İNSANLIĞIN DÜŞÜNME EVRELERİ
02.01.2018 Günü KRT TV de Ferit Atay’ın sunduğu
“Sorgulu Yorum” Programında “İnsanlığın
Düşünme Evreleri” başlığı altındaki söyleşide Prof. Dr. Niyazi
Kahveci ilginç konuşmasında şunları söyledi:
“ - Bu ülkede en kullanılan en
çok alınıp satılan din. Satanı çok, herkes alıyor, ama hiç kullanılmayan tek şey var
din. Bunu satın alan halk
problemdir, halkın zihinsel yapısı problemlidir ve bu problemlerin faturasını
da ödüyoruz, gidiyoruz aynı kafa, bir adamı büyütüyoruz, ondan sonra
öğretiyoruz, son kendimiz ona öldürtüyoruz. Bu kafa hastalıklı bir kafadır, bu
kafa anakronik kafadır, bu kafa şizofrenik kafadır. On bin yıl önce
yaşayan kafayla bugün yaşan aynı kafadır bu.
…Biz neredeyiz? Kiralık
kapitalle kapitalizm kiralık felsefeyle aynı kafa. Çağ dışı malzemeyle çağdaş
işler yapmak. Bir an önce bu insanımızı, hiç olmazsa bir kesimini, çağdaş
zihniyetin aklına çapına ulaştırmamız şart. Varlığını sürdüremezsin, biz o
icatları ne mabet, ne tanrı, ne şeytan kavramları, icatları bize mal edilmiyor,
bilim tarihine felsefe tarihine gittiğin zaman. Yokuz yani, zaten bunu
söylüyorlar, 20-30 yıl öyle, yakın da 30 yıl sonra ya teknolojik insan
olacaksın, ya da gereksiz lüzumsuz insan olacaksın, bizde problem orada,
arasındaki dini mezhepler hepsi düşseldir, teolojiktir. Bizdekiler siyasaldır,
teolojikler arkadan meşrulaştırmak için
Burada bir tespiti yapmamız lazım, Sünnilik
ve şiirlik; sunilikte düşünmenin (d) si yoktur. İsmi üzerinde tahammülcü,
uygulamacı, Kuran’ın bütüncül bir çalışmasını yapmadığımız sürece şu soruyla,
Kuran’ın hedefi nedir? Karakteri nedir, diye. Böyle bir çalışma bilimsel ve
felsefi analiz yapılmadığı sürece Kuran’ı Kerimi olduğu haliyle alırsak 1500
senesinden önce kalırız.
Şunu söyleyeyim size, elin oğlu Allahtan
parayla satıyor teknolojik icatlarını da, biz de sahip oluyoruz. Yani o satmasa
ne yapacaksın. Nasıl sahip olacaksın onlara. Bizim atalarımızın hazır aldığı
vatanı, ülkeyi kendi vücudumuz gibi bilmeliyiz. Üzerine ekleyen yok. Bir şey
ekleyen yok, bir kuruş ülkeye kazandıran yok. Ama hepimiz geçiniyoruz, lüks
içinde. Diyeceksiniz ki 150 milyar dolar ihracat yapıyoruz, o öyle hesaplanmaz,
ülkenin geneli açısından baktığın zaman ithalatınız 300, ihracatınız 150 ise,
siz ülke olarak iki liraya mal ettiğinizi, bir liraya satarak geçiniyorsunuz. O
aradaki açık ne oluyor, dış borç. Kim ödeyecek bunu? Neyle ödeyeceğim? Yer altı
kaynakları sattı bitti, gitti. Yer üstü işletmeleri de sattık gitti. Şimdi de
arazi satıyor, yer üstü tarım arazileri. Şimdi o da bitti, havayı betonla
doldurarak, bina satıp geçiniyoruz, biliyor musunuz? Havayı satıyoruz, nereye
kadar.
Kim bunu dert ediyor. Ne gerek var, uydur kaydır, gel makamlara zengin
ol. Haklı haksız, kazan!. Peki, niye sormuyorsunuz bu nimetler, şu icatlar, şu
gelişmeler ülkemizde yapılsın, diye veriliyor, kim soracak. Kim kimin kimsenin
kimseye sorma hakkı yok. Hiç kimsenin birbirinden farkı yok ki. Herkes aşağı
yukarı aynı şeyi yapıyor. Elinde yetki olup imkânı olup da aynısını yapmayan
yok. Yazık ediyoruz, tutamayız elde, şeyhlik kavramı beş milyon yıl önceki
totelizmin insana dönmüş halidir. Onun için ben şeyhlik şundan bundan
bahsedenleri duyunca okuyorum onları.
Bu adam bilim okuyor, bu adam ilk vaka bununla yapabileceğiniz bir şey
yok. Beş milyon yıl öncesinden eğer insanlar bir şeye kendi kimliğini,
kişiliğini, varlığını bırakıp da, bağlanmışlar o da beş milyon yıl önceki
tebanın bu günkü insana dönüşmüş halidir. Böyle okuyacağız, anca o zaman
okuruz, olgu ve objeli olayı. Filozofların görevi bu. Sizin ülkenizin bir tane düşünürü, filozofu
yok. Elin oğlunda binlerce var. Ve biz bu toplumun ne ekonomisini, ne
siyasetini, ne sosyolojisini, ne dinini, ne sosyo-dini, ne sosyo objesini
okuyamıyoruz ki. Biz Batılıları, Avrupalıları, Amerikalıları eleştiriyoruz, “onlar
sömürgeci”
diye.
Kardeşim, onlar ne siyasetçisi, ne
şarkıcısı, ne iş adamı hiç biri kendi insanını sömürmüyor, biliyor musunuz? Bu
ülkelerin insanları, istisna yapmamak istiyorum, çünkü realiteye uygun değil.
Etrafımda çok az buluyorum, pek de karşılaşmadım, yabancıyı karışmıyorum, kendi
insanını hepsi sömürüyor. İç sömürücü, en büyük vatan satıcılığı budur, vatan
hainliği de budur. Ama dini kullanıyor, ama Allah’ı kullanıyor, ne yapıp edip
kendi kaynağını kendi cebine akıtma peşinde. Bu böyle olmaz. Ama yüz tane
düşünürü, filozofu olsa ve sizin gibi böyle kanallar olsa, bunları söyleseler
sömürebilirler mi?
Fizik profösür ile konuşuyorsun konu dine
geliyor, felsefeciyle konuşuyorsun konu komediye geliyor, dine tanrıya geliyor.
Bunu zihinde halletmedikten sona biz beş milyon yılla bu günün arasından
patinaj yapar dururuz.
. Bu gün ilahiyat
akademiyasına, profösörlerine baktığımız zaman bin yıl önceki din âlimliği ve
ondan beş bin yıl önceki din adamı düzeyine geri gidildiğini gösteriyorlar.
Bunu nereden görüyoruz, bir tane herhangi bir dini ilimde yeni bir kuram
e kavram ortaya koyamıyorlar. İlk İslam din âlimleri, İslami formüle ettiler
sistematikleştirdiler. O sistematiğini dışına bile çıkamadıkları gibi,
yaptıkları iş ne biliyor musunuz? Bir cenaze namazı kıldırmak, yani din
adamının yaptığı iş. Yani üç haftalık Kuran kursu eğitimiyle yapılabilecek iş
olan bir cenaze namazı imamlığı yapılıyor. Cuma namazı hutbe okunuyor vaaz
ediliyor. Hangi katmana hitap ediyorsun, senin hitabetliğin katman o mu? Kafa
katmanın senin… Şimdi görüyorum ki Pröfösör Refik Ümreler, Haçlar… Kardeşim bu
ülke size bize 20-30-50 sene bu kadar masraf yaptı, elektriğini, maaşını,
suyunu her şeyini ödedi. Bunun için mi yaptı, bunun için mi ödedi. Farabi’yi
bile aşamadın, geri gittin, dört bin sene öncesindeki Sümer din adamları
Kohenlerin aşamasına indin. Bunu yapmaya kimsenin hakkı yok. Ama ne yazık ki bu
ülkenin sahibi yok, entelektüel açıdan söylüyorum. Öbür açıdan beni
ilgilendirmiyor, onlardan da yok da. O beni ilgilendirmiyor.
Bunu soran yok. Ben o nedenle bir proje hazırladım. “Felsefe
Üniversitesi” kurmak
diye.
Elin oğlunda her bir dalının felsefesi var: Fizik felsefesi, kimya
felsefesi, tarih felsefesi, din felsefesi, sosyoloji zaten felsefe, sosyal
bilimler tamamen felsefe (onu bilimlerin sınıflandırmasında söyleyecektim, neyse…)
Bu felsefe olaylarını üç
fakülte olarak planladım: Fen Bilimleri Felsefeleri Fakültesi, Sosyal
Bilimleri Felsefeleri Fakültesi, Teoloji Fakültesi. Eğer hadisin
felsefesi, tefsini felsefesi, fıkıh felsefesini yapamazsak boşuna ortalıkta
dolanıp da aspirin makinesi üretmeyi, M. Akif Ersoy’u satmayalım, yani
yapamazsınız. Tek yapacağın iş var bunu yapmak. Kim yapacak, bana yav,
ben sorumluluğumu sürdüm, vebalimin yerine getirdiğime inanıyorum. Yapılırsa
yapılır, ama aradaki bu çağın çizgisindeki insanlıkla arkamızdaki mesafeyi
kapatmak mümkün değil de, kısaltmanın da yolu bu, başka bir yolu yok.
Kesinlikle değil.
Bu ülkede 200 tane üniversite var bu ülkede
yüz bin akademisyen var, bir tane felsefi fikir, bir tane bilimsel bilim bilgi
icadı yok. “Niye yok” diye kim soracak, niye sorulmuyor? Ben pozisyonumdan utanıyorum,
ben geç fark ettim, ama fark ettim, ama fark edilmiş değil ki halen. Profesör
icat etmiyor, benim bir tane icadım yok, ben de profesörüm diye ortalıkta
dolanıyorum oradaki de profesör. İnterneti icat ediyor, motoru icat ediyor, çok
daha başka şeyler icat ediyorlar, yapıyorlar, üretiyorlar. Onu üreten de kafa,
bizimki de kafa, mankafa deniyor bazen, asıl mankafalık bu. Başka bir zaman da
şeytanlık, üçkâğıtçılık, mankafalık yaygın.
Akılcı
düşünmeye geldik, 18. Asır. Dinsel düşünüş, akılcı
düşünüş; akılcı düşünmeyi üreten kiliselerdeki papazlara saygı duyuyorum, onlar
olmasaydı bu gün ne motor olurdu, ne sağlık cihazları ne tedavileri olurdu, ne
motor olurdu, ne uçak olurdu, ne araba olurdu. Burada akılcı düşünen
papazlardan bahsediyoruz, onların sayesinde, nasıl yaptılar, dini aşarak
yaptılar. Papaz olduğu halde dini aşarak yaptılar, gizli.
Bakın mevcudu aşmadan hiçbir icat
yapamazsınız, mevcudu aşmanın tek yolu, aklınızın çapını genişletmektir.
Aklınızın mevcut çapını genişletmeden, mevcudun içerisinde icat yapamazsınız. Aklın
mevcut çapını genişletmenin tek yolu var, zihinsel işlem olan düşünmek işlemi
yapmaktır. Bu ülke daha düşünme kelimesini bilmiyor, “düşünce” diyor.
Düşünce fikirdir, sen daha bunu bilmiyorsun. Yapısına çok uygun hepsini hazır
aldığı için, aklı üreten işlerle işi yok. İsmini bile telaffuz edemiyorsun,
düşünme yerine düşünce diyorsun. Düşünmenin Arapçası tefekkürdür. Düşünmenin
Arapçası fikirdir. İşin garibi, bu ülkenin kafa katmanını işgal edenler bunun
farkında değil. Boşuna uğraşıyoruz.
Monarşide tanrısal düşünceyi doğuranlar din
adamlarıdır, bunlar o dönemde aynı zamanda kraldı. Halife de o dönemlerin
ürünüdür.
Demokraside, laiklikte, bu ülke laikliği de bilmiyor, demokrasiyi de
bilmiyor. Laiklik de bir düşüncedir, bir düşünme meselesidir, laiklik. Düşünme
tarağında bezi olmayanların ne laikliği anlaması, ne demokrasiyi, ne insan
haklarını anlaması mümkün değildir.
Şunu söyleyeyim yaptığınız şeyin karşılığını
hayattayken alırsanız, bunu bilin ki, o aldığınız şey sizin ölümünüzle beraber
yok olup gidecektir. Ama yaptığınız şey insanlık ise, siz onun karşılığını
öldükten sonra alırsınız ve o kıyamete kadar devam eder, işte filozoflar ve
bilim insanları.
Onun için din satarak “millete hizmet
ediyorum diyerek karşılığını alıyorsan senin ölümünle beraber yaptığın şey
hayatınla sınırlı. Sen hayatından sonrasına şey yapacak, yansıyacak akacak
hiçbir şey yapmıyorsun demektir.
En çok satılan en çok satın
alınan ama hiç kullanılmayan tek şey var bu ülkede din. Satanı çok ama herkes
alıyor ama tek şey var din. Yani bunu satın alan halk problemdir, halkın zihinsel
yapısı problemlidir. Onun problemlerinin faturasını da ödüyoruz, ödemiyor muyuz?
Gidiyoruz aynı kafa bir adamı büyütüyoruz, ondan sonra da
kendimizi ona öldürtüyoruz. Bu kafa hastalıklı bir kafadır. Bu kafa anakronik
bir kafadır, bu kafa şizofrenik kafadır. 10.000 yıl önceki kafayla bu gün
yaşamaya çalışan bir kafadır bu. Bununla başka bir şey
üremez ama ne yazık ki, bu toplum daha akılcı düşünce nedir nasıl yapılır
bilmiyor.
Ondan sonra bilimsel düşünceye geçildi. 19.
Asırdan sonra. Akıl nedir nasıl çalışır, diye bir kitap yok Türkiye’de.
Almanca, İngilizce binlerce var. Dinsel düşünce dönemi bitmiştir. Çağımız
akılcı ve bilimsel düşünme dönemidir. Bunun birkaç sene sonra ne üreteceğini
bilmiyoruz. Çünkü çalışmalar onu üretecek kimse bilmez.
Bu çağda ve bundan sonra dindar olunabilir,
bunları iyi ayrıştıralım, dindarlık bambaşka bir şey, dindar olunabilir, güzel
de olunabilir. Ben din adamı olarak konuşmadığım için burada, savunucu olarak
söylemiyorum, ama felsefi olarak görüyorum ki, güzel olabilir, sistemliktir,
düzenliliktir, ama bundan sonra dinsel düşünce dâhil, geçmiş eski düşünme
biçimleriyle değil, ancak ve ancak çağımızın düşünüş biçimi olan akılcı ve
bilimsel düşünmeyle dindar olunabilir ve varlık sürdürülebilir, bu ontolojik
mesele. Var olmayla ilgili mesele.
Atatürk dini ruhuyla özüyle anlamış Hz.
Peygamberin anladığı biçimde anlamış.
Kuran’ın geldiği dönem 7. Asır, hangi
düşünme var, dinsel düşünme var o devirde. Yerine oturtacağım. Kuran’ı Kerim’de
o gün var olan malzemeyi kullanmış ve o gün var olan insanların zihinsel
düzeyini kullanmış. Kuran’da akıl falan var elbette, düşünme de var ama bunlar
da iki türlüdür. Bir mukayyet akıl, biri de mutlak akıl diye bir şey
var. Mukayyet akıl sınırlıdır, şartlı akıldır, tümden gelim uygular. O dönemde tümden
gelim vardı. Bunlar birbiriyle tutarlılık arz eder. Onun için Kuran’daki akıl
mukayyet sınırlı akıldır. Sınırsız mutlak akıl değildir. Bir kere
söylediklerinin söylediği gibi kabul edilmesi şartını koşar.
Ama buradan Kuranı Kerimin karakterini
tanımamız oraya gitmemiz lazım. Kuran’ın bütüncül bir çalışmasını yapmadığımız
sürece, şu soruyla, Kuranın hedefi nedir? Karakteri nedir-? Böyle bir çalışma
bilimsel ve felsefi analiz, yapılmadığı sürece Kuran’ı Kerim’in olduğu haliyle
kalırsa, 1500 senesinde kalırız.
İslam’da hiç bir değişme olmadı, bizde
problem orada Müslümanlık altındaki dini mezhepler hepsi zihinseldir,
teolojiktir, bizdekiler siyasaldır, teolojisi arkadan meşrulaştırmak için gelir.
Bakın
burada bir tespiti daha yapmamız lazım. Sünnilikle Şiilik, sunilikte düşünmenin
d
si yoktur. İsmi üzerinde teamülcü, uygulamacı ehlisünnet vel cemaatin bu günkü
Türkçe karşılığını söyleyeyim, size. Ehli Sünnet velcemaat, sosyal halkçı
demektir. Yani gelenekçi halkçı.
Sunniliğin
bütün düşünme işi uygulamayı meşrulaştırmak üzere kuruludur.
Fakat
Şiiliği bir farkı var burada, Şiilik uygulamada olmadığı için tümden yeniden
felsefe teoloji üretmiştir. Onun için suniliğin kelamına var olanı okumaktır,
Şiilinkinde hiçten yoktan üretmektir. Fakat onlar da bunu nereden ürettiler bin
sene 1200 sene önce, Hıristiyanlıktan ürettiler, Hıristiyanlıktaki teolojiden
ürettiler, ordan aldılar, ürettiler, işlem yaptılar.
Bu gün düşünme alanında İslam ülkelerinde en
geride olanlar bizleriz. Niçin
diyeceksiniz; Kuran’ı Kerim baştan sona 23 yıl bir diyalektirk düşünme içerir.
Kâfirler dedi ki, Allah dedi ki, bak diyalektik var. Çünkü Kuranın yarısından
çoğu kâfirlerin sözleri ve hileleridir; öbür yarısı da Allah’ın onlara
cevabıdır. Diyalektik, kabul etmiş Kuranına koymuş bir şey demiyoruz. Bu gün
bile Araplar, 23 yıl bir diyalektirk düşünme yılı yaşadılar. Bu gün bile
Araplar Kuran’ı okurken anlamını anladıkları için zihinleri farkına varmadan
düşünme diyalektik yapıyor. Farkına varmadan düşünme akıl çaplarını ve zihin
çaplarını genişletiyor.
Şiiler de
sıfırdan düşünme işi yaparak paradikma ürettikleri için, manifesto, felsefe
onlarda da düşünme işi var.
Bizdeki
Farabi gibi düşünme Şiilikle ilintilidir. Düşünme işi yapanların bir şekilde
Şiilikle bir ilişkisi var. Bizim hiçbir şeyimiz yok.
İSLAM İÇİNDE "TASAVVUF"
NEDİR?
“Mistik
düşünmedir. Sistematik, sofistik düşünme, aşağı doğru düşünme derinliğe doğru,
bu yukarıya doğru düşünmedir. Ondan bir şey çıkmadı, çıkmaz da zaten, atmasyon,
tutmasyon, rasyonalizme dönüştüremediğiniz sürece teknolojiye dökemiyorsunuz,
üretemiyorsunuz, icat edemiyorsunuz. Bizde hiçbir zaman düşünme işlemi olmaz,
halen de yok, o tarafta bezimiz olmamış yok. Ama 18. 19. Asıra kadar Allah
vergisi kolla, elle iş yapmak mümkündü, atalarımız da onu kullanmış yapmış; bu
arazileri almışlar.
Ama
bundan sonra bedeni fiziği, Allah vergisi eli, kolu kullanarak hiçbir şeyi
yapmak mümkün değildir. İletişim, ulaşım, tarım savaş bile artık bedenle
yapılmıyor. Neyle yapılıyor, zihinle artık. Biz orda yokuz. Savaşta, tarımda
beden yok artık, hayvancılık bedenle oluyor. Savaşta bile bedenimizin sadece şu
parmağını kullanıyoruz. Elin oğlu onu da kullanmıyor, parmak uçlarıyla yapıyor.
Yakında onu zihinsel sinyallerle kullanacak onu.
Biz
neredeyiz? KİRALIK KAPİTALLE, KİRALIK
FELSEFE BAĞIMSIZLIK OLMAZ. En zor iş, çağ dışı malzemeyle
çağdaş işler yapmaktır. Bir an önce insanımızı, hiç olmazsa bir kesimini çağdaş
zihniyetin aklına ulaştırmamız şart, yoksa varlığını sürdüremezsin.
İLK AKLI
KULLANMA NE ZAMAN BAŞLADI?
“Beş milyon yıl önce. İlk insan bu beşeri
akıl doğuştan yok. Çocuk doğduğu zaman da yok, kaç sene eğitim veriyoruz ona.
Niye veriyoruz, onun aklını mantığını geliştirmeye çalışıyoruz. İnsanlık beş
milyon yılda yaptı bunu.
Biz icatların, ne mabet, ne mabut, ne
şeytan, icatların hiç biri bize mal edilmiyor ki, bilim tarihine, felsefe
tarihine gittiğin zaman. Yokuz zaten, söylüyorlar, 30 yıl sonra ya teknolojik
insan olacaksın, ya lüzumsuz insan olacaksın.
Ronesansı
insanlar yaptı. Birkaç kişinin çabası ile insanlar yaptı, Rönesans
kendiliğinden olmuyor ki. Ona Ronesans dediler, onlar Ronesans olsun, diye
yapmadılar ki. Ronesans 14. Asır, bin senedir düşünme var orada. Orada okudum,
bilim insanlarının nasıl çaba göstermişler, nasıl katkıda bulunmuşlar, nasıl
düşünme yapmışlar.
Bakın,
akılcı ve bilimsel düşünmeyi öğrenmediğimiz sürece onunla oluşmayıp onunla ürün
vermediğimiz sürece biz bundan sonra karnımızı bile doyuramayız.
Bu kadar basit,
bunu öğreneceğiz, yapacağız zor iş. Elin oğlu bu icatları nasıl yapıyor, bu
ülkenin öyle bir araştırması var mı? Nasıl icat ediliyor. Bakın günde on saat
okuyorlar, akılcı düşünme de odur zaten, on saat de üzerinde düşünüyor, her
yıl. Biz profesör olana kadar on saat düşünme istenmiyor bizden, bu sefer de
hiç istemiyor zaten.
Akılcı ve bilimse düşünce şudur, eğer
akılla yapılabilseydi, bizden daha iyi yapan olmazdı maalesef bizde bu yok.
Elin oğlu aldı bedenden, zihinden kendi ürettiği akla ve zihne taşıdı, onu
yaparsan olur. Biz halen neyle meşgulüz, kul ile akıl arasında bir fark var.
Bedensel bir şeydi mi, Mezopotamya bilgi beceri çağı kültürü, akıl bizim
içindir. Akılcı ve bilimsel düşünce demek, üzerinde düşünce yapacağın konunun
ilgili olduğu bilim dalının tespit ettiği bilimsel bilgileri alarak üzerinde
düşünme yaparak akıl yürütmedir. Gündelik hayatta bile bu lazım. Bu gün şikâyet
ettiğimiz şiddet, taciz, öldürmeler, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet,
dolandırıcılık, kandırmalar bunların hepsi animal biyolojik aklın düşünmesi
sayesinde olan şeyler. Bunun karşısındaki bunu önleyecek olan beşeri akıldır. O
bizde yok, akıldır o bizde yok ki. Onun için insanda her şey iki tanedir,
düşünme iki tanedir, akıl iki tanedir, zihin iki tanedir, bilim de iki tanedir.
Bakın biz bilim diyoruz, koca koca adamlar oturuyoruz, kaç çeşit bilim var,
diyorum, bilmiyor. Elin oğlu loji diye bir kelime kullanıyor, nedir bu diyorum,
bilmiyor, sayın diyorum bilmiyor. Elin oğlu sayınsı doğa bilimleri için
kullanıyor. Doğada araştırma yaparsın var olanı çıkarırısın.
Ama doğada var olmayan bilimler var.
Teknoloji bunlardan biridir. Onu nasıl icat ediyorsun, oturduğun yerde
matematiği, fiziği ilgili bilim dallarını oturduğun yerde geliştiriyorsun. Onun
için iki tane fizik var; onun için iki tane hakikat var, hakikat bir tane
değil. Biri doğal hakikat, öbürü insanın ürettiği beşeri hakikat. Nasıl
üretiliyor bunlar, canı çıkıyor insanların. Elin oğlu Allahtan parayla satıyor
icatlarını da biz de sahip oluyoruz.
Satmasa ne
yapacaksın? Nasıl sahip olacaksın onlara. Hazırı aldığı vatanı ülkeyi kendi
vücudumuzu yiyerek geçiniyoruz. Üzerine ekleyen yok, bir kuruş ekleyen yok, bir
kuruşu ülkeye kazandıran yok. Ama hepimiz geçiniyoruz lüks içinde. Diyeceksin
150 milyar ihracat yapıyoruz, öyle hesaplanmaz, evet orada çalışıyorlar sağ
olsunlar, ülkenin geneli açısından baktığınız zaman ithalatınız 300,
ihracatınız 150 ise siz ülke olarak iki liraya mal ettiğinizi bir liraya
satarak geçiniyorsunuz. O aradaki açık ne oluyor, iç borçla. Kim ödeyecek bunu,
neyle ödeyeceksin?
Yer altı kaynakları sattık bitti, yer üstü
işletmeleri de sattık bitti, arazi satıyoruz şimdi tarım arazileri, şimdi o da
bitti havayı betonla doldurup satarak geçiniyoruz, havayı satıyoruz.
Nereye kadar,
kim bunu dert ediyor, ne gerek var; uydur kaydır gel makamlara zengin ol, haklı
haksız, neye sormuyorsunuz bu nimetler, şu icatlar, şu gelişmeler, şu ürünler
yapılsın, diye veriliyor. Üretiliyor mu diye niye sormuyoruz, kim soracak?
Kimsenin kimseye sorma hakkı yok, birinin ötekinden farkı yok ki. Elide
yetkisi, imkânı olup da aynısını yapmayan yok. Yazık ediyoruz.
TÜRK
TOPLUMUNUN DÜŞÜNSEL BOYUTU NEDİR?
Teknolojiyi
döken gerçek anlamda açıklayan bir tane bilgi yok, bilgi. 18. Asıra kadar
bilimin metodu da farklıydı, şimdiki farklı. 18. Asra kadar bilim elle deneme
metodu idi. Eli kolla, çıplak beş duyu organlarıyla algılama yapılıyordu. Onun
üzerinde atmasyon, tutmasyon, düşünme yapılıyordu.
Özellikle mikroskop ve makroskop’un icadından
sonra, artık deney ve gözlem başladı. Bunları, o aletleri icat etmek bile akıl
gerektiriyor.
Bakın bu gün Türkiye’de bilim kafayla yapılmıyor elle yapılıyor.
sanatsal bilimler düşünsel bilimler olursa, zanaatsal esnaftan farkımız yok ki,
yani bilimi elle kolla yapıyoruz, nakliyecilik yapıyoruz, TIR şoföründen farklı
bir iş yapmıyoruz. Tır şoförü de başkasın ürettiği malı taşıyor, biz de
başkasının ürettiği bilim ve fikirleri taşıyoruz ve hiç birini de öğrenmiyoruz
doğru dürüst. Derleme toplama.
Martin Lüther’in hareketi nedir, sorusuna, Prof.Dr. Niyazi Kahveci şu yanıtı
veriyor:
“- Protestanlık
hareketi.
İLK PROTESTANLIK HAREKETİ KURAN’I
KERİMDİR. Kuranı Kerim’in, bunları detaylı anlatmak lazım, yapmak istediklerini
yapmıştır. Ne yaptı Martın Lüther, din adamlığı sınıfını kaldırmıştır. Kuran’da
ayetler var kaldırıyor onu da, bir tane söyleyeyim fazlaya gerek yok. Hz.
Peygamber namazları kendisi kıldırmasına rağmen, kendisinin arkasında namaz
kılmayı farz yapmamıştır.
FRANSIZ DEVRİMİNİN
ÖZÜ NEDİR? Sorusuna Niyazi Kahveci şöyle diyor:
“Fransız Devrimi akılcı düşünmenin
sonuncudur, kim yapmıştır bunu? Düşünürler, filozoflar, egemen kurumlar.
Filozofun gücü ne, kafasıdır. Bu akıl çapı genişledikçe, bir önceki dönemin
akıl çapının rasyonel gördüğünü, bir sonraki gelişmiş akıl çapı irrasyonel
görünüyor. Bin yıl önceki Maturidin akıl çapı o dönemin akıl çapıdır. Şimdi
çağımızdan Fransız Devriminden önceki akıl çapı, bedene fiziksel cezalar
uygulamayı rasyonel görüyordu akıl çapı. Şimdi bedene fiske vuruyorsun, suç, o
zaman suç değildi. Dolayısıyla 18. Asıra kadarki bütün kitaplarda, buna kutsal
kitaplar da dâhildir, cezaları bu günkü akla göre irrasyoneldir ve suçtur. Geleceğiz
tabi Kuranı ret etmek değil, oraya Kuran’ı tanımak gerekiyor. Kuran kendisi
diyor, “ben başlangıcım” diyor, “sonuç
değilim ki” diyor.
“Kuran anlaşılsın” diye kolaylaştırdık. O günün insanının akıl düzeyine
indirdik. Bırakın 1500 öncesini, sonrasını, bin yıl, bir milyon sonraki insan
aklının ulaşacağı çap Allahın son çapı bildiğimiz son akıl çapı. Biraz kafa yoracaksın, düşüneceksin,
sorgulayacaksın. Bir milyon yıl sonraki insan aklının çapı Allahın son çapı değildir.
Sen bin beş yüz yıl önceki akıl düzeyine indirge Allahı da kendi aklın düzeyine
indirge; Din iman, Allah haddini bil önce. Allah “haddini aşanları sevmez”
diyor, haddini bil önce sen bir insansın, biraz hacmini genişlet, biraz çaba sarf
et. Hiç emek sarf etmeden oturuyor. Kuran açıyor, anlıyor musun, hangi
düşünce biçimiyle anlıyorsun. Hangi felsefe açısından, hangi akıl çapıyla sen
onu anlıyorsun. Cahil bir insanın Kuranı Kerim’i anlayışıyla Allahın düzeyi
nasıl anlaşılabilir.
İnsanımızın düşünmeyi öğrenmesinin tavsiye ediyorum. BU gündelik hayatta da lazım olan bir şey,
çocuklarımız için de çok lazım olan bir şey. Akıl çapı küçük olan ailelerin çocuklarının da
hayata küçük alıl çapıyla başlayacaklarından dezavantajlı başlayacaklardır.
Bu ülke içinde de dezavantaj ülke dışına çağdaş dünyaya
gittiğiniz zaman tümden bir hurda ve bir insan molozu olarak kalıyorsunuz,
yalnız.
I0 yıl İngiltere’de kaldım, mastır doktoramı orda yaptım.
Hava alanında indiğim zaman benim bittiğimi anladım, o zaman gittiğimde. Öyle
değil bu işler.
Bu gidişle ancak biz kendimizi yeriz, kendimizi tüketiriz,
tükeniyoruz. Benim bir Web sayfam var, orada bazı yazılarım var. Orda
okusunlar.
Hangi alanda olursan ol, o alanın önce bilim insanı, sonra da
düşünürü ol diye. Başka çıkar yol yok. Birbirimizi yeriz. İnsanlığın düşünsel olarak özlemi üzerinde konuştu diye”.
* Not: Bu
metin Prof. Dr Niyazi Kahveci’nin konuşmasından alındı, konuşma metni
bulunmakta.
https://haberguncel.blogspot.com/2018/07/bu-ulkede-en-cok-alinip-satilan-dindir.html
https://www.ulusaldemokrasienstitusu.org/