TÜRKÇE HUTBE
Türkçenin büyük utkusu:
Cemil Kılıç
Anadilde ibadet konusunun en
önemli alanlarından biri de hutbe meselesidir. Hutbe, Cuma namazında yer alan
dinsel söylev için kullanılan bir sözcüktür. Sözcüğün kökü zaten hitap etmek
fiiline dayanıyor. Hitap etmek, bir nevi söylev vermek demektir. Gerçi söylev
sözcüğü Arapça nutuk sözcüğünün karşılığı olarak türetilmiş bir öz Türkçe
sözdür. Ama hutbe yerine de kullanılabilir. Bu arada nutuk sözü aslında Arapçada
konuşmak anlamına geliyor.
Cuma namazında hutbe okumak
farz kabul ediliyor. Başka bir deyişle hutbesiz Cuma namazı olmaz. Hutbede
Allah’a övgü, peygambere saygı içeren sözler söylemek hutbenin
rükûnlarındandır. Buna hamdele ve salvele deniliyor. Daha sonra halifelere
saygı içeren sözler de söyleniyor. Özellikle de hutbenin okunduğu zamanda başta
olan devlet başkanına / sultana saygı sunmak da hutbede yer alan bölümler
arasında bulunuyor. Bu bölüm; “adına
hutbe okutmak” ifadesiyle dile getirilen bir egemenlik işareti
olarak Müslüman devletlerde olmazsa olmaz bir meşruiyet alameti kabul
edilmiştir.
Hutbede asıl kısım dinsel ya da
siyasal, toplumsal öğütlerin yer aldığı kısımdır.
Hutbenin hutbe olabilmesi için
başka bir deyişle dinsel bir gereklilik olarak yerine getirilmiş olması için
kesinlikle Arapça okunması / söylenmesi gerektiği şeklindeki görüş, İslam
ulemasının ezici çoğunluğunun ısrarla savunduğu bir görüştür.
İslam dünyasının her yerinde
hutbeler baştan sona yani her bölümü Arapça olarak okundu. Bu, yaklaşık 13
yüzyıl böyle sürdü. 19. Yüzyıla gelindiğinde ise kimi tartışmaların yapılmaya
başlandığını görüyoruz.
Ali Suavi, 1870’te Ulum
Gazetesi’nde yazdığı “Zamane
Hutbesi” başlıklı bir makalesinde bu konuyu işlemiştir. Ali
Suavi, dinde Türkçülük yahut Türkçeleşme düşüncesinin en ateşli savunucusudur.
O, namazların da Türkçe kılınabileceğini ve hutbenin Türkçe okunması
gerektiğini savunmuştur.
Ali Suavi’nin görüşleri, Ziya Gökalp
ve Yusuf Akçura gibi Türkçü düşünürler / aydınlar tarafından da savunulmuştur.
Muallim Naci ise, Medrese
Hatıraları’nda hutbelerin sonunda okunan Bal Arısı Bölümü 90. Sözünü / Nahl
Suresi’nin 90. Ayeti’ni aktarıp açıklayarak: “Şu makaleyi yazmakla her Cuma günü
hutbe dinleyip hatibin en sonra ne dediğini olsun anlamak arzusunda bulunan
ihvan-ı dine küçük bir hizmet arz etmiş olmaktan” bahsetmişti.
Bu konu Rusya Müslümanları
arasında da tartışılmıştır.
Nitekim hutbeler konusunda
dikkat çeken önemli bir girişimi ise Omsklu Niyazi Mehmet Süleymanov yapmıştır.
Kendi okuduğu hutbelerden oluşan “Türkî
Hutbeler” adlı kitabını Orenburg’daki Vakit Matbaası’nda
1910’da iki cilt hâlinde bastırmıştı. Rusya Müslümanları arasında bu hutbeler
büyük yankı uyandırmış ve Osmanlı basınına da konu olmuştu.
Osmanlı Devletinde, Dr. Mefail
Hızlı’nın aktardığına göre 1911 yılında Bursa’da ilk kez bir Cuma hutbesi
Türkçe okunmuştu. Hüdâvendigâr Camii’nde hatip, hutbeyi önce Arapça olarak
aktarmış, daha sonra öğüt-nasihat kısımlarını Türkçe olarak cemaate anlatmıştı.
Bu olay, hutbeyi veren hatip
tarafından kaleme alınarak Sırat-ı Müstakim Mecmuası’nda yayımlanmıştı. Bu
bilgiye göre; daha eski veya başka bir tarihsel belge yahut kayıt ortaya çıkana
kadar bu uygulama bir ilk olma özelliği taşımaktadır.
Bu konudaki bir başka bilgi ise
Hasan Basri Çantay’ın “Karesi
Gazetesi”nin 10 Eylül 1916 tarihli nüshasında “Güzel Bir Hutbe”
başlıklı makale-haberinde yer almaktadır.
Haberde: “…haber aldığımıza göre geçen Cuma,
(Balıkesir) İbrahim Bey Cami-i Şerifinde Hafız İsmail Efendi Arapça hutbeyi
müteakib olarak, hem de gayet selis ve açık bir lisan ile vaaz u nasihatte
bulunmuş” denilerek hutbenin Türkçe öğüt kısımlarının
kabul görüp yayılmasında büyük yararlar olacağı ifade edilmiştir.
Türkçe hutbe okunması
örneklerinden biri de Cumhuriyet’in ilanı öncesinde, 24 Kasım 1922’de İstanbul
Fatih Camii’nde Ayet-Hadis, Allah’a övgü, Peygambere de dua kısımları hariç;
Kırşehir Milletvekili Müfit Kurutluoğlu tarafından gerçekleştirilmiştir.
Cumhuriyet’in ilanından sonra
ise yaygınlaştırılması hedeflenen Türkçe hutbe okunması girişimleri sürmüş ve
bu konudaki ilk resmi çalışma, 1927 yılında Diyanet İşleri Reisi Mehmet Rıfat
Börekçi’nin imzasıyla yürürlüğe giren yönerge yoluyla gerçekleşmişti. Bu
yönergede hutbelerin ayet ve hadis metinleri dışında kalan bölümlerinin Türkçe
okunması istenmişti.
Bütün bu çabalara karşın
dönemin İslam bilginlerinin çoğu Arapça dışında bir dille hutbe okunmasına
karşı çıkmaya devam etti. Onlara göre hutbenin hutbe olabilmesi için Arapça
okunması şarttı, anlaşılmaması önemli değildi.
1932 yılının Ramazan ayından
itibaren uygulamaya konulan dinde Türkleşme ve ibadetin Türkçeleştirilmesi
girişimleriyle birlikte Ocak ayında ilk deneme Dolmabahçe Sarayı’nda
yapılmıştır. Ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün buyruğuyla Hafız Yaşar
Okur, ilk Türkçe Kur’an’ı Yerebatan Camii’nde okumuş ve bunu Fatih Camii’ndeki
Türkçe ezan takip etmişti.
Bazı kaynaklarda geçtiği
şekliyle tamamı anlamında ilk
“Türkçe Hutbe” de 5 Şubat 1932 günü İstanbul Süleymaniye
Camii’nde okunmuştu. Sadettin Kaynak’ın bu konudaki ifadeleri şöyledir:
“Fatih Camii’nde ilk defa
olarak Türkçe Kur’an okudum. Bunu müteakip, Türkçe hutbeye sıra gelmişti.
Cumhurbaşkanı: “Haydi bakalım. Türkçe hutbeyi de Süleymaniye Camii’nde oku!
Amma okuyacağını önce tertip et, bir göreyim,” dedi. Yazdım ve verdim. Beğendi.
Fakat: “Paşam, bende hitabet kabiliyeti yok. Bu başka iş, hafızlığa benzemez”
dedim. “Zararı yok, tecrübe edelim” buyurdu. Bunun üzerine tekrar sordum:
“Hutbeye çıkarken sarık saracak mıyım?” “Hayır, sarığı bırak… Benim gibi başı
açık ve fraklı!” Ne diyeyim; inkılâp yapılıyor, peki dedim. O gün hınca hınç
dolmuş Süleymaniye Camii’nde cemaat arasına karışmış yüz elli de sivil polis
vardı. Bu tedbirin isabetli olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Ben Türkçe hutbeyi
okur okumaz, kalabalık arasından bilahare Arap olduğu anlaşılan biri sesini
yükselterek: Bu namaz olmadı, diye bağırdı.”
Bu aktarılan bilgiler ve Türkçe
Hutbe, Akşam Gazetesi’nin 4788 numaralı ve 6 Ocak 1932 tarihli nüshasında şöyle
geçmektedir:
“Dün Süleymaniye Camii’nde ilk
defa olarak tamamıyla Türkçe hutbe okunmuştur. Süleymaniye Camii Türkçe hutbe
dinlemek isteyen binlerce kişi ile dolmuştu. Kalabalıktan camiye girmeğe
muvaffak olamayanlar karın altında dışarıda bekleşiyorlardı. On bin kişi kadar
alacağı tahmin edilen Süleymaniye Camii’nde dün en aşağı 20 bin kişi vardı, beş
bin kişi kadar da dışarıda bekliyordu. İç ve dış ezanlar okunduktan sonra Hafız
Sadettin Bey minbere çıkmış ve: “Ey cemaat! Başlangıcı ile hutbesini okumuştur.
Hafız Sadettin Bey hutbe arasında geçen bütün duaları da gene Türkçe olarak
okumuştur. Hutbe esnasında ve hutbe bittikten sonra güzel sesli birçok hafız
(Türkçe) tekbirler getirmişlerdir,” satırlarıyla yer almıştı.
Bu bilgiler son derece
değerlidir. Ne var ki, 1911 ile 1922 yıllarında Türkçe hutbe okunduğu ve 1928
yılında ikinci baskısı yapılan Diyanet İşleri Reisliği’nin hazırladığı “Türkçe
Hutbe” isimli kitap göz önüne alınacak olursa kimi kaynaklarda ve özellikle de
internette yer aldığı şekliyle “ilk Türkçe hutbenin 5 Şubat 1932’de Süleymaniye
Camii’nde okunduğu” bilgisi doğru değildir.
Ancak burada doğru olan bölüm
şudur ki o güne değin hutbelerin yalnızca öğüt bölümleri yahut dinsel, siyasal
ve toplumsal konuların işlendiği söylev bölümü Türkçe olarak okunmuşken, 5
Şubat 1932’de hutbenin tümü Türkçe olarak okunmuştur. Başka bir deyişle Allah’a
övgü, peygambere saygı ve çeşitli dualardan oluşan bölümler de Türkçe olarak
okunmuştur. Ne var ki bu uygulama kalıcı olamamıştır.
Evvelce Diyanet İşleri
Başkanlığı tarafından hazırlanan yönerge gereği hutbelerin, övgü ve saygı
içerikli sözleri (hamdele ve salvele) ile ayet ve hadislerin özgün Arapça
metinleri dışında kalan yerlerinin Türkçe olarak okunması uygulaması kalıcılık
kazanmıştır. Bugün de hutbeler bu şekilde okunmaktadır. Günümüzde ayet ve
hadislerin özgün metni okunduktan sonra Türkçeleri de okunmaktadır.
Emevi Halifesi Abdülaziz oğlu
Ömer döneminden beri her hutbede okunan Bal Arısı Bölümü 90. Sözün / Nahl
Suresi 90. Ayetin Arapça özgün metniyle birlikte Türkçesinin de okunması
uygulaması yakın dönemde -yaklaşık 20 yıl önce- başladı. Bir cuma namazında bu
uygulamaya ilk kez olarak tanık olduğumda hem çok şaşırmış hem de çok sevinmiştim.
Abdülaziz oğlu Ömer döneminden
önce Muaviye’den itibaren o ayet yerine Hazreti Ali’ye yönelik küfür sözleri /
sövgü sözleri okunuyordu.
Hutbelerin Türkçe okunması,
Türk dili için inanılmaz önemde bir kazanımdır. Türk dilinin İslam
mabetlerindeki yerinin genişlemesi, halkın ibadethanede Türkçe sözler duyması
açısından ve ana diliyle olan bağını mabette de devam ettirmesi bağlamında son
derece yaşamsal bir işleve sahip olan Türkçe hutbe uygulaması, Türkçe ezan ve
Türkçe namazdan bile daha önemlidir. Türkçe hutbe uygulamasından önce Türk dili
camilerde sadece vaaz bölümünde yer bulabiliyordu. Hutbe ile birlikte bu alan
çok genişledi. Türkçe, Arapça karşısında aslında bin yıllık bir büyük utku /
zafer kazanmış oldu.
Bu zaferin mimarı olan herkesi
saygıyla anmak gerek… Sanıyorum en büyük saygıyı büyük Türkçeci düşünür, yazar,
gazeteci, İslam bilgini ve vaiz Ali Suavi hak ediyor. Ziya Gökalp’i, Yusuf
Akçura’yı Sadettin Kaynak’ı, Hafız Yaşar Okur’u, Börekçizade Mehmet Rıfat
Efendi’yi ve daha nice Türkçeci aydınlarımızı, din bilginlerimizi ve
düşünürlerimizi de saygıyla anıyorum.
Hiç kuşku yok ki sunulacak
saygı konusunda büyük devrimci, ulu önder Gazi Mustafa Kemal’in yeri eşsizdir.
Atatürk’e olan saygımız, hayranlık ve sevgi duygularıyla perçinlenen kutlu ve
kutsal bir saygıdır. O, ulusumuzun en büyük oğullarından biridir.
İnanıyorum ki, hepsinin kutlu
tinleri; Bilge Tonyukuk’un, Bilge Kağan’ın, Kül Tiğin’in, Yollug Tiğin’in,
Kaşgarlı’nın, Karamanoğlu Mehmet Bey’in tinleri ile birliktedir.
Bu arada Türk dil devriminin
büyük adlarından biri olan değerli dilcimiz, Ermeni kökenli yurttaşımız, soyadı
bizzat Atatürk tarafından verilen, rahmetli Agop Dilaçar’a da özel saygımı
sunmak istiyorum. Onun Türkçe hutbe konusu haricinde dilimiz için yaptığı
çalışmalar övgüyü hak eden, eşsiz önemde çalışmalardır. Ulu Tanrı tinine
dinginlik versin, esirgeyiciliğini eksik etmesin.
Yeri gelmişken bir Gagavuz
Türk’ü ve aynı zamanda bir Hıristiyan din adamı olan büyük Türkçeci Mihail
Çakır’ı da saygıyla analım. Mihail Çakır, Gagavuz Türkçesini yaşatmak ve
korumak için çok büyük mücadele etmiş Türkçeci bir din adamıdır. Türkçeye sahip
çıkan ve katkı sunan, her dinden ve her kültürden Türkçecilere bin saygı, bin
sevgi olsun…
Unutmayalım; Türkçe varsa biz
varız, yoksa yoğuz.
https://www.toplumsal.com.tr/turkcenin-buyuk-utkusu-turkce-hutbe-makale,40330.html
m.cemilkilic@gmail.com
11 Ocak 2021, 14:13
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder