3 Eylül 2021 Cuma

Tevfik Fikret ve ''Sis''

 Tevfik Fikret ve ''Sis'' şiiri

Tevfik Fikret, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılma sürecinde Servet-i Fünûn topluluğunun lideridir. Şair ve öğretmendir.

Devrimci ve idealist fikirleriyle Mustafa Kemal başta olmak üzere dönemin pek çok aydınını etkiler.

Türk edebiyatının Batılılaşmasında öne çıkan isimlerden birisidir. 24 Aralık 1867 tarihinde doğan Tevfik Fikret, 19 Ağustos 1915 yılında henüz 48 yaşında iken vefat eder…

Tevfik Fikret; sürgünlerle, baskılarla ancak aydınlık fikirleriyle dolu fırtınalı bir hayatı 48 yaşına sığdırır…

Aşiyan
İstanbul’da Robert Koleji’nin hemen yakınında bahçeli bir ev vardır.

İşte bu ev şair Tevfik Fikret’in 1906-1915 yılları arasında yaşadığı Tevfik Fikret’in kendi evidir.

Adı da ‘’Aşiyan’’dır. ''Aşiyan'' Farsça bir sözcük olup ''kuş yuvası'' anlamındadır.

Bu adı Tevfik Fikret bizzat kendisi koymuştur.

Bu evden İstanbul'ın ve Boğaz'ın görünümü muhteşemdir.

Bina, Tevfik Fikret’in ölümünden bir süre sonra İstanbul Belediyesi tarafından satın alınarak 19 Ağustos 1945 tarihinde ‘’Edebiyat-ı Cedide Müzesi’’ adıyla ziyarete açılır.

Şairin Eyüp’teki aile mezarlığında bulunan mezarı da şairin vasiyeti üzerine 1961 yılında müzenin bahçesine nakledilir.

Müze bu tarihten sonra da ‘’Aşiyan Müzesi’’ adını alır. 

Aşiyan Müzesi’nde Tevfik Fikret ve ailesine ait eşyalar ile Tanzimat Edebiyatı ve özellikle Edebiyat-ı Cedide döneminin önemli sanatçılarının eşyaları da sergilenmektedir.
Aşiyan'da ''Sis Tablosu''
Tevfik Fikret’in işte ‘’Aşiyan Müzesi’’ ismini alan bu evinde duvarda asılı belli belirsiz “Sis” adlı bir yağlıboya tablo vardır. Tabloya ilk bakışta gri ve derinliksiz, küçük bir sandaldan başka bir şey görülmez, sıradan bir tabloya benzer.

Ancak tabloya daha yakından bakılınca sisin ardında Süleymaniye'nin kubbesi, minareleri, Galata Köprüsünün siluetleriyle İstanbul görülür.

Bu tablonun ressamı Şehzade Abdülmecid’dir ve tabloda imzanın hemen üstüne Arapça harflerle ‘’Tevfik Fikret Beye’’ ibaresi bulunur. Tablonun çerçevesine çivilenmiş metal isimlikte ise şu ibare yine Arap harfleriyle yer alır: “Sis: Rübab-ı Şikeste”. Rübab-ı Şikeste; Tevfik Fikret'in şiir kitabının adıdır, ''kırık saz'' anlamına gelir.

''Sis'' şiiri de Rübab-ı Şikeste' de yer alan bir şiirdir. Belli ki Şehzade Abdülmecid Tevfik Fikret'in Rübab-ı Şikeste'sinde yer alan ''Sis'' şiiri üzerine bu tabloyu yaparak Tevfik Fikret'e hediye etmiştir. Çünkü tablo ''Sis'' şiirinin resme dökülmüş hali gibidir... 
Bu tablonun hemen yanında da Tevfik Fikret'in ''Sis'' şiiri yer alır. 
        Sis Şiiri
''Sis'' şiiri, orijinal hali ve günümüz Türkçesiyle Ahmet Muhip Dranas'ın hazırladığı Tevfik Fikret'in ''Rübab-ı Şikeste'' (Kapı Yayınları, 2013) isimli kitabında yer almaktadır. 

‘’Sis’’ şiirini bu kitaptan alıp Ahmet Muhip Dranas'ın Türkçesiyle dize dize anlamını ve şiirde geçen Osmanlıca kelimelerin Türkçe karşılıklarını şiirde geçiş sırasına göre yazımın sonunda verdim…
Tevfik Fikret’in ‘’Sis’’ şiiri dönemin sosyal ve siyasal özelliklerini yansıtan önemli bir edebi eserdir. Namık Kemal ve Ziya Paşa mücerret (soyut) fikirleri vezin ve kafiyeye sokarak sosyal içerikli şiirler yazarken, Tevfik Fikret, ‘’Sis’’ şiirini aynı zamanda çok sanatkârane bir şekilde kaleme alır. Nedim ve Nâbî gibi şairler İstanbul’u yüksek bir medeniyet ülkesi olarak tasvir ederken Tevfik Fikret, Abdülhamit’in istibdat yönetimi altındaki dış dünya ile derin bir ümitsizlik ve yalnızlık ruh hali içerisinde bulunan kendi iç dünyasını birleştirerek ‘’Sis’’ şiirini yazar.

Tevfik Fikret evinde (Aşiyan) Abdülhamit’in polislerince göz hapsindedir.

İstanbul’da Şubat ayıdır.

İstanbul’un üzerinde yoğun bir sis tabakası vardır.

Tevfik Fikret İstanbul’un üstüne çökmüş yoğun sis ile kendi içindeki sisin arasında sıkışır.

Fikret duygularını işte bu ‘’Sis’’ şiiriyle dışa vurur.

Rûşen Eşref Unaydın, Tevfik Fikret (Tevfik Fikret, Hayatına Dair Hatıralar, Kitabhâne-i Sûdi, 1919) adlı eserinde bu şiirin yazılmasındaki ortamı şöyle anlatır:

"O sıralarda bir polis her gün evini gözaltında bulundururmuş, rutubetli bir şubat günü sis denize olanca kesafeti ile çökmüş.

Akşama kadar suların üstünden sıyrılamamış.

Polisin duvarı ile sisin duvarı arasında kalan şair, o gün bütün bir devri bütün dertleriyle duymuş." 

Tevfik Fikret şiirine önce sanki bir resim tasvir edilirmişçesine karanlık bir tablo halinde sisi tarif ederek başlar.

Şiir ilerleyince görürsünüz ki aynı Şehzade Abdülmecid'in tablosu gibi bu ‘’Sis’’in arkasında, ardında, fonunda İstanbul’un silueti vardır.

Bu sis tasvirinden sonra Fikret şu dizeleri yazar:

Lâkin sana lâyık bu derin sütre-i muzlim (sütre-i muzlim: kara, uğursuz örtü),
Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!’’ (sahn-ı mezâlim: zulümler alanı)

Tevfik Fikret bu dizelerinden sonra sisi değil artık İstanbul’a ve İstanbul'un şahsında istibdat yönetimine olan nefretini yansıtmaya başlar.

Bu karanlık ve derin örtü zulümlerin işlendiği bu şehre lâyıktır, müstahaktır.

İstanbul'un silueti, kuleleri ve sarayları şahsında da istibdat idaresindeki her türlü gayri meşruluğun, haksızlığın, hukuksuzluğun, ahlaksızlığın, çapsızlığın, beceriksizliğin, fitnenin, riyânın, çirkefliğin, çürümüşlüğün ve çöküşün yansımaları anlatılır.

Fikret bu şiirinde istibdat dönemlerindeki her aydın gibi derin bir ümitsizlik ve yalnızlık ruh hali içerisindedir…

Fikret bu şiirinde İstanbul’u her istibdat döneminin benzediği şekliyle fahişe bir kadına benzetir ve şiirinde İstanbul’a ve İstanbul şahsında da yönetime lanetler yağdırır.

‘’Sis’’ şiirinde İstanbul’da Bizans döneminden o güne kadar işlenen zulüm ve kanlı eylemler vardır.

Ancak İstanbul hakkındaki nefret dolu dizelerinin büyük bir kısmı Abdülhamid idaresindeki dönemine aittir.

Fikret, şehri de bu idarenin bir işbirlikçisi gözüyle görür.

Bu güzel şehirde hiçbir güzel şey yoktur.

Her şey bir karabasan idarenin yardımcısı mekânlardır. Bütün tarihi eserler şiirde birer fenalık mekânları gibidir. 

Ahmet Hamdi Tanpınar, Fikret'in ‘’Sis’’ şiirini Abdülhamid devrinin bir romanı olarak tanımlar ve ''Sis'' şiirinin bir zaman sadece melûl besteler çıkaran ferdî melânkolisini tam lâzım olduğu bir zamanda bir cemiyetin ıstırap ve ümitlerine tercüman yaptığını söyler.

Bütün bu acı manzaraların görünmemesi ve tarihin derinliklerine gömülmesi için şair durmadan lanet okumaya devam eder.

O halde bu şehir pisliklerini göstermemek için bu ağır sisle örtünmelidir. İyice kapanmalıdır.

Örtün, evet, ey haile... Örtün, evet, ey şehr;
Örtün, ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!...'' (fâcire-i dehr: dünyanın koca kahbesi)

Tevfik Fikret’in İstanbul’u kaplayan yoğun sisin altında gördüğü şeyler işte bunlardır.

Tabiatın sisi dağılacak ancak istibdadın sisi devam edecektir.

Fikret’in söylemek istediği de budur.

İstanbul’daki sis dağılır ancak ne istibdadın sisi dağılır ne de Fikret’in içindeki sis…

Hatta Fikret’in içindeki sis daha da derinleşip yoğunlaşarak Fikret'i ‘’Tarih-i Kadîm’’’i yazacak raddeye kadar getirir...

Tevfik Fikret için hayat karanlık mağmum, boş, çorak bir çölden ayırt edilemiyor.

Haluk uğruna her şey feda ediliyor, kimselere yaranılamıyor derken, insan, kesif bir sis içerisinde sonsuz bir melankoliyle ezilip kalıyor... 

Mustafa Kemal Atatürk’ün, ‘’Ben inkılap ruhunu Fikret’’ten aldım’’ dediği Tevfik Fikret’i vefatının 106. yıldönümünde kendisini özlemle, minnetle ve saygıyla anıyorum…

Tevfik Fikret, ‘’Sis’’ şiirinde; yalnız sefalet ve kayıtsızlık içinde çalkanan İstanbul’u değil, bozulmuş olan bir toplumu ve aynı zamanda çürümüş ve yıkılış halinde olan bir yönetimi ve bu yönetimin pisliklerini göstermemek için şehri ağır bir sisle örtüyor…

Günümüzde ise bu pisliği göstermemek için doğa şehrin denizini salya ile örtüyor…

Vedat Türkali, ‘’İstanbul’’ (Bekle bizi İstanbul) şiirinin girişinde ‘’ ‘Sis’ şairine ithaf edilmiştir‘’ diye yazıyor.

Yani Vedat Türkali, "Sis’’ şairine ithaf ettiği ‘’İstanbul’’ şiirinde, ''Sis''teki manzarayı umumiyeye gönderme yapılarak ''Şark cephesinde değişen bir şey yok'' mesajı veriyor…

Arz ederim…

Osman AYDOĞAN

Tevfik Fikret'in 'Rübab-ı Şikeste''sinde yer alan şiiri:

S İ S  ....................................... 
Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı munannid,

- Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman, 
Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid.

- beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan 
Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,

- ağırlığının altında her şey silinmiş gibi, 
Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;

- bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü; 
Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar

- tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar 
Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!

- onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar! 
Lâkin sana lâyık bu derin sürte-i muzlim,

- Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!

- lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası! 
Ey sahn-ı mezâlim…Evet, ey sahne-i garrâ,

- Ey zulümler sâhası... Evet, ey parlak alan, 
Ey sahne-i zî-şâ'şaa-i hâile-pîrâ!

- ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha! 
Ey şa'şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı

- Ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan, 
Şarkın ezelî hâkime-i câzibedârı;

- Doğu’nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi! 
Ey kanlı mahabbetleri bî-lerziş-i nefret

- Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
Perverde eden sîne-i meshûf-ı sefâhet;

- sefahate susamış bağrında yaşatan. 
Ey Marmara'nın mâi der-âguuşu içinde

- Ey Marmara’nın mavi kucaklayışı içinde 
Ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde;

- sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın. 
Ey köhne Bizans, ey koca fertût-ı müsahhir,

- Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak, 
Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;

- ey bin kocadan arta kalan dul kız; 
Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ,

- güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli, 
Hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşâ.

- sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor. 
Hâriçten, uzaktan açılan gözlere süzgün

- Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün 
Çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün!

- iki lâcivert gözünle ne kadar cana yakın görünüyorsun! 
Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis;

- Cana yakın, hem de en kirli kadınlar gibi; 
Üstünde coşan giryelerin hepsine bî-his.

- içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden. 
Te'sîs olunurken daha, bir dest-i hıyânet

- Sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken, 
Bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i lânet!

- lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi! 
Hep levs-i riyâ, dalgalanır zerrelerinde,

- Zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır, 
Bir zerre-i safvet bulamazsın içerinde.

- İçerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın. 
Hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffu';

- Hep riyânın çirkefi; hasedin, kâr güdmenin çirkeflikleri; 
Yalnız bu… ve yalnız bunun ümmîd-i tereffu'.

- Yalnız işte bu... Ve sanki hep bunlarla yükselinecek. 
Milyonla barındırdığın ecsâd arasından

- Milyonla barındırdığın insan kılıklarından 
Kaç nâsiye vardır çıkacak pâk u dirahşan?

- Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar? 
Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr;

- Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir; 
Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..

- örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi! 
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;

- Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar; 
Kaatil kuleler, kal'alı zindanlı saraylar;

- Kaatil kuleler, kal’ali ve zindanlı saraylar. 
Ey dahme-i mersûs-i havâtır, ulu ma'bed;

- Ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler; 
Ey gırre sütunlar ki birer dîv-i mukayyed,

- ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki, 
Mâzîleri âtîlere nakletmeye me'mûr;

- geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur; 
Ey dişleri düşmüş, sırıtan kaafile-i sûr;

- ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi. 
Ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât;

- Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri; 
Ey doğruluğun mahmil-i ezkârı minârat;

- ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler. 
Ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler;

- Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler; 
Ey servilerin zıll-ı siyâhında birer yer

- ey servilerin kara gölgelerinde birer yer 
Te'mîn edebilmiş nice bin sâil-i sâbir;

- edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu; 
"Geçmişlere rahmet!" diyen elvâh-ı mekaabir;

- “Geçmişlere Rahmet! ” diye yazılı kabir taşları. 
Ey türbeler, ey herbiri pür-velvele bir yâd

- Ey türbeler, ey her biri velvele koparan bir hâtıra 
İykâz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd;

- canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler! 
Ey ma'reke-i tîn ü gubâr eski sokaklar;

- Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar; 
Ey her açılan rahnesi bir vak'a sayıklar

- ey her açılan gediği bir vak’a sayıklıyan 
Vîrâneler, ey mekmen-i pür-hâb-ı eşirrâ;

- vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer. 
Ey kapkara damlarla birer mâtem-i ber-pâ

- Ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi 
Temsîl eden âsûde ve fersûde mesâkin;

- sembole eden harap ve sessiz evler; 
Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa mavtın

- ey her biri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan 
Gam-dîde ocaklar ki merâretle somurtmuş,

- kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş, 
Yıllarca zamandan beri, tütmek ne…unutmuş;

- ve yıllardır tütmek ne... çoktan unutulmuş! 
Ey mi'delerin zehr-i tekâzâsı önünde

- Ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü 
Her zilleti bel'eyleyen efvâh-ı kadîde;

- her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar! 
Ey fazl-ı tabîatle en âmâde ve mün'im

- Ey tabi’atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu 
Bir fıtrata makrûn iken aç, âtıl ü âkim;

- bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp 
Her ni'meti, her fazlı, her esbâb-ı rehâyı

- her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini 
Gökten dilenen züll-i tevekkül ki.. mürâyi!

- gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir! 
Ey savt-ı kilâb, ey şeref-i nutk ile mümtâz

- Ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş 
İnsanda şu nankörlüğü tel'in eden âvâz;

- olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât! 
Ey girye-i bî-fâide, ey hande-i zehrîn;

- Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler; 
Ey nâtıka-ı acz ü elem, nazra-i nefrîn;

- ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar! 
Ey cevf-i esâtîre düşen hâtıra: nâmus;

- Ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: Nâmus; 
Ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâ-bûs;

- ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu. 
Ey havf-i müsellâh, ki hasârâtına râci'

- Ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki
Öksüz, dul ağızlardaki her şevke-i tâli';

- her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür! 
Ey şahsa masûniyyet ü hürriyyete makrûn

- Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için 
Bir hakk-ı teneffüs veren efsâne-i kaanûn;

- yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!
Ey va'd-i muhâl, ey ebedî kizb-i muhakkak,

- Ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan, 
Ey mahkemelerden mütemâdî sürülen hak;

- ey mahkemelerden biteviye kovulan “hak”! 
Ey savlet-i evhâm ile bî-tâb-ı tahassüs

- Ey en şiddetli kuşkularla duygusu körleşerek
Vicdanlara temdîd edilen gûş-ı tecessüs;

- vicdanlara uzatılan gizli kulaklar; 
Ey bîm-i tecessüsle kilitlenmiş ağızlar;

- ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar. 
Ey gayret-i milliye ki mebgûz u muhakkar;

- Ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret! 
Ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-ı siyâsî;

- Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm; 
Ey behre-i fazl ü edeb, ey çehre-i mensî;

- ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre! 
Ey bâr-ı hazerle iki kat gezmeye me'lûf;

- Ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış 
Eşrâf ü tevâbi', koca bir unsûr-ı ma'rûf;

- zengin – fakir herkes, meşhur koca bir millet! 
Ey re's-i fürûberde, ki akpak, fakat iğrenç;

- Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç; 
Ey taze kadın, ey onu ta'kîbe koşan genç;

- ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç! 
Ey mâder-i hicranzede, ey hemser-i muğber;

- Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca; 
Ey kimsesiz, âvâre çocuklar… hele sizler,

- ey kimsesiz; âvâre çocuklar... Hele sizler, 
Hele sizler… - hele sizler... 
Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr;

- Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir; 
Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!...

- Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi! 

18 Şubat 1317/ 3 Mart 1902 (Tanin, 1324/1908, sayı 1)

Tevfik FİKRET
https://www.sehriyar.info/?pnum=549



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CADILAR BAYRAMI?

.   BİR GÜN CUMHURİYET, BİR HAFTA CADILAR .   Bir günlüğüne Cumhuriyet. .   Yalnızca bir gün. Bayraklarımızı çıkarıyoruz, şiirlerimizi okuyo...