30 Mart 2022 Çarşamba

68 Kuşağı Efsanesi Nedir?

 68 Öğrenci Olayları ve 68 Kuşağı Efsanesi Nedir ?

Günümüzün hak ve özgürlük temelli tartışmalarında en çok başvurulan olay; 1968 öğrenci olayları ve bu olaylar sonucu ortaya çıkan efsanevi 68 kuşağı olsa gerek.

Kendilerinden sonra gelen kuşaklar üzerinde de büyük etki bırakacak olan bu dönemin çocukları, halen ülkemizde ve özellikle Avrupa ülkelerindeki idari kadrolarda ve medyada etkin konumlarda olup, demokrasi merkezli tartışmalarda yaptıkları çıkışlar ve aldıkları tavırlarla kamuoyuna yön verebiliyor.

68 Kuşağı Nedir? Nasıl Ortaya Çıkmıştır ?

1968 Mayıs’ında Fransa’da genel bir isyan çıktı. İsyan, Fransız komünist Partisi tarafından engellenmeden önce çok hızlı bir şekilde bir devrim boyutlarına ulaştı ve sonunda Komünistleri rejime karşı ayaklanmakla suçlayan Fransız hükümeti tarafından bastırıldı.

Bazı düşünürler ve tarihçiler, isyanın 20, yüzyılın en önemli devrimci olayı olduğunu savunurlar; çünkü isyan işçiler veya etnik azınlıklar gibi yalnız bırakılmış toplum kesimlerinden çok etnik, kültürel, yaş ve sınıf sınırlarını aşan bir popüler ayaklanma olarak tarihe geçti.

İsyan, Paris’teki bazı lise ve üniversitelerde başlayan öğrenci  hareketinin okul yönetimleri ve polis tarafından bastırılmak istenmesiyle patlak verdi.

Charles de Gaulle yönetimi, öğrenci olaylarını polis kullanarak bastırmayı denedi; ancak bu durum, olayların daha da büyümesine sebep oldu.

Olay büyüdükçe Latin Mahallesinde öğrenciler ile polis arasında sokak kavgaları çıktı ve nihayetinde olaylar, ülke genelindeki öğrencilerin ve yaklaşık 10 milyon kadar Fransız işçisinin, ki bu, o dönemdeki toplam iş gücünün üçte ikisine tekabül ediyordu, katıldığı genel bir isyana dönüştü.

Sonunda isyan, de Gaulle’ün ayaklanmaları bastırmak için askeri müdahaleyi düşünmek zorunda kalacağı bir noktaya ulaştı.

Gaulle, Ulusal Meclisi feshetti ve 23 Haziran 1968’de seçim yapılmasına karar verdi.

Hükümet neredeyse çökme noktasına gelmişti; ancak isyan çıktığı kadar çabuk bir şekilde duruldu.

İşçiler, solcu sendika birliği Confederation Generale du Travail’in ve Fransız Komünist Partisi bastırmasıyla işlerine geri döndüler.

Sonunda haziranda gerçekleştirilen seçimlerden de Gaulle’nin partisi daha öncekinden daha güçlü bir şekilde çıktı.

Göstericilerin büyük çoğunluğu, Komünizm, Anarşizm veya Vietnam Savaşı’na karşı olma gibi sol görüşleri benimsiyordu.

Birçoğu çıkan olayları, eğitim, cinsel özgürlük ve aşk özgürlüğü gibi birçok sosyal açıdan ‘’ eski toplumu ‘’ sarsmak için fırsat olarak görüyordu.

Occident gibi çok az sayıdaki protestocu grubu ise aşırı sağ düşüncelere sahipti.

Mayıs Olayları

Nanterre’deki Paris Üniversitesi’nde öğrenciler ve otoriteler arasında yaşanan çatışmalardan sonraki aylarda okul yönetimi 2 Mayıs 1968’de üniversiteyi kapattı.

Paris’teki Sorbonne Üniversitesi öğrencileri, bu kapatılmayı ve Nanterre’deki öğrencilerin kovulmakla tehdit edilmesini protesto etmek için 3 Mayıs’ta protesto gösterisi düzenlediler.

Bu olayların öne çıkardığı isim ise baskın bir eylemci olan Daniel Cohn-Bendit oldu.

Sorbonne yönetimi olaylara polisi çağırarak karşılık verdi.

Polis, okulu kuşatarak kampüsten ayrılmaya çalışan öğrencileri tutukladı.

Diğer öğrenciler de tutuklanan öğrencileri götüren polis araçlarını durdurmak için toplanınca polis göz yaşartıcı bomba kullanmaya başladı.

Bu müdahale kalabalığı dağıtmak yerine araçların gitmesini önlemek için kullanılan barikatlara daha fazla öğrencinin katılmasına yol açtı.

Sonuçta polis baskın çıktı; ancak yüzlerce ve binlerce öğrenciyi tutukladıktan sonra.

6 Mayıs Pazartesi günü Ulusal Öğrenci Birliği ve Üniversite Öğretim Üyeleri Birliği, polisin Sorbonne’u ilhak etmesini protesto etmek için genel direniş çağrısında bulundu.

20 binden fazla öğrenci ve öğretim görevlisi, Sorbonne’a doğru yürüyüşe geçti.

Göstericilere eşlik eden polisler, göstericiler okula yaklaştıkça coplarına sarıldılar.

Kalabalık dağıldığında bazıları eldekileri korumak için barikatlar kurmaya başladı, bazıları polise bir kez olsun geri adım attırabilmek için taş fırlatmaya başladı.

Bu sefer polis, göz yaşartıcı bomba kullandı ve kalabalığa karşı yeniden harekete geçti.

Yüzlerce öğrenci tutuklandı.

Aynı gün lise öğrencileri de Nanterre ve Sorbanne’daki öğrencilere destek vermek için gösterilere katılmaya başladı.

Bu öğrencilerin ve ertesi gün Arc de Triopmhe’da toplanan öğrenci, öğretmen ve işçilerden oluşan kalabalığın istekleri şunlardı:

- Tutuklanan öğrencilere karşı girişilen tüm suçlamalar düşürülecekti.

- Polis üniversiteden ayrılacaktı ve Nanterre ile Sorbonne yeniden açılacaktı.

Hükümetin, okulları yeniden açmayı kabul ettiğine yönelik yanlış bir bilgi gelince, öğrencilerin, polisin kontrolündeki okulların açılıp açılmadığını kontrol etmek için kampüslere geri dönmesiyle devam etmekte olan görüşmeler yarıda kaldı.

10 Mayıs Cuma günü, Left Bank’ta büyük bir kalabalık daha toplandı.

Polis bu kalabalığın nehri geçmesine izin vermeyince göstericiler yeniden barikatlar kurdular.

Görüşmelerden bir netice elde edilemeyince, gece 2,15 sularında polis bu barikatlara saldırdı.

Göstericilerin de karşı koymasıyla güneş doğana kadar süren çatışmalarda yüzlerce kişi yaralandı ve tutuklandı.

Olaylar geliştikçe radyo dakikası dakikasına yayın yaptı ve yaşananlar ancak ertesi gün televizyonlarda gösterilmeye başlandı.

Hükümetin sert müdahalesi, göstericilerin geniş bir sempati kazanmasına sebep olmuştu.

PCF biraz isteksiz de olsa maceracı ve anarşist olarak gördüğü öğrencileri destekledi;

Confederation Generale du Travail ve The Force Ouviere gibi sol görüşlü sendikalar, 23 Mayıs’ta bir günlük grev ve gösteri çağrısı yaptılar.

O gün Paris’te bir milyondan fazla kişi yürüdü ve polis genellikle olaylarında dışında kalmayı tercih etti. Başbakan Georges Pumpidou, daha önce tutuklananların serbest bırakılacağını ve Sorbonne’un açılacağını duyurdu.

Ancak buna rağmen göstericilerin durmaya niyeti yoktu.

Sorbonne açılınca öğrenciler okulu işgal ettiler ve okulu otonom bir ‘’ halk üniversitesi ‘’ ilan ettileir.

Devam eden haftalarda hükümetten haklarını almak için Paris ve diğer bazı yerlerde yaklaşık 400’e yakın popüler ‘’ eylem komitesi ‘’ kuruldu.

Gösterilerden sonraki günlerde işçiler fabrikaları ele geçirmeye başladı.

Bu olaylar da 14 Mayıs günü Nantes şehri yakınındaki Sud Aviatiıon2da oturma eylemi ile başladı.

Ardından Rouen’deki Renault fabrikasında bir grev yapıldı ve bu grev, Renault’un Seine Valley’deki Flin bölgesi ve Paris’in Boulogne-Billancourt bölgesinde bulunan tesislerine yayıldı.

16 Mayıs’a gelindiğinde işçiler, yaklaşık 50 fabrikayı ele geçirmişlerdi ve 17 Mayıs’ta 200 binden fazla işçi greve başlamıştı.

Grev çığ gibi büyüdü ve katılanların sayısı milyonları grevin başlamasından bir hafta sonra Fransa’daki işçilerin yaklaşık üçte ikisine tekabül eden 10 milyon işçi artık grevdeydi.

Bu grevler sendikalar tarafından öncülük edilmemişti; aksine CGT, olayları daha yüksek maaş ve diğer bazı ekonomik taleplere kanalize ederek bu ani militan eylemleri sınırlamaya çalıştı.

İşçiler, hükümetin ve Devlet Başkanı de Gaulle’ün istifa etmesini ve çalıştıkları fabrikaların kendileri tarafından yönetilmesini isteyerek daha geniş, daha politik ve daha radikal bir yol izlemeye başladılar.

İşçi sendikası liderleri, asgari ücretin yüzde 35, diğer ücretlerin yüzde 7 arttırılması ve grev dönemi için işçilere yarım maaş verilmesi konusunda uzlaşmaya vardı.

Çalıştıkları fabrikaları işgal etmiş durumda olan işçiler, elde edilen bu kazanımlar, bir ay sonra verileceklerden daha iyi olmasına rağmen işe geri dönmeyi reddettiler ve sendika liderlerine karşı cephe aldılar. 29 Mayıs günü CGT tarafından yönlendirilen yüzlerce protestocu, Paris’te yürüyüş düzenledi. ‘’ Adieu, de Gaulle!’’ ( Gaulle İstifa ) sloganları sokakları çınlatıyordu.

Hükümet, çökmeye çok yakın görülürken Gaulle ‘’ Adieu ‘’ demeyi tercih etmedi.

Onun yerine, olayların bir iç kavgaya dönüşmesi halinde kendisine destek çıkabilecek kadar sadık askeri birlik sağladıktan sonra, 30 Mayıs’ta radyodan ( devlet televizyonu da grevdeydi) bir açıklama yaptı.

Ulusal Meclis’in feshedildiğini, yeni seçimlerin 23 Haziran’dan yapılacağını duyurdu.

İşçileri işlerini geri dönmeye çağırdı ve aksi takdirde olağanüstü hal ilan edeceği tehdidinde bulundu.

68 Öğrenci Olayları Nasıl Sonuçlandı ?

Bu noktadan sonra öğrencilerin ve işçilerin, devrimci düşünceleri kaybolmaya başladı.

İşçiler zamanla işlerine geri döndü ya da polis tarafından işgal ettikleri fabrikalarından çıkarıldılar.

Ulusal Öğrenci Birliği, sokak gösterilerine son verilmesi çağrısı yaptı.

Hükümet bazı sol görüşlü organizasyonları yasakladı.

Polis 16 Haziran’da Sorbonne’u geri aldı.

Hazirandaki seçimlerde de Gaulle galip geldi ve kriz sonra erdi.

68 Kuşağının Ünlü Sloganları Nelerdir ?

68 olayları, başta ‘’ Gerçekçi ol, imkansızı iste!’’ ( Soyez realistes, demandes L’impossible! ) olmak üzere birçok unutulmaz sloganı da günlük politik dile kazandırdı.

Söz konusu sloganlar, her ne kadar anarşist bir öz barındırsa da, içerdikleri mizahı tonla da kuşaktan kuşağa yayıldılar.

İşte bunlardan bazıları;

·       On ne revendiquera rien, on ne demandera rien. On prendra, on occupera. ( Bir şey talep etmeyeceğiz, bir şey istemeyeceğiz. Alacağız, işgal edeceğiz.)

·       Le patron a besoin de toi, tu n’as pas besoin de lui. ( Patron sana muhtaç, sen ona değil.)

·       Vauillez laisser le Parti communiste aussi net en sortant que vous voudriez le trouver en y entrant. ( Lütfen çıkarken Komünist Parti’yi bulmak istediğiniz gibi temiz bırakın!)

·       Il est inter dit d’interdire. ( Yasaklamak yasaktır.)

·       L’emancipation de l’homme sera totale ou ne sera pas. ( İnsanlığın özgürleşmesi ya toptan olacak ya da olmayacak. )

·       La revolution est incroyable parce que vraie. ( Devrim inanılmaz bir şeydir, çünkü gerçektir! )

Mayıs 1968 Olaylarının Uluslararası Boyutu

Mayıs 1968 olayları, dünyadan kopuk bir ‘’ Fransız işi ‘’ değildi; aksine, dünya genelinde de öğrenci protestoları yaşanmıştı.

Amerika’da meydana gelen benzer olayları, Başkan Lyndon Johnson’un aylarca süren protestolar yüzünden seçim kampanyasından çekilmesi takip etti;

4 Nisan günü Marin Luther uğradığı suikast sonucu öldürüldü;

23 Nisan günü öğrenciler Colombia Üniversitesi’ni işgal ettiler.

Meksika’daki öğrenci protestoları ise 2 Ekim 1698 gecesi başkent Mexio City’deki Tlatelolco’da bulunan La Plaza de las Tres Culturas’ta yaşanan silahlı çatışmalarla son buldu.

Almanya ve Amerika’daki öğrenci hareketlerine işçiler çok fazla katılmamışlardı; ancak İtalya ve Arjantin’de öğrenciler ve işçiler, daha farklı bir toplum oluşturmak için birlikte mücadele ettiler.

Sorbonne Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Selin Şenocak’ın da dediği gibi, 68 olayları, Fransa’da belirli ülküler; bireysel özgürlük, kadın-erkek eşitliği, yaşam standardının yüksetilmesi, yaygınlaşan pasifizmin önüne geçmek ve Fransız toplumunun her alanında köklü değişimlerin gerçekleşmesi için yapılmış toplumsal bir isyan ve mücadeleydi.

68 Kuşağı’nın Türkiye’ye bakan boyutu ise daha çok Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya gibi devrimci önderlerin liderliğinde oluşturulan Türkiye’deki sol hareketle özleştirildi.

1968’de Amerika’daki ‘’ Hippi ‘’ akımı da başlamış, bu akımlar birbirini beslemişti.

Hippi hareketi ise, Vietnam Savaşı’nda Kuzey Vietnam ordusunun başlattığı ‘’ Tet Hücumu ‘’ sırasında verilen kayıplar sonucu patlak vermişti.

Amerikalılar bu saldırıdan sonra savaşı kazanamayacaklarını anlamışlar ve gençlik bu barışçı akımı başlatmıştı.

Öte yandan Latin Amerikalı devrimci lider Che Guevera’nın 1967 yılında Bolivya dağlarında yakalanarak öldürülmesinin de, 68 kuşağını harekete geçiren olaylar arasında olduğu söylenir.

 27 Ocak 2018 

Kaynak:

http://www.bilgio.net/68-ogrenci-olaylari-ve-68-kusagi-efsanesi-nedir/


 

68 Hareketi Nasıl Başladı?

 .   68 Hareketi Nasıl Başladı?

·       Benno Ohnesorg'un kanlar içindeki bedeni ve onun başucunda duran protestocu genç kızın fotoğrafı, 68 Hareketinin simgesi haline gelmiştir.

·       İran doğumlu Alman vatandaşı gazeteci yazar Bahman Nirumand, 1967 Ocak ayında “Persien, Modell eines Entwicklungslandes oder Die Diktatur der Freien Welt” yani Türkçesiyle: İran, Gelişmekte olan bir ülke modeli veya Hür Dünya'nın diktatörlüğü” ismiyle kaleme aldığı ve İran Şahlığına yönelik eleştiriler içeren kitabını yayımladığı günden itibaren, Sosyalist Alman gençliğinin ilgisini üzerine toplamıştı.

·       İran şahı Muhemmed Rıza Pehlevi işte böyle bir dönemde Berlin'e ziyarette bulunmuş ve kendisini sokaklarda protesto eden binlerce sol görüşlü öğrenciye tanıklık etmişti.

·       2 Haziran 1967'de yaptığı bu ziyaret esnasında ellerinde pankartlarla şahı protesto eden sol görüşlü öğrenciler, bir anda nereden geldiği bilinmeyen, esrarengiz silah sesleriyle büyük bir panik içerisinde dağılmaya başlamışlardı.

·       Bu protestoların ana kaynağı SDS yani “Sosyalist Alman Öğrenci Birliği / Sozialistischer Deutscher Stundentenbund idi.

·       Bu kurşun bir sivil polisin tabancasından çıkmış ve doğumuna kısa bir süre kalmış, kendisi gibi öğrenci olan gebe eşiyle birlikte polislerin göstericilere ne yaptığı izlemek amacıyla olay yerine gelen bir öğrenciyi, kafasından vurarak feci şekilde öldürmüştü.

·       Kafasından vurulan ve kanlar içinde yerde yatan gencin ismi Benno Ohnesorg idi.

·       Ohnesorg'un yardımına koşup, onun başucunda duran kadın göstericiyi ve kanlar içinde yerde yatan genci gösteren fotoğraf, 68 Hareketinin sembolü haline gelmiştir.

·       Benno Ohnesorg'un öldürülmesinin ardından, onu öldüren polis memurunun serbest bırakılması ve hemen ardından, 11 Nisan 1968'de öğrenci lideri Rudi Dutschke'nin, sağ görüşlü bir öğrenci tarafından silahlı saldırıya uğramasıyla birlikte olaylar kontrolden çıkmıştır.

·       Silahlı mücadeleyle, Almanya'da sosyalizm kurmayı hedefleyen şehir gerillası örgütü RAF yani “Kızıl Ordu Fraksiyonu kurucuları arasında yer alan Gudrun Ensslin bu olayın ardından; Bunlar Auschwitz kuşağından. Bunlarla tartışılmaz. Şiddet,  ancak karşı şiddetle cevaplandırılabilir açıklaması yapmış ve gerillaları Berlin'de bir polis karakolunu basmaya ve silahlarına el koymaya davet etmişti.

·       İşte, 68 Hareketini başlatan RAF ve ismini bu öğrencinin öldürüldüğü günden alan, “2 Haziran Hareketi”  isimli örgütlerin önderliğinde, 20 yılı aşkın sürecek olan şiddet eylemlerine sebep olan kurşun, dünya tarihini etkileyecek bir hareketin başlangıcı olmuştu.

·       68 Hareketi, Almanya, İngiltere, Fransa, İspanya, İtalya, Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye, İran, Japonya, Macaristan, Çekoslovakya, Yugoslavya gibi, çok sayıda ülkede protestolara, yeni manifestolara, şiddet eylemlerine, sayısız öğrenci liderlerinin öldürülmesine ve idamlarına sebep olmuştur.

·       68 Hareketinin kaderini belirleyen kurşunu atan Batı Berlinli polis memuru, Karl Heinz Kurras, serbest kaldığı mahkemede üç defa ifade değiştirmişti.

·       Mahkemede önce elinde bıçak olan öğrenciler tarafından saldırıya uğradığını ve uyarı ateşi açtığını söyleyen Kurras'ı, olay yerinde gören tanıklar yalanlıyordu.

·       Olayın hemen ardından, kıyafetlerini temizlikçiye götürüp yıkatmıştı.

·       Ancak onu görenler üzerinin gayet temiz olduğunu ve yere düşmediğini kaydediyordu.

·       Dava sırasında ortaya çıkan en önemli görgü tanığı, bir polis şefinin Kurras'a Kurras, çabuk arkaya. Haydi. Hızla kaybol”  talimatı verdiğini ifade etmesine rağmen, Kurras'tan yana olan polis teşkilatının da lehte ifadeleriyle birlikte Kurras serbest bırakılmıştı.

·       2009 Mayıs'ına kadar “Doğu Almanya Devlet Güvenlik Bakanlığı”  yani kısaltmasıyla “STASI dosyaları ve gizli belgeleri yıllarca açılmamış ve incelenmemişti.

·       Yıllar sonra, gizli ibareli dosyalar açıldığında, büyük sır ve enteresan bilgiler ortaya çıktı.

·       Batı Berlinli polis memuru Kurras'ın 1955-1967 yılları arasında, Doğu Almanya'nın “Devlet Güvenlik Bakanlığı”  yani “MFSnin bir elemanı olduğu, “OTTO BOHL kod adıyla STASI adına çalıştığı ve 1964'te iktidar partisi olan Sosyalist Birlik Partisi'nin üyesi olduğu ortaya çıktı.

·       Aynı belgelerde yer alan ifadelere göre, Benno'nun öldürülmesinin ardından, Kurras'ın derhal tüm malzemelerini ve giysilerini imha etmesi, tüm faaliyetlerinin durdurulması ve olayı çok üzücü bir kaza” olarak değerlendirilmesi talimatı verilmiştir.

·       Mahkemede vereceği ifade ile ilgili olarak da olayı nefsi müdafaa olarak savunması istenmiştir.

·       Heinz Kurras, 2007'de TV ekranlarında verdiği bir röportaj da, kendisine sorulan Benno cinayetiyle ilgili soruya Kimse bana saldırmamı söylemedi cevabını vermiş, 2009'da ilgili gizli belgelerin ortaya çıkmasının ardından, kendisinin Komünist Partisi ve STASI geçmişi hakkındaki eleştirilere, Doğu Almanya Komünist Partisi üyesi olmak utanılacak birşey değildi. Ayrıca bu olaylar, geçmişi değiştiremeyecek” şeklinde yanıtlamıştır.

·       1987'de kapatılan cinayet dosyasının evrakları için, 1989 yılında imha edilmesi talimatı verilmesine rağmen, bilinmeyen bazı nedenlerden dolayı 2009'da yok edilip, kaldırıldığı yerden tekrar ortaya çıkartılmıştır.

·       İşte, bir polis silahından çıkan kurşun, belki ileride tekrar ortaya çıkabilecek olan, öğrenci hareketlerinin bir kıvılcımı ve dönüm noktası olmuştur.

Kaynak:
'The shot that changed Germany', MOORE, Tristana, BBC News/Berlin, June 6, 2009.
'68 Sol hareketini başlatan ilk kurşunun gerçek öyküsü', Atlas Tarih/Dosya, KÖKSAL, Gürsel, Ocak 2010, sayfa 16-23.
'The Truth about the Gunshot that Changed Germany', Der Spiegel Online International, Article by Der Spiegel Stuff, translated from the by SULTAN, Christopher, 28.05.2009. 

26th November 2013, Avni Alanyalı tarafından yayınlandı

 

27 Mart 2022 Pazar

AKIL ve ZİHİN ÇAPI

AKIL ve ZİHİN ÇAPI

Doğal ve Beşeri Akıl

Doğal akıl, Tanrı vergisidir ama beşeri akıl tanrı vergisi değildir. 

İnsanın kendisinin ürünüdür.

O nedenle hiçbir bebek, doğuştan beşeri akla sahip doğmaz.

Sonradan ona bu akıl, eğitimle monte edilir.

Yani insan, beşeri aklını üretirse bu akla sahip olur.

Üretmezse bu akla sahip olamaz.

Beşeri akıl, insanın anlamsal yani manasal yapısıdır.

Neden biz bir tane icat yapamıyoruz da elin oğlu binlerce icat yapabiliyor? Halbuki onlarda da bizde de doğal akıl var.

Çünkü biz, icatları yapan beşeri aklı kullanmıyoruz.

Niçin?

Çünkü biz "beşeri düşünme" işlemi yapmıyoruz.

Beşeri Akıl

Osmanlı’nın ve Müslümanların geride kalmalarının bir sürü sebeplerini keşfetmeye çalışmakla vakit israf etmek yerine, bugün ne yapmamız gerektiğine odaklanmak gerekir.

İleride bizim de bu düşünmeyi yapmadığımızı tarih yazacaktır.

Osmanlı’nın çöküşünün tek temel nedeni vardı.

O da; o devirlerde insanlığın yaptığı ve icatları üreten beşeri sistemli düşünme işlemini yapmamasıdır.

Çağımız; düşünme ve akılcı düşünme çağıdır.

Var olmak istiyorsak toplum olarak bu düşünmeye ulaşmamız ve onu yapmamız şarttır.

Başka her şey boş iştir.

Toplumunu seven, bu konuda toplumuna yardımcı olmalıdır.

Akılcı düşünemeyenlere yaşam yoktur artık bu yeryüzünde.

O nedenle Beşeri aklın ne olduğunu ve nasıl çalıştığını bilmek gerekir.

İşte biz, bunu yapmaya ve öğretmeye çalışıyoruz.

Bunu yapmak zor bir iştir.

Ve biz toplum olarak zor işlerden kaçarız.

Bu iş, zihinsel düşünme işidir.

Hadi yapalım!

Neden yapmıyoruz?

Yapmaya ne gerek var ki!

Bunu yapmadan da ülkeyi yemek imkanı varken neden yapalım ki, denmemelidir.

Çünkü halk olarak herkes bunun faturasını ödüyor ve ödeyecektir.

Bugün bile milletimizin karnını doyuramaz olduk.

Aslında canlıların ve insanların beyinlerinde akıl ve zihin diye bir lob yoktur.

Ama canlıların akıl ve zihin dediğimiz aygıtın işlevini gören mekanizmaları vardır.

Akıl, düşünme işlemini yapan aygıt ve mekanizmadır.

Akıl, düşünme komütatörüdür.

Felsefede akıl; soyut düşünme, anlama, kavrama, soyutlama ve hükme varma yetisidir.

Bir fikirden başka bir fikir üretmedir.

Aslında beşeri akıl, soru sormaktır.

Zihin, o soruyu cevaplama işlemidir.

Fikir ve bilgi soyut şeylerdir. 

Manevi demek; manasal yani anlamsal demektir. İlahi olan demek değildir.

“İnsan; insani fikir ve bilgi ürününden ibarettir.”

AKIL ÇAPI NEDİR

Akıl çapı; olgu, obje ve olaylar hakkındaki bilgi, fikir, algılama ve düşünebilme miktarıdır.

Kişi, ne kadar çok boyutu ve katmanı biliyor, soruyor ve algılayabiliyorsa akıl çapı o kadar geniştir demektir.

Bir insanın akıl çapı ne kadar ise o kadar insandır.

 “İnsan demek; anlamak ve algılamaktır.”

Bir şeyi anlamak önemlidir.

Ama onu algılamak daha önemlidir.

Çünkü algılamak bir şeyi kavramak ve o şeyle oluşmaktır.

Bir şeyi algılamak ve onunla oluşmak ancak onun üzerinde düşünme işlemi yaparak zihinsel boğuşmakla olur.

Duyumdan anlamaya, oradan algıya, algıdan kavramaya gidilmelidir.

Hafızayı Geliştirmek

Hafıza, bilginin depolandığı yerdir.

Bilgi öğrenmek hafızayı geliştirir.

Yeni ürün; aklın, bilgi üzerinde düşünerek zihni kullanmasıyla üretilir.

Bilgileri boşuna ezberlemek önemli değildir.

Hafızanın gelişmesi, aklı ve zihni geliştirmez.

Öğrendiğimiz bilgilerin üzerinde düşünmek aklı ve zihni geliştirir.

İşte bize lazım olan da bu düşünmedir.

Sadece hafızanın gelişmesi, ağzın çok çalışmasına yarar. İnsanı boşboğaz, geveze yapar.

“İlim Çin’de de olsa alın,” söylemi yerine “ilmi sen üret,” söylemine geçmek gerekir.

Aklın ve Zihnin Çapını Genişletmek

Mevcudun ilerisine geçmek, öncelikle aklın ve zihnin mevcut çapını genişletmekle mümkündür. Mevcut akıl çapı ile mevcudun ilerisine geçilemez.

Aklın ve zihnin çapı bir tek işlemle genişler.

O da; okumak ve üzerinde sistemli düşünme yapmaktır.

O nedenle ne kadar çok okuma ve düşünme yapılırsa akıl çapı o kadar çok genişler.

Düşünme işlemi yapmak, beyin moleküllerinin, hücrelerinin ve nöronlarının birbirleriyle bağ kurmasına ve etkileşime girmesini sağlar.

İşte beynin gelişmesi de budur.

“İcatlar yapanlar; günde on saat okuyor ve üzerinde on saat düşünüyor.”

Biyolojik akıl somut düşünür.

Bedenimizin kendisi zaten somut düşünmeyi yapar.

Bizim ona müdahalemize gerek yoktur.

Ama beşeri akıl soyut düşünür.

Beşeri soyut düşünmeyi bizim yapmamız gerekir.

Biz yapmazsak ona sahip olamayız.

Düşünme yapılmadıkça var olan düşünme kaynağı tüketilir.

Anlamını anlamadan yapılan dinlemeler, düşünmeyi durdurur.

Fakat anlamaya çalışmaya zorlanmak, düşünmeyi en yoğun kullanmayı sağlar.

Çünkü bu durumda beyin nöronları birbirleriyle çapraz kontak kurarlar.

Nasıl ki mesela ananas meyvesini yemedikçe, onun tadı hakkında farkında olup akıl yürütemeyeceksek, sorgulamaksızın yeni bir boyutun farkında olamayacağız.

Düşünmenin Yapılışı

Beşeri düşünme soyut düşünmedir.

Soyut düşünme işlemi, olabildiğince çok sayıda soru sormak ve cevap bulmak için akıl yürütmektir. Savunma beyni büzüştürür, sorgulama beyni akışkan yapar.

Neden-Sonuç

Düşünme, soru sorularak yapılır.

İngilizce Akıl, “reason” yani “neden”, akıl yürütme ise; “reasoning” yani “nedenleme” demek olması boşuna değildir.

Beyni geliştiren en önemli usul, neden-sonuç ilişkili düşünmedir.

Neden-sonuç ilişkili yapılmayan hiçbir şeyin değeri yoktur.

Kuru kuruya öğrenmek ya da kabul etmek, beyni öldüren şeydir.

Sorular

Düşünme, basitçe şu üç soru sorularak yapılır:

- Bu nedir? Bu neden böyledir? Bu nasıl böyle oluyor?

Akıl çapını genişletmek için, karşılaşılan her şeye bu basit soruları sorup üzerinde düşünmek yeterlidir.

Göreceksiniz bunu yapınca daha çok öğrenmek isteyeceksiniz.

Çünkü öğrendiğiniz şeyden ve öğrenmekten zevk alacaksınız.

Hayata bakışınız değişecektir.

İnsanlığın aklı, beş milyon yıldır, düşünme işlemi yapanlar sayesinde sürekli gelişmiş ve bugünkü icatları yapabilir çapa ulaşmıştır.

Bugünkü akıl çapına insanlık, diktatör ve tiran hükümdarların, düşünürleri ve bilim adamlarını öldürerek, kitap ve kütüphane yakarak geldi.

 “Kıl ile akıl arasında bir harf kadar fark var.

Doğallığı aşamayan kişi, bu bir harfi aşıp kılcılıktan akılcılığa ulaşamaz.”

Evet insanlık, bugüne düşünme yaparak gelmiştir.

Filozof ve matematik bilimadamı Theon, 2500 yıl önce, kızı Kadın filozof Hypatia (MÖ 415-370)’ya şöyle der: 

- “Herkes düşünme hakkını elinde tutmalıdır. Yanlış düşünmek bile, hiç düşünmemekten iyidir.”

Beyin

Beyin, kimyasal yapısı gereği, kaydettiği bilgilerden yeni bilgiler üretir.

Sinir uçları olan nöronların birbirleriyle kontak kurmasıyla çalışır ve bilgi üretir.

Beyne ne kadar çok çeşitli bilgi verilirse beyin, o kadar çok kontak kurar ve o kadar çok bilgi üretir.

Doğal beyin bunu basit şekilde ve tek boyutlu yapar.

Çünkü beş duyu organlarıyla aldığı maddi verilerle doğrudan yapmaktadır.

Tek boyutlu düşünenler, "animal" düşünüyor demektir.

İnsan, maddi olanların yanı sıra maddi olmayan anlamsal yani manevi verileri de beynine vermektedir.

Böylece insan beyni, diğer canlıların yapamadığı çok boyutlu çapraz düşünme yaparak yeni karmaşık bilgiler üretmektedir.

Ne kadar çok anlam verilirse beyin, o kadar çok düşünür ve yeni çok boyutlu bilgi üretir.

İşte aklın ve zihnin çapını belirleyen bu durumdur.

Beyin ve Zeka

Beynin büyüklüğü ve zekanın çokluğu pek önemli değildir.

Çünkü bunlar kendiliğinden fikir ve bilgi üretmezler.

Fikir ve bilgi, çok okumak ve çok düşünerek beyni olabildiğince çok kullanmakla üretilir.

Mesela filozoflar ve icatları yapan bilim insanları pek zeki kişiler değildirler.

Ama çok okuyan ve çok düşünen kişilerdir.

Teorik fizikçilerin teorisine göre; insanların beyin boyutu, zihinsel işlemlerde bir farklılık yaratmıyor.

Örneğin Einstein’ın beyni 1.210 gram idi, ortalamadan bir hayli düşük.

İnsan beyni ortalama 1.5 kilo ağırlığındadır.

Filin beyni, insanın beyninden dokuz kat büyüktür.

Düz Kontak ve Çapraz Kontak Beyin

Çalışma açısından beyin iki çeşittir.

Biri düz kontak, diğeri çapraz kontak beyindir.

Doğal beyin, tek tip maddi somut veri aldığından monolektik düşünür ve düz kontak çalışır. Sadece insan, beynine fikir ve bilgi gibi soyut veriler verdiğinden, beynini çapraz kontakla çalıştırır.

Bedenin sinir sistemi bile sıcak ve soğuk gibi zıt verilerle çalışmaya programlıdır.

Sadece soğuk veri verilen beyin, bir süre sonra sıcak veriyi algılamaz olur.

Tek tip okuma yapmak, beyinde milyarlarca nöronların birbiriyle kontak kurarak çalışmasına neden olur.

Bu okuma, beyni düz kontak çalıştırır.

Zıt şeyler okumak ve diyalektik düşünme yapmak, insan beyninin sinir uçlarının trilyonlara varan kontak yaparak çalışmasına neden olur.

Bu diyalektik düşünme, beyni çapraz kontak çalıştırır.

Bilgiler üzerinde çapraz, zıt ve karmaşık düşünme işlemi yapmak gerekir.

Bizim, toplumsal olarak tarihimizde diyalektik düşünme yaptığımıza dair kayıtlar da, eserler de yoktur.

Ama daha önemlisi bugün bile diyalektik düşünme, üniversitelerimizde bile yapılmıyor.

Neden icat yapamadığımızın nedeni böylece ortaya çıkmış oluyor.

İcatları yapan kişilerin ülkelerinin eğitim sisteminin her kademesinde diyalektik düşünme yapılıyor.

Dolayısıyla milyarlarca kontak yaparak çalışan beyin, trilyonlarca kontak yaparak çalışan beyin ile baş edemez.

İşte bu nedenle insanları sadece dinsel ya da sadece din dışı kitaplar okumaya zorlayanlar, insanlarına aynı en büyük kötülüğü yaparlar.

Çünkü her iki yol da, insanların düz kontak beyin olarak kalmalarına neden olur.

Sürekli aynı fikirde kalmakla övünmenin nedeni, işte bu tek boyutlu doğal somut düşünmektir.

Anne ve Babalar

Çocuğunu seven her anne ve babanın, öncelikle kendi akıl çaplarını genişletmeleri gerekir.

Çünkü aklın gelişmesinden, önce çocuklar yararlanacaklardır.

Şimdi bir düşünün, akıl çapı dar kalmış ana-babanın çocukları, akıl çapı geniş olan ailelere göre dezavantajlı başlıyorlar hayata.

Akıl çapı dar olan bir toplumun çocukları da akıl çapı daha geniş olan diğer toplumlara göre dezavantajlı oluyorlar.

Onlarla nasıl baş edecekler ve rekabet edecekler?

Çocuklarınızın akıl çapını genişletmesini eğitim kurumlarından beklemeyin.

Oralarda bu iş yapılmıyor ve bu işi yapacak kişiler de yoktur.

Onun için görev ana babaya düşmektedir.

Şimdi eğer kişi, kendisi özel çaba harcamadıysa profesör de olsa, beş yaşında çocuk iken ailesinden edindiği akıl çapı değişmiyor.

Felsefe Kitabı Okuma

Okuyacağımız her kitap, aklımızı ve zihnimizi geliştiren kitap olmalıdır.

Boşuna okuma yapmamak gerekir.

Mesela roman okuyacaksak, duygularımızı tatmin etmek için okumamak gerekir.

Önce edebiyat felsefesi, şiir felsefesi ya da dil felsefesi kitabı okumak gerekir.

Böylece hem okuyacağımız roman ya da şiir kitabında ne arayacağımızı biliriz hem de o kitaptaki fikirler üzerinde nasıl düşünme yapacağımızı biliriz.

Kitapçıya gidin.

Felsefe bölümüne geçin.

İlgi duyduğunuz konuda ya da herhangi bir konuda bir tane felsefi kitap, sadece bir tane kitap alın.

Birden çok kitap almayın.

Ama bu kitabı on kez okumayı kabul edin.

Bu kitabı bir kere, sıradan okuma ile okuyun.

İkinci de daha yavaş okuyun.

Üçüncüde kitaptaki fikirleri anlamaya çalışın.

Kitapta geçen her kelimeye internetten bakarak anlamını öğrenin.

Bildiğiniz kelimenin dahi anlamına bakın.

Daha önce bildiğiniz anlamları bir kenara bırakın.

Dördüncüde filozofun nasıl felsefe yaptığına dikkat ederek okuyun.

Daha sonra kitabın içindeki konulardan ilgi duyduğunuzu okuyun.

Beşincide okuduğunuzun üzerinde düşünün.

- Böyle düşünme ile kitabı birkaç kere okuyun.

Bu işlemi bir kez yapmak, zor olan işin yapılmasını sağlayacak ve ondan sonra okuma ve düşünme işi kolaylaşacaktır.

Göreceksiniz ki farkında olmadan çok gelişmiş olacaksınız.

Zihniniz gelişecek, akıl çapınız genişleyecek, kelime ve ifade kalıplarınız gelişecek.

Ve siz, daha önceki siz olmaktan çıkacak gelişmiş bir kişi olacaksınız.

Daha önce sorduğunuz soruları sormaz olacaksınız.

Daha önce sorduğunuz cevapları kendiniz bulacaksınız.

Gördüğünüz bütün olgu, obje ve olayları anlayacaksınız.

Anlamlandıracaksınız.

Her şeyden ve hayattan zevk alacaksınız.

Sonuç

İslam dünyası ve Türkiye, çağımızın akıl çapına ulaşamadığı sürece, insanlık çizgisinin bugünkü kesiti tarafından insanlığın gelişmesine bir engel ve düşman olarak görülmeye devam edecektir. Çünkü insanlıkla uyumsuz görülecektir.

Bir an önce insanlık çizgisinin bugünkü kesitine eklemlenmek şarttır.

Bu eklemlenme, önce sadece beşeri sistematik düşünme yapmakla ve sonra da çağımızın “akılcı ve bilimsel” düşünme biçimine ulaşmakla mümkündür.

İslam dünyasının ve Türkiye’nin asıl “beka” sorunu budur.

Çünkü bu uyumsuzlukta direnildiği sürece, insanlık, uyumsuzları elimine etmeye çalışacaktır. 

Bu sunduğum bilgiler benim bulduğum buluşlar değildir.

Benim yaptığım iş, sadece milletimiz adına bu bilgileri okumak, algılamak, özümsemek ve milletimizin olabildiğince her kesiminin anlayacağı dilde ifade etmektir

………Prof. Dr. Niyazi Kahveci

https://www.ulusaldemokrasienstitusu.org/1150-2/

CADILAR BAYRAMI?

.   BİR GÜN CUMHURİYET, BİR HAFTA CADILAR .   Bir günlüğüne Cumhuriyet. .   Yalnızca bir gün. Bayraklarımızı çıkarıyoruz, şiirlerimizi okuyo...