaltı tarafından ateşlendiğinin ilk sinirbilimsel ve
somut ölçümüydü. “(4)
Bu durum “özgür” olma tanımına pek uymadığı gibi aslında
verdiğimizi sandığımız kararlar karşısında sadece bir izleyici olup olmadığımız
konusunda kafalarımızda soru işaretleri oluşturmaktadır.
Başka bir örnek olarak José
Manuel Rodríguez Delgado isimli İspanyol bir sinirbilimcinin
1950’li yıllarda gerçekleştirdiği bir dizi deneyi gösterebiliriz. Delgado,
kendisinin geliştirdiği ve üzerinde elektrotlar bulunan stimoceiver adlı
bir cihaz kullanarak hastaların beyin sinyallerini taklit etmeyi başarmıştır.
(5)
“Radyo
Stimülasyonu, dört hastada amigdala ve hipokampusta farklı noktaların
uyarılması ile hoş duyumlar, sevinç, derin, düşünceli konsantrasyon, garip
duygular, rahatlama, renkli vizyonlar ve diğer tepkiler dahil olmak üzere
çeşitli etkiler yarattı.”
Aynı yolla deney hayvanları üzerinde değişik tepkiler
oluşturabilen Delgado, son olarak psikiyatrik bozuklukları olan hastalar
üzerinde bu cihazı kullanarak semptomlara özgü tedaviler geliştirebileceğini
iddia etmiş ve bunları raporlamıştır.(9)
İlgili Hastalıklar
Tabii
ki irademizin varlığını sorgulamamızı sağlayan tek etkenler dış etkenler değil.
Karar
verme yetimizi kısıtlayan veya yanıltan hastalıklar da mevcut.
Bunlara
örnek vermek gerekirse; Alien Hand Syndrome,
Şizofreni, Epilepsi ve Tourette Sendromu diyebiliriz.
Tartışma ve Sonuçlar
Hepimiz bir şekilde hayatımızın neredeyse her alanında
çeşitli seçimlerle karşı karşıya kalıyoruz.
.... Eğer “Mr. Nobody”, “Truman Show”, “The
Matrix” gibi filmleri izlediyseniz kararlarımız hakkında düşünmenin insanı
nasıl deliliğin ince çizgisine doğru çekme kararlılığında olduğunu
biliyorsunuzdur. Sürekli olan bir olaydır belki.
Şahsen ben fazlaca yaşarım. Eminim sizlerden de yaşayanlar
vardır.
Bazen sessizliğin eşlik ettiği zamanlarda sanki benlik
bizin değilmişçesine kararlarımızı kendimizin vermediğini düşünürüz. Hayli
ilginç bir deneyimdir.
Sanki bir film kamerasından izliyormuş gibi seçimlerimizi
gözden geçiririz. Doğal olarak bazılarını doğru bazılarını yanlış buluruz.
Fakat bu zamanlarda hep tuhaf bir şaşkınlık yaşarız. Neden fikirlerimiz
hakkında bu denli şüphe ve şaşkınlığa düşeriz?
Şüphe ve Akış
Aklımızda uçuşan fikirlerin ne kadarı saf aklımızın
ürünüdür?
Hatıra ve bilgilerimizle cilalamadığımız veya
kirletmediğimiz ne kadar düşüncemiz bulunur?
Belki de sorulması gereken temel sorular bunlardır.
Nitekim biz, aklımızın ne kadar “saf” kalabildiğini
bilemezsek yukarıdaki sorulara verdiğimiz cevaplara ne kadar güvenebileceğiz?
Çok da fazla değil.
Bahsetmeye çalıştığım şey de tam olarak bu.
Muhtemelen Descartes ve Spinoza’nın da bahsettiği
şey buydu. Şüphe, belirli bir noktadan sonra kendi
düşüncelerimize bulaşmakla kalmaz; benliğimizi adeta ele geçirir ve kendi
fikirlerimize cephe aldırır bizlere.
Bu şekilde söylenince sanki şüphe bize düşmanmış gibi
görünebilir. Zaten fikirlerimize karşı çıkmaya çalışan kim
düşman gibi görünmedi ki tarih boyunca bizlere? Katı ve dogma
fikirlere karşı çıkanların uğradığı zulümlere fikirlerimiz uğramayacak mıydı
sanki?
Konudan çok sapmayalım..
İlgimizi çekmesi gereken şeylerden biri de şu aslında:
- “Bilimsel
deneylerde çeşitli metotlarla fikir ve irademiz sekteye uğratılabiliyor veya
değiştirilebiliyor. Fakat değiştirilen fikirlerimiz hep dış dünya ile ilintili.
Fiziksel ve psikolojik irademiz fazlasıyla savunmasız. Peki ya tinsel ve ussal
irade?”
Burası bir soru işareti olarak kalabilir zannımca.
Nitekim, ussal ve içsel düşüncelerimizin dışarıdan değiştirilebileceği hakkında
fazla bir bilgiye sahip değiliz. Gerçi ussal ve içsel düşüncelerimiz hakkında
da fazla bir bilgiye sahip değiliz ama olsun.
Fikirlerin Kaynağı
Yukarıda bahsedilen bilimsel anekdotlardan sonra şöyle
düşünebiliriz:
- “Evet,
kararlarımızı almak isteyen biziz. Fakat istedikten sonra sadece izleyici
konumuna düşüyoruz.” Bu kadar olaydan sonra bu şekilde düşünmek elbette
mantıklı gelecektir. Fakat şunu söyleyebilirim.
....... Reklamlar, politikacılar, siyasi-dini gruplar,
bilim insanları, tanıdıklarımız, önümüzde uçuşan bir kelebek, düşen yaprak ve
hatta kayıp giden bir kuyruklu yıldız kararımızı çok etkin bir biçimde
etkileyebilir. Bu kesinlikle engelleyemeyeceğimiz ve muhtemelen de engellemek
istemeyeceğimiz bir durumdur.
Fikirlerimiz
gerçekten bizim fikirlerimiz midir?
Tecrübelerimizin, duyumsadıklarımızın, bildiklerimizin ve
maruz kaldığımız her şeyin irademiz üzerinde bir etkisi olduğu aşikardır.
Fakat bu durum “özgür irademiz yok” denilerek kendimizi
hayatın dalgalı akışında kaybolmuş bir su damlacığı gibi görmemize sebep
olmamalıdır.
Çünkü en nihayetinde fikirlerimizi bireyselleştiren, bizi
biz yapan yegane şeylerdir bunlar.
Elbette ki burada yazılan hiçbir şey
“Özgür İrade” konusunu nihai sonucuna ulaştırmayacaktır. Eh, tarih boyunca bu
konuda düşünen kimsenin de amacı bu değildi zaten. Düşüncelerimizden geriye
kalan şey, hafif bir tatminlik ve küçük bir ders olmalıdır zannımca.
“İrademiz özgür ya da tutsak olabilir. Zaman zaman değişebilir
de. Bizim için asıl önemli olan keşfetme arzumuzu hep canlı tutmak ve kritik
analitik düşünce sistemine sadık kalmaktır. Ancak o zaman gerçek ve değerli
bilgilerden oluşan “bilim”e ulaşabiliriz.”
Bilimle ve fikirle kalın.
Kaynakça
Surface And Depth Electrography
Of The Frontal Lobes In Conscious Patients, Jose M. R. Delgado, 1955
Free Behavior And Brain
Stimulation, Jose M. R. Delgado, 1964
Wittengestein, Felsefi
Soruşturmalar
https://fularsizentellik.com/journal/2018/9/2/determinizm-ve-ozgurirade
https://evrimagaci.org/ozgur-bir-iradeye-sahip-miyiz-284
http://acikradyo.com.tr/acik-bilinc/norobilim-ve-felsefe-acisindan-ozgur-irade
https://blogs.scientificamerican.com/mind-guest-blog/what-neuroscience-says-about-free-will/
https://dusunbil.com/ozgur-irade-sorunsalinda-felsefe-sinirbilime-karsi/
https://www.felsefe.gen.tr/ludwig-wittgensteinin-ahlak-felsefesi-anlayisi/
⌛
Reading time: 13 minutes
⏱ Yayınlanma Tarihi: 02
Şubat 2020 12:21
📝 Yazar: Burak
Talha Akın ✅ Editör: Aysuda Ceylan
https://www.tekyolbilim.com/irade-ve-bilincimiz-ne-derece-ozgur/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder