28 Haziran 2022 Salı

İNSANLIĞIN DÜŞÜNME EVRELERİ

     İNSANLIĞIN DÜŞÜNME EVRELERİ

02.01.2018 Günü KRT TV de Ferit Atay’ın sunduğu “Sorgulu Yorum” Programında “İnsanlığın Düşünme Evreleri” başlığı altındaki söyleşide Prof. Dr. Niyazi Kahveci ilginç konuşmasında şunları söyledi:
   - Bu ülkede en kullanılan en çok alınıp satılan dinSatanı çok, herkes alıyor, ama hiç kullanılmayan tek şey var dinBunu satın alan halk problemdir, halkın zihinsel yapısı problemlidir ve bu problemlerin faturasını da ödüyoruz, gidiyoruz aynı kafa, bir adamı büyütüyoruz, ondan sonra öğretiyoruz, son kendimiz ona öldürtüyoruz. Bu kafa hastalıklı bir kafadır, bu kafa anakronik kafadır, bu kafa şizofrenik kafadır. On bin yıl önce yaşayan kafayla bugün yaşan aynı kafadır bu.
…Biz neredeyiz? Kiralık kapitalle kapitalizm kiralık felsefeyle aynı kafa. Çağ dışı malzemeyle çağdaş işler yapmak. Bir an önce bu insanımızı, hiç olmazsa bir kesimini, çağdaş zihniyetin aklına çapına ulaştırmamız şart. Varlığını sürdüremezsin, biz o icatları ne mabet, ne tanrı, ne şeytan kavramları, icatları bize mal edilmiyor, bilim tarihine felsefe tarihine gittiğin zaman. Yokuz yani, zaten bunu söylüyorlar, 20-30 yıl öyle, yakın da 30 yıl sonra ya teknolojik insan olacaksın, ya da gereksiz lüzumsuz insan olacaksın, bizde problem orada, arasındaki dini mezhepler hepsi düşseldir, teolojiktir. Bizdekiler siyasaldır, teolojikler arkadan meşrulaştırmak için
   Burada bir tespiti yapmamız lazım, Sünnilik ve şiirlik; sunilikte düşünmenin (d) si yoktur. İsmi üzerinde tahammülcü, uygulamacı, Kuran’ın bütüncül bir çalışmasını yapmadığımız sürece şu soruyla, Kuran’ın hedefi nedir? Karakteri nedir, diye. Böyle bir çalışma bilimsel ve felsefi analiz yapılmadığı sürece Kuran’ı Kerimi olduğu haliyle alırsak 1500 senesinden önce kalırız.
    Şunu söyleyeyim size, elin oğlu Allahtan parayla satıyor teknolojik icatlarını da, biz de sahip oluyoruz. Yani o satmasa ne yapacaksın. Nasıl sahip olacaksın onlara. Bizim atalarımızın hazır aldığı vatanı, ülkeyi kendi vücudumuz gibi bilmeliyiz. Üzerine ekleyen yok. Bir şey ekleyen yok, bir kuruş ülkeye kazandıran yok. Ama hepimiz geçiniyoruz, lüks içinde. Diyeceksiniz ki 150 milyar dolar ihracat yapıyoruz, o öyle hesaplanmaz, ülkenin geneli açısından baktığın zaman ithalatınız 300, ihracatınız 150 ise, siz ülke olarak iki liraya mal ettiğinizi, bir liraya satarak geçiniyorsunuz. O aradaki açık ne oluyor, dış borç. Kim ödeyecek bunu? Neyle ödeyeceğim? Yer altı kaynakları sattı bitti, gitti. Yer üstü işletmeleri de sattık gitti. Şimdi de arazi satıyor, yer üstü tarım arazileri. Şimdi o da bitti, havayı betonla doldurarak, bina satıp geçiniyoruz, biliyor musunuz? Havayı satıyoruz, nereye kadar.
Kim bunu dert ediyor. Ne gerek var, uydur kaydır, gel makamlara zengin ol. Haklı haksız, kazan!. Peki, niye sormuyorsunuz bu nimetler, şu icatlar, şu gelişmeler ülkemizde yapılsın, diye veriliyor, kim soracak. Kim kimin kimsenin kimseye sorma hakkı yok. Hiç kimsenin birbirinden farkı yok ki. Herkes aşağı yukarı aynı şeyi yapıyor. Elinde yetki olup imkânı olup da aynısını yapmayan yok. Yazık ediyoruz, tutamayız elde, şeyhlik kavramı beş milyon yıl önceki totelizmin insana dönmüş halidir. Onun için ben şeyhlik şundan bundan bahsedenleri duyunca okuyorum onları.

Bu adam bilim okuyor, bu adam ilk vaka bununla yapabileceğiniz bir şey yok. Beş milyon yıl öncesinden eğer insanlar bir şeye kendi kimliğini, kişiliğini, varlığını bırakıp da, bağlanmışlar o da beş milyon yıl önceki tebanın bu günkü insana dönüşmüş halidir. Böyle okuyacağız, anca o zaman okuruz, olgu ve objeli olayı. Filozofların görevi bu. Sizin ülkenizin bir tane düşünürü, filozofu yok. Elin oğlunda binlerce var. Ve biz bu toplumun ne ekonomisini, ne siyasetini, ne sosyolojisini, ne dinini, ne sosyo-dini, ne sosyo objesini okuyamıyoruz ki. Biz Batılıları, Avrupalıları, Amerikalıları eleştiriyoruz, “onlar sömürgeci” diye.
     Kardeşim, onlar ne siyasetçisi, ne şarkıcısı, ne iş adamı hiç biri kendi insanını sömürmüyor, biliyor musunuz? Bu ülkelerin insanları, istisna yapmamak istiyorum, çünkü realiteye uygun değil. Etrafımda çok az buluyorum, pek de karşılaşmadım, yabancıyı karışmıyorum, kendi insanını hepsi sömürüyor. İç sömürücü, en büyük vatan satıcılığı budur, vatan hainliği de budur. Ama dini kullanıyor, ama Allah’ı kullanıyor, ne yapıp edip kendi kaynağını kendi cebine akıtma peşinde. Bu böyle olmaz. Ama yüz tane düşünürü, filozofu olsa ve sizin gibi böyle kanallar olsa, bunları söyleseler sömürebilirler mi?
   Fizik profösür ile konuşuyorsun konu dine geliyor, felsefeciyle konuşuyorsun konu komediye geliyor, dine tanrıya geliyor. Bunu zihinde halletmedikten sona biz beş milyon yılla bu günün arasından patinaj yapar dururuz.
.    Bu gün ilahiyat akademiyasına, profösörlerine baktığımız zaman bin yıl önceki din âlimliği ve ondan beş bin yıl önceki din adamı düzeyine geri gidildiğini gösteriyorlar.

Bunu nereden görüyoruz, bir tane herhangi bir dini ilimde yeni bir kuram e kavram ortaya koyamıyorlar. İlk İslam din âlimleri, İslami formüle ettiler sistematikleştirdiler. O sistematiğini dışına bile çıkamadıkları gibi, yaptıkları iş ne biliyor musunuz? Bir cenaze namazı kıldırmak, yani din adamının yaptığı iş. Yani üç haftalık Kuran kursu eğitimiyle yapılabilecek iş olan bir cenaze namazı imamlığı yapılıyor. Cuma namazı hutbe okunuyor vaaz ediliyor. Hangi katmana hitap ediyorsun, senin hitabetliğin katman o mu? Kafa katmanın senin… Şimdi görüyorum ki Pröfösör Refik Ümreler, Haçlar… Kardeşim bu ülke size bize 20-30-50 sene bu kadar masraf yaptı, elektriğini, maaşını, suyunu her şeyini ödedi. Bunun için mi yaptı, bunun için mi ödedi. Farabi’yi bile aşamadın, geri gittin, dört bin sene öncesindeki Sümer din adamları Kohenlerin aşamasına indin. Bunu yapmaya kimsenin hakkı yok. Ama ne yazık ki bu ülkenin sahibi yok, entelektüel açıdan söylüyorum. Öbür açıdan beni ilgilendirmiyor, onlardan da yok da. O beni ilgilendirmiyor.
   Bunu soran yok. Ben o nedenle bir proje hazırladım. “Felsefe Üniversitesi” kurmak diye.
Elin oğlunda her bir dalının felsefesi var: Fizik felsefesi, kimya felsefesi, tarih felsefesi, din felsefesi, sosyoloji zaten felsefe, sosyal bilimler tamamen felsefe (onu bilimlerin sınıflandırmasında
söyleyecektim, neyse…)
   Bu felsefe olaylarını üç fakülte olarak planladım: Fen Bilimleri Felsefeleri Fakültesi, Sosyal Bilimleri Felsefeleri Fakültesi, Teoloji Fakültesi. Eğer hadisin felsefesi, tefsini felsefesi, fıkıh felsefesini yapamazsak boşuna ortalıkta dolanıp da aspirin makinesi üretmeyi, M. Akif Ersoy’u satmayalım, yani yapamazsınız. Tek yapacağın iş var bunu yapmak. Kim yapacak, bana yav, ben sorumluluğumu sürdüm, vebalimin yerine getirdiğime inanıyorum. Yapılırsa yapılır, ama aradaki bu çağın çizgisindeki insanlıkla arkamızdaki mesafeyi kapatmak mümkün değil de, kısaltmanın da yolu bu, başka bir yolu yok. Kesinlikle değil.
  Bu ülkede 200 tane üniversite var bu ülkede yüz bin akademisyen var, bir tane felsefi fikir, bir tane bilimsel bilim bilgi icadı yok. “Niye yok” diye kim soracak, niye sorulmuyor? Ben pozisyonumdan utanıyorum, ben geç fark ettim, ama fark ettim, ama fark edilmiş değil ki halen. Profesör icat etmiyor, benim bir tane icadım yok, ben de profesörüm diye ortalıkta dolanıyorum oradaki de profesör. İnterneti icat ediyor, motoru icat ediyor, çok daha başka şeyler icat ediyorlar, yapıyorlar, üretiyorlar. Onu üreten de kafa, bizimki de kafa, mankafa deniyor bazen, asıl mankafalık bu. Başka bir zaman da şeytanlık, üçkâğıtçılık, mankafalık yaygın.
   Akılcı düşünmeye geldik, 18. Asır. Dinsel düşünüş, akılcı düşünüş; akılcı düşünmeyi üreten kiliselerdeki papazlara saygı duyuyorum, onlar olmasaydı bu gün ne motor olurdu, ne sağlık cihazları ne tedavileri olurdu, ne motor olurdu, ne uçak olurdu, ne araba olurdu. Burada akılcı düşünen papazlardan bahsediyoruz, onların sayesinde, nasıl yaptılar, dini aşarak yaptılar. Papaz olduğu halde dini aşarak yaptılar, gizli.
   Bakın mevcudu aşmadan hiçbir icat yapamazsınız, mevcudu aşmanın tek yolu, aklınızın çapını genişletmektir. Aklınızın mevcut çapını genişletmeden, mevcudun içerisinde icat yapamazsınız. Aklın mevcut çapını genişletmenin tek yolu var, zihinsel işlem olan düşünmek işlemi yapmaktır. Bu ülke daha düşünme kelimesini bilmiyor, “düşünce” diyor. Düşünce fikirdir, sen daha bunu bilmiyorsun. Yapısına çok uygun hepsini hazır aldığı için, aklı üreten işlerle işi yok. İsmini bile telaffuz edemiyorsun, düşünme yerine düşünce diyorsun. Düşünmenin Arapçası tefekkürdür. Düşünmenin Arapçası fikirdir. İşin garibi, bu ülkenin kafa katmanını işgal edenler bunun farkında değil. Boşuna uğraşıyoruz.
   Monarşide tanrısal düşünceyi doğuranlar din adamlarıdır, bunlar o dönemde aynı zamanda kraldı. Halife de o dönemlerin ürünüdür.

Demokraside, laiklikte, bu ülke laikliği de bilmiyor, demokrasiyi de bilmiyor. Laiklik de bir düşüncedir, bir düşünme meselesidir, laiklik. Düşünme tarağında bezi olmayanların ne laikliği anlaması, ne demokrasiyi, ne insan haklarını anlaması mümkün değildir.
   Şunu söyleyeyim yaptığınız şeyin karşılığını hayattayken alırsanız, bunu bilin ki, o aldığınız şey sizin ölümünüzle beraber yok olup gidecektir. Ama yaptığınız şey insanlık ise, siz onun karşılığını öldükten sonra alırsınız ve o kıyamete kadar devam eder, işte filozoflar ve bilim insanları.
   Onun için din satarak “millete hizmet ediyorum diyerek karşılığını alıyorsan senin ölümünle beraber yaptığın şey hayatınla sınırlı. Sen hayatından sonrasına şey yapacak, yansıyacak akacak hiçbir şey yapmıyorsun demektir.
     En çok satılan en çok satın alınan ama hiç kullanılmayan tek şey var bu ülkede din. Satanı çok ama herkes alıyor ama tek şey var din. Yani bunu satın alan halk problemdir, halkın zihinsel yapısı problemlidir. Onun problemlerinin faturasını da ödüyoruz, ödemiyor muyuz?
Gidiyoruz aynı kafa bir adamı büyütüyoruz, ondan sonra da kendimizi ona öldürtüyoruz. Bu kafa hastalıklı bir kafadır. Bu kafa anakronik bir kafadır,  bu kafa şizofrenik kafadır. 10.000 yıl önceki kafayla bu gün yaşamaya çalışan bir kafadır bu. 
Bununla başka bir şey üremez ama ne yazık ki, bu toplum daha akılcı düşünce nedir nasıl yapılır bilmiyor.
    Ondan sonra bilimsel düşünceye geçildi. 19. Asırdan sonra. Akıl nedir nasıl çalışır, diye bir kitap yok Türkiye’de. Almanca, İngilizce binlerce var. Dinsel düşünce dönemi bitmiştir. Çağımız akılcı ve bilimsel düşünme dönemidir. Bunun birkaç sene sonra ne üreteceğini bilmiyoruz. Çünkü çalışmalar onu üretecek kimse bilmez.
   Bu çağda ve bundan sonra dindar olunabilir, bunları iyi ayrıştıralım, dindarlık bambaşka bir şey, dindar olunabilir, güzel de olunabilir. Ben din adamı olarak konuşmadığım için burada, savunucu olarak söylemiyorum, ama felsefi olarak görüyorum ki, güzel olabilir, sistemliktir, düzenliliktir, ama bundan sonra dinsel düşünce dâhil, geçmiş eski düşünme biçimleriyle değil, ancak ve ancak çağımızın düşünüş biçimi olan akılcı ve bilimsel düşünmeyle dindar olunabilir ve varlık sürdürülebilir, bu ontolojik mesele. Var olmayla ilgili mesele.
    Atatürk dini ruhuyla özüyle anlamış Hz. Peygamberin anladığı biçimde anlamış.
    Kuran’ın geldiği dönem 7. Asır, hangi düşünme var, dinsel düşünme var o devirde. Yerine oturtacağım. Kuran’ı Kerim’de o gün var olan malzemeyi kullanmış ve o gün var olan insanların zihinsel düzeyini kullanmış. Kuran’da akıl falan var elbette, düşünme de var ama bunlar da iki türlüdür. Bir mukayyet akıl, biri de mutlak akıl diye bir şey var. Mukayyet akıl sınırlıdır, şartlı akıldır, tümden gelim uygular. O dönemde tümden gelim vardı. Bunlar birbiriyle tutarlılık arz eder. Onun için Kuran’daki akıl mukayyet sınırlı akıldır. Sınırsız mutlak akıl değildir. Bir kere söylediklerinin söylediği gibi kabul edilmesi şartını koşar.
    Ama buradan Kuranı Kerimin karakterini tanımamız oraya gitmemiz lazım. Kuran’ın bütüncül bir çalışmasını yapmadığımız sürece, şu soruyla, Kuranın hedefi nedir? Karakteri nedir-? Böyle bir çalışma bilimsel ve felsefi analiz, yapılmadığı sürece Kuran’ı Kerim’in olduğu haliyle kalırsa, 1500 senesinde kalırız.
   İslam’da hiç bir değişme olmadı, bizde problem orada Müslümanlık altındaki dini mezhepler hepsi zihinseldir, teolojiktir, bizdekiler siyasaldır, teolojisi arkadan meşrulaştırmak için gelir.
   Bakın burada bir tespiti daha yapmamız lazım. Sünnilikle Şiilik, sunilikte düşünmenin d si yoktur. İsmi üzerinde teamülcü, uygulamacı ehlisünnet vel cemaatin bu günkü Türkçe karşılığını söyleyeyim, size. Ehli Sünnet velcemaat, sosyal halkçı demektir. Yani gelenekçi halkçı.
   Sunniliğin bütün düşünme işi uygulamayı meşrulaştırmak üzere kuruludur.
   Fakat Şiiliği bir farkı var burada, Şiilik uygulamada olmadığı için tümden yeniden felsefe teoloji üretmiştir. Onun için suniliğin kelamına var olanı okumaktır, Şiilinkinde hiçten yoktan üretmektir. Fakat onlar da bunu nereden ürettiler bin sene 1200 sene önce, Hıristiyanlıktan ürettiler, Hıristiyanlıktaki teolojiden ürettiler, ordan aldılar, ürettiler, işlem yaptılar.
   Bu gün düşünme alanında İslam ülkelerinde en geride olanlar bizleriz. Niçin diyeceksiniz; Kuran’ı Kerim baştan sona 23 yıl bir diyalektirk düşünme içerir. Kâfirler dedi ki, Allah dedi ki, bak diyalektik var. Çünkü Kuranın yarısından çoğu kâfirlerin sözleri ve hileleridir; öbür yarısı da Allah’ın onlara cevabıdır. Diyalektik, kabul etmiş Kuranına koymuş bir şey demiyoruz. Bu gün bile Araplar, 23 yıl bir diyalektirk düşünme yılı yaşadılar. Bu gün bile Araplar Kuran’ı okurken anlamını anladıkları için zihinleri farkına varmadan düşünme diyalektik yapıyor. Farkına varmadan düşünme akıl çaplarını ve zihin çaplarını genişletiyor.
Şiiler de sıfırdan düşünme işi yaparak paradikma ürettikleri için, manifesto, felsefe onlarda da düşünme işi var.
    Bizdeki Farabi gibi düşünme Şiilikle ilintilidir. Düşünme işi yapanların bir şekilde Şiilikle bir ilişkisi var. Bizim hiçbir şeyimiz yok.
         İSLAM İÇİNDE "TASAVVUF" NEDİR?      

Mistik düşünmedir. Sistematik, sofistik düşünme, aşağı doğru düşünme derinliğe doğru, bu yukarıya doğru düşünmedir. Ondan bir şey çıkmadı, çıkmaz da zaten, atmasyon, tutmasyon, rasyonalizme dönüştüremediğiniz sürece teknolojiye dökemiyorsunuz, üretemiyorsunuz, icat edemiyorsunuz. Bizde hiçbir zaman düşünme işlemi olmaz, halen de yok, o tarafta bezimiz olmamış yok. Ama 18. 19. Asıra kadar Allah vergisi kolla, elle iş yapmak mümkündü, atalarımız da onu kullanmış yapmış; bu arazileri almışlar.
    Ama bundan sonra bedeni fiziği, Allah vergisi eli, kolu kullanarak hiçbir şeyi yapmak mümkün değildir. İletişim, ulaşım, tarım savaş bile artık bedenle yapılmıyor. Neyle yapılıyor, zihinle artık. Biz orda yokuz. Savaşta, tarımda beden yok artık, hayvancılık bedenle oluyor. Savaşta bile bedenimizin sadece şu parmağını kullanıyoruz. Elin oğlu onu da kullanmıyor, parmak uçlarıyla yapıyor. Yakında onu zihinsel sinyallerle kullanacak onu.
     Biz neredeyiz? KİRALIK KAPİTALLE, KİRALIK FELSEFE BAĞIMSIZLIK OLMAZ. En zor iş, çağ dışı malzemeyle çağdaş işler yapmaktır. Bir an önce insanımızı, hiç olmazsa bir kesimini çağdaş zihniyetin aklına ulaştırmamız şart, yoksa varlığını sürdüremezsin.
               İLK AKLI KULLANMA NE ZAMAN BAŞLADI?
      “Beş milyon yıl önce. İlk insan bu beşeri akıl doğuştan yok. Çocuk doğduğu zaman da yok, kaç sene eğitim veriyoruz ona. Niye veriyoruz, onun aklını mantığını geliştirmeye çalışıyoruz. İnsanlık beş milyon yılda yaptı bunu.
      Biz icatların, ne mabet, ne mabut, ne şeytan, icatların hiç biri bize mal edilmiyor ki, bilim tarihine, felsefe tarihine gittiğin zaman. Yokuz zaten, söylüyorlar, 30 yıl sonra ya teknolojik insan olacaksın, ya lüzumsuz insan olacaksın.
    Ronesansı insanlar yaptı. Birkaç kişinin çabası ile insanlar yaptı, Rönesans kendiliğinden olmuyor ki. Ona Ronesans dediler, onlar Ronesans olsun, diye yapmadılar ki. Ronesans 14. Asır, bin senedir düşünme var orada. Orada okudum, bilim insanlarının nasıl çaba göstermişler, nasıl katkıda bulunmuşlar, nasıl düşünme yapmışlar. 

Bakın, akılcı ve bilimsel düşünmeyi öğrenmediğimiz sürece onunla oluşmayıp onunla ürün vermediğimiz sürece biz bundan sonra karnımızı bile doyuramayız.

Bu kadar basit, bunu öğreneceğiz, yapacağız zor iş. Elin oğlu bu icatları nasıl yapıyor, bu ülkenin öyle bir araştırması var mı? Nasıl icat ediliyor. Bakın günde on saat okuyorlar, akılcı düşünme de odur zaten, on saat de üzerinde düşünüyor, her yıl. Biz profesör olana kadar on saat düşünme istenmiyor bizden, bu sefer de hiç istemiyor zaten.
    Akılcı ve bilimse düşünce şudur, eğer akılla yapılabilseydi, bizden daha iyi yapan olmazdı maalesef bizde bu yok. Elin oğlu aldı bedenden, zihinden kendi ürettiği akla ve zihne taşıdı, onu yaparsan olur. Biz halen neyle meşgulüz, kul ile akıl arasında bir fark var. Bedensel bir şeydi mi, Mezopotamya bilgi beceri çağı kültürü, akıl bizim içindir. Akılcı ve bilimsel düşünce demek, üzerinde düşünce yapacağın konunun ilgili olduğu bilim dalının tespit ettiği bilimsel bilgileri alarak üzerinde düşünme yaparak akıl yürütmedir. Gündelik hayatta bile bu lazım. Bu gün şikâyet ettiğimiz şiddet, taciz, öldürmeler, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, dolandırıcılık, kandırmalar bunların hepsi animal biyolojik aklın düşünmesi sayesinde olan şeyler. Bunun karşısındaki bunu önleyecek olan beşeri akıldır. O bizde yok, akıldır o bizde yok ki. Onun için insanda her şey iki tanedir, düşünme iki tanedir, akıl iki tanedir, zihin iki tanedir, bilim de iki tanedir. Bakın biz bilim diyoruz, koca koca adamlar oturuyoruz, kaç çeşit bilim var, diyorum, bilmiyor. Elin oğlu loji diye bir kelime kullanıyor, nedir bu diyorum, bilmiyor, sayın diyorum bilmiyor. Elin oğlu sayınsı doğa bilimleri için kullanıyor. Doğada araştırma yaparsın var olanı çıkarırısın.
      Ama doğada var olmayan bilimler var. Teknoloji bunlardan biridir. Onu nasıl icat ediyorsun, oturduğun yerde matematiği, fiziği ilgili bilim dallarını oturduğun yerde geliştiriyorsun. Onun için iki tane fizik var; onun için iki tane hakikat var, hakikat bir tane değil. Biri doğal hakikat, öbürü insanın ürettiği beşeri hakikat. Nasıl üretiliyor bunlar, canı çıkıyor insanların. Elin oğlu Allahtan parayla satıyor icatlarını da biz de sahip oluyoruz. 

Satmasa ne yapacaksın? Nasıl sahip olacaksın onlara. Hazırı aldığı vatanı ülkeyi kendi vücudumuzu yiyerek geçiniyoruz. Üzerine ekleyen yok, bir kuruş ekleyen yok, bir kuruşu ülkeye kazandıran yok. Ama hepimiz geçiniyoruz lüks içinde. Diyeceksin 150 milyar ihracat yapıyoruz, öyle hesaplanmaz, evet orada çalışıyorlar sağ olsunlar, ülkenin geneli açısından baktığınız zaman ithalatınız 300, ihracatınız 150 ise siz ülke olarak iki liraya mal ettiğinizi bir liraya satarak geçiniyorsunuz. O aradaki açık ne oluyor, iç borçla. Kim ödeyecek bunu, neyle ödeyeceksin?
    Yer altı kaynakları sattık bitti, yer üstü işletmeleri de sattık bitti, arazi satıyoruz şimdi tarım arazileri, şimdi o da bitti havayı betonla doldurup satarak geçiniyoruz, havayı satıyoruz.

Nereye kadar, kim bunu dert ediyor, ne gerek var; uydur kaydır gel makamlara zengin ol, haklı haksız, neye sormuyorsunuz bu nimetler, şu icatlar, şu gelişmeler, şu ürünler yapılsın, diye veriliyor. Üretiliyor mu diye niye sormuyoruz, kim soracak? Kimsenin kimseye sorma hakkı yok, birinin ötekinden farkı yok ki. Elide yetkisi, imkânı olup da aynısını yapmayan yok. Yazık ediyoruz.
           TÜRK TOPLUMUNUN DÜŞÜNSEL BOYUTU NEDİR?
     Teknolojiyi döken gerçek anlamda açıklayan bir tane bilgi yok, bilgi. 18. Asıra kadar bilimin metodu da farklıydı, şimdiki farklı. 18. Asra kadar bilim elle deneme metodu idi. Eli kolla, çıplak beş duyu organlarıyla algılama yapılıyordu. Onun üzerinde atmasyon, tutmasyon, düşünme yapılıyordu.

Özellikle mikroskop ve makroskop’un icadından sonra, artık deney ve gözlem başladı. Bunları, o aletleri icat etmek bile akıl gerektiriyor.

Bakın bu gün Türkiye’de bilim kafayla yapılmıyor elle yapılıyor. sanatsal bilimler düşünsel bilimler olursa, zanaatsal esnaftan farkımız yok ki, yani bilimi elle kolla yapıyoruz, nakliyecilik yapıyoruz, TIR şoföründen farklı bir iş yapmıyoruz. Tır şoförü de başkasın ürettiği malı taşıyor, biz de başkasının ürettiği bilim ve fikirleri taşıyoruz ve hiç birini de öğrenmiyoruz doğru dürüst. Derleme toplama.

Martin Lüther’in hareketi nedir, sorusuna, Prof.Dr. Niyazi Kahveci şu yanıtı veriyor:
“- Protestanlık hareketi. 

İLK PROTESTANLIK HAREKETİ KURAN’I KERİMDİR. Kuranı Kerim’in, bunları detaylı anlatmak lazım, yapmak istediklerini yapmıştır. Ne yaptı Martın Lüther, din adamlığı sınıfını kaldırmıştır. Kuran’da ayetler var kaldırıyor onu da, bir tane söyleyeyim fazlaya gerek yok. Hz. Peygamber namazları kendisi kıldırmasına rağmen, kendisinin arkasında namaz kılmayı farz yapmamıştır.
    FRANSIZ DEVRİMİNİN ÖZÜ NEDİR? Sorusuna Niyazi Kahveci şöyle diyor:
   “Fransız Devrimi akılcı düşünmenin sonuncudur, kim yapmıştır bunu? Düşünürler, filozoflar, egemen kurumlar. Filozofun gücü ne, kafasıdır. Bu akıl çapı genişledikçe, bir önceki dönemin akıl çapının rasyonel gördüğünü, bir sonraki gelişmiş akıl çapı irrasyonel görünüyor. Bin yıl önceki Maturidin akıl çapı o dönemin akıl çapıdır. Şimdi çağımızdan Fransız Devriminden önceki akıl çapı, bedene fiziksel cezalar uygulamayı rasyonel görüyordu akıl çapı. Şimdi bedene fiske vuruyorsun, suç, o zaman suç değildi. Dolayısıyla 18. Asıra kadarki bütün kitaplarda, buna kutsal kitaplar da dâhildir, cezaları bu günkü akla göre irrasyoneldir ve suçtur.   Geleceğiz tabi Kuranı ret etmek değil, oraya Kuran’ı tanımak gerekiyor. Kuran kendisi diyor, “ben başlangıcım” diyor, “sonuç değilim ki” diyor. “Kuran anlaşılsın” diye kolaylaştırdık. O günün insanının akıl düzeyine indirdik. Bırakın 1500 öncesini, sonrasını, bin yıl, bir milyon sonraki insan aklının ulaşacağı çap Allahın son çapı bildiğimiz son akıl çapı. Biraz kafa yoracaksın, düşüneceksin, sorgulayacaksın. Bir milyon yıl sonraki insan aklının çapı Allahın son çapı değildir. Sen bin beş yüz yıl önceki akıl düzeyine indirge Allahı da kendi aklın düzeyine indirge; Din iman, Allah haddini bil önce. Allah “haddini aşanları sevmez” diyor, haddini bil önce sen bir insansın, biraz hacmini genişlet, biraz çaba sarf et. Hiç emek sarf etmeden oturuyor. Kuran açıyor, anlıyor musun, hangi düşünce biçimiyle anlıyorsun. Hangi felsefe açısından, hangi akıl çapıyla sen onu anlıyorsun. Cahil bir insanın Kuranı Kerim’i anlayışıyla Allahın düzeyi nasıl anlaşılabilir.

İnsanımızın düşünmeyi öğrenmesinin tavsiye ediyorum. BU gündelik hayatta da lazım olan bir şey, çocuklarımız için de çok lazım olan bir şey. Akıl çapı küçük olan ailelerin çocuklarının da hayata küçük alıl çapıyla başlayacaklarından dezavantajlı başlayacaklardır.

Bu ülke içinde de dezavantaj ülke dışına çağdaş dünyaya gittiğiniz zaman tümden bir hurda ve bir insan molozu olarak kalıyorsunuz, yalnız.

I0 yıl İngiltere’de kaldım, mastır doktoramı orda yaptım. Hava alanında indiğim zaman benim bittiğimi anladım, o zaman gittiğimde. Öyle değil bu işler.

Bu gidişle ancak biz kendimizi yeriz, kendimizi tüketiriz, tükeniyoruz. Benim bir Web sayfam var, orada bazı yazılarım var. Orda okusunlar. 

Hangi alanda olursan ol, o alanın önce bilim insanı, sonra da düşünürü ol diye. Başka çıkar yol yok. Birbirimizi yeriz. İnsanlığın düşünsel olarak özlemi üzerinde konuştu diye”.
*   Not: Bu metin Prof. Dr Niyazi Kahveci’nin konuşmasından alındı, konuşma metni bulunmakta.

https://haberguncel.blogspot.com/2018/07/bu-ulkede-en-cok-alinip-satilan-dindir.html

https://www.ulusaldemokrasienstitusu.org/

 

25 Haziran 2022 Cumartesi

BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE Kitabı

 .  BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE Kitabı

.    Kitabın ön sözünü kaleme alan D. Bojkov, Finlandiya’yı bakın nasıl anlatıyor:

.    ‘‘Gara inersin, bir yolcu gibi büfeyi ararsın.

Bütün Avrupa’da büfenin ne olduğunu, orada her şeyin üç misli, beş misli fiyatla satıldığını herkes bilir.

Fin büfesinde, Fin lokantasında olduğu gibi, bildiğim kadarıyla hiçbir şey satılmaz.

Büfeye sofra kurulur.

Yemekler büyük bir orta masasına konur.

Rafların bir kenarından her çeşit tabak, kaşık, bıçak, çatal görünür. Her şey masaya açık olarak konulmuştur.

Kimse dağıtım yapmaz.

Yemek, içmek isteyen her yolcu dilediği şeyi kendisi alıp doldurur.

Doyasıya yiyip içer.

Öğle, akşam yemekleri için bir ya da bir buçuk markayı kendisi kasaya öder.

Viburg’ta otelde iki hafta kadar kaldığım halde kaç gece yattığımı, ne zaman gideceğimi, kaç defa öğle ve akşam yemeği yediğimi bilmiyorlardı.

Hesabı benim yapmam, ona göre para ödemem gerekti.

Tramvaya binersin biletçi yok. Kontrolör yok.

Parayı kutuya atar, dilediğin yere gidersin.’’

Finli bir öğretmen bunun nedenini şöyle açıkladı:

- ‘‘Rusya’da, bütün Avrupa’da olduğu gibi, halka güven olmadığı için bilet satılırsa, kondüktörü denetlemek için kontrolör konulursa, peki o zaman kontrolörleri kim denetlesin?

Biz, kontrolöre değil, halka, insanlara inanırız...

Petersburg’da Fin memurlarının çalıştığı özel bir Fin garı var.

Bu garda daha ilk adımda olağanüstü bir şey duyulur.

Rus garları ve gişelerinde pislik, düzensizlik görülür; bağrışmalar, gürültüler işitilir.

Finlilerin tarafıysa tertemiz, düzenli, sessizdir.

Vagonlarda ne büyük ayrılık var!

Bizimkilere benzer

Rus vagonları sanki tükürük hokkası, sıyrıntılı, çeşitli notlar ve isimlerle dolu.

Yolcularla kontrolörler arasında ya da sadece yolcular arasında sürekli anlaşmazlıklar çıkar.

Fin vagonlarında herkes yerini bilir.

Hiçbir anlaşmazlık olmaz, kimse vagona tükürmez, yüksek sesle konuşmaz, sigara içmez.

Örnek bir temizlik.

Ucuz olan üçüncü mevki yataklı vagonlar pek güzel döşenmiş, tertemiz çarşaflarla örtülü.

Yolculukta kimse seni rahatsız etmez.

Uyurken kimse seni yüksek sesle konuşup uyandırmaz.

Finlandiyalılar konuşmaz, fısıldaşırlar...

Büyük şehirlerde binlerce insan sokaklarda dolaşır.

Birileri gelir birileri gider; yalnız başlarına veya topluca yürürler; karşılaşırlar, dururlar, konuşurlar ama çıt çıkmaz.

Kalabalığın sesi duyulmaz.

Finlandiya’da Rus kültürü olmadığının ilk belirtisi budur.

Finlandiya’da polisler, jandarmalar bağırmaz.

Faytoncular insanı azarlamaz; karşılaşan dostlar, düşünce ve duygularını  boğaz paralarcasına söylemez.

Finlandiya’da insanlar hür oldukları için, istedikleri zaman, diledikleri  yerde şarkı söylemek, çalgı çalmak gibi hakları olduğunu düşünmez.

Fransa’da bile insan yazın sokak gürültüsünden uyuyamaz.

‘Bataklıklar ülkesinde’ insanlar daha çok başkalarının hak ve hürriyetlerini düşünür.

Orada hürriyetin değeri yüksektir ama olur olmaz bahanelerle başkalarına tatsızlık vermek anlamına gelmez.’’

.   BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE Kitabı - S: 13

 Yazar: Grigory Petrov, Çeviri: Ahmet Seyrek

YAKAMOZ KİTAP © 2015, Grigoriy Petrov, Orijinal Adı: Finland: The Country of White Lilies

.   Grigory Spiridonoviç Petrov (d. 1866, Rusya - ö. 1925, Paris), Rus hatip, gazeteci, yazardır.


 

 

20 Haziran 2022 Pazartesi

ŞEYHLİĞİN FELSEFİ BOYUTU

 . ŞEYHLİĞİN FELSEFİ BOYUTU

“Fısıldanan sözlerdir fırtınayı getiren; güvercin ayaklarıyla gelen düşünceler yönetir dünyayı.” Nietzsche

Felsefe; evrende var olan bütün olgu, obje ve olayın akıl ve mantık boyutunu irdeler.

Kişilerle değil, fikirlerle meşgul olur.

Bu nedenle öznel değil, nesneldir.

Olgunun ruhunun röntgenini çekerek gerçekliğini tespit eder.

Felsefe irdeleme işlemini yaparken kendi ürettiği akıl, algı ve düşünme aygıtlarını kullanır. Dolayısıyla bu yazımızda, insanın ürettiği akıl, algı ve düşünme kavramlarının teknik bilimsel bilgileriyle şeyhliğin felsefi analizi yapılacaktır.

Şeyhlik, sadece dinsel bir kavram değildir.

Onun özelliklerini taşıyan din dışı ya da laik kişi de şeyhtir.

- AKIL

Akıl, düşünme işlemini yapan aygıttır.

İnsan; biri “biyolojik” yani hayvani, diğeri “lojik” yani insani olmak üzere iki yapıdan oluşur. Dolayısıyla, biri “beyin” adı verilen hayvani, diğeri “logos” adı verilen insani olmak üzere iki akıl vardır.

Hayvani akıl, insanın doğal bedeninde doğuştan, a priori / verilidir, yerleşiktir.

Herkeste hemen hemen eşit olarak vardır.

Bu doğal akıl, tanrı vergisi olabilir.

Bu akıl, insanın biyolojik bedeninin ihtiyaçlarını yönetir.

Kişisel çıkar üzerine içgüdü ve dürtüler üzerinden doğal duygularla otomatik çalışır.

LOGOS, beşeri akıl demektir.

Lojik akıl, insanın biyolojik bedeninde doğuştan bulunmaz, a posteriori / kazanımlıdır.

Çünkü o biyolojik değil, beşeridir.

O, Tanrı vergisi değil, insanın ürünüdür.

Biyolojik akıl, bu aklı yabancı görür.

Bu nedenle lojik akıl egemen kılınmadığında, insan bedeni biyolojik akıl ile çalışır ve bu durumda hayvani davranışlar doğar.

İnsanlık, lojik aklı beş milyon yıl önce icat etmiş, insana monte etmiş ve günümüze kadar düşünme işlemiyle fikir ve bilgi üreterek geliştirmiştir.

İnsanın insani yapısını yönetir ve fikirlerle çalışır.

Lojik akıl, insanın ürettiği fikir ve bilgiden oluşur.

Dolayısıyla bu akla herkes sahip olabilir.

Lojik akla sahip olmanın tek gereği, beşeri akılla düşünme işlemi yaparak fikir ve bilgi üretmektir.

İnsanlar arasında eşitsizlik bu akılla doğmaktadır.

İcatları yapan da insan kafası, bizimki de insan kafası.

Peki neden icatları başka kafalar yapabiliyor da biz yapamıyoruz.

Neden bizim dinsel de laik kafalar da icat yapamıyor?

Çünkü ikisi de şeyhlik kafasına sahiptirler.

Şeyh kafası, icat yapamayan kafadır.

- Sistemsiz ve Sistemli Akıl

Beşeri akıl, sistemlilik açısından sistemsiz ve sistemli olmak üzere iki çeşittir.

İnsanlık, Sistemsiz aklın kuralı, ilkesi, düşünme sistemi ve metodu yoktur. Sistemsiz akıl, hayali mitos üretir.

Şeyhlik, sistemsiz aklı kullanır.

Sistemli akıl, kuralları ve ilkeleri olan akıldır. İnsanlık, sistemli akla günümüzden iki bin beş yüz yıl önce felsefe ile ulaşmış ama çağımızda egemenliğini kurmuştur. Bundan sonra insan hayatı, sistemli akılla üretilen ürünlerle sürüyor.

- Sınırlı ve Sınırsız Akıl

Akıl, kullanılması bakımından sınırlı (mukayyet) ve sınırsız (mutlak) olmak üzere iki çeşittir.

Felsefe sınırsız aklı, dinler sınırlı aklı kullanırlar.

Şeyhlik sistemi aklı, sınırlı kullanma sistemidir.

Aklı sınırlı kullanmak gelişmenin önündeki en büyük engeldir.

- Aklın Çapı

Akıl, çapı bakımından çeşitlere ayrılır.

Bu çap, devirler süresince, düşünme işlemi yapmaya orantılı olarak genişlemiştir.

Bu nedenle bir sonraki çağın aklının çapı, öncekilerine göre daha geniştir.

Kişilerin aklı da, düşünme işlemi yapmalarıyla orantılı farklılık arz eder.

Bu nedenle bin yıl önceki akıl çapıyla günümüzün ürünleri algılanamaz.

Dolayısıyla bin yıl önceki İslam alimlerinin akıl çapıyla günümüz sorunlarını çözmek imkansızdır.

Aklın çapı geliştikçe, mevcudun ilerisinde icatlar yapmak olanaklaşır.

Mevcut aklın çapı genişlemedikçe mevcudun ilerisinde icat yapmak imkansızdır.

Aklın çapının genişlemesinin bir başka önemi şudur.

Daha önce rasyonel hatta ahlaki görülen şeyler, irrasyonel ve gayri ahlaki görülür.

Mesela çağımız öncesi akıl çapı, insan bedenine uygulanan fiziksel cezaları rasyonel ve ahlaki görürken, çağımızınki onları irrasyonel ve gayri ahlaki ve suç görmekte ve onları yasaklamaktadır. 

Dolayısıyla çağımızdan önceki hukuki cezalar, bunlara kutsal kitaplardaki cezalar da dahildir, günümüzde irrasyonel ve gayri ahlaki görülmekte ve bu nedenle bu cezalar, günümüz hukuku nazarında suç sayılmaktadırlar.

Aynı şekilde, kadın erkek eşitsizliği çağımız öncesinde rasyonel görülürken, çağımızda irrasyonel görülmekte ve suç yapılmaktadır.

Yine çağımız öncesi akıl çapı, monarşiyi ve şeyhliği rasyonel görürken günümüzünki irrasyonel görmektedir.

Demokrasi ve eşitlik, çağımız öncesinin akıl çapını üretme kapasitesinde değildi.

Akıl çapı bakımından da, şeyhlikle demokrasi bir arada gitmez.

- ALGILAMA

İnsanda, biri “pathos”la, diğeri “logos”la olmak üzere iki türlü algılama vardır.

- Pathosla Algılamak / Hedonizm

Pathosla algılamak, doğal duygularla animal algılamadır.

Bu, insanın hayvani doğasıdır.

Pathosla algılayan insan, insani olan şeyi doğal duygu kalıplarına dökerek algılar.

Varlığı fikirle değil, duygusal işaret ve simgelerle somut algılar.

Bununla algılayanlar anlamazlar, ağlarlar.  

Pathosla hareket etmek, hedonizmdir.

Hedonizm, hazcılıktır.

Duygu düşkünü kişi hedonist olur.

Zevklerini ve nefretlerini konuşturur.

Kindar olmanın kaynağı bu hedonistliktir.

Şeyhlik; varlığı, logosla değil, pathosla algılamaktır.

- DUYGU ÇEŞİTLERİ

İnsanda biri doğal (emotion), diğeri insani (sensation) olmak üzere iki çeşit duygu vardır.

Doğal duygu beladır ve insan olmaya en büyük engeldir, çünkü hayvani kimyasal hormonlarla üretilir.

İnsani duygu güzeldir, çünkü insani düşünlerle üretilir.

Bu nedenle doğal aşk tehlikelidir çünkü hormonaldir, ama insani aşk güzeldir, çünkü romantiktir.

- Logosla Algılamak / Zeoletizm / Zahmetçilik

Logosla algılamak, beşeri akılla kavramsal düşünerek hümünal algılamaktır.

Bu algılama, zor bir iş olduğundan felsefi anlamı zeoletizm, zahmetçilik demektir.

Logosla algılayan kişi olgu, obje ve olayı, doğal değil hümünal gerçekliğiyle algılar.

Logos, düşünlere hitap eder.

Düşünlere hitap etmek, aklı inandırıcı rasyonel fikirlerle ikna etmekle olur.

Düşünlere hitap zordur ama etkisi uzun sürelidir.

- AGNOSTİKLİK

Agnostiklik; bilimsel bilmemezliktir.

Tanrı, henüz bilimsel bilgi ile bilinmemektedir.

Bu nedenle; tanrıya inanan da inanmayan da bilim açısından agnostiktir.

Soyut Tanrı’nın varlığı ve yokluğu konusu bilimsel bir konu değildir.

Logosla idesel kurgulanan bir konudur.

Tanrı, soyut bir kavram olduğu için ancak zor bir işlem gerektiren logos ile yapılan sistemli düşünme ile üretilen idelerle algılanabilir, pathosla değil, Logosla algılamasını becermeyen ve

Onu pathosla algılayan insan, Tanrı’yı hiçbir zaman hakkıyla algılayamayacaktır.

“Tanrıya inanan da inanmayan da agnostiktir. Çünkü ikisi de Tanrı’yı bilmemek üzerine kuruludur.”

- DÜŞÜNME

- Sistemsiz ve Sistemli Düşünme

- Sofistik Düşünme

Sistemsiz düşünme, sofistik düşünmedir.

Hiçbir mantık kuralı ve ilkesine tabi olmadan hayal ile yapılan atmasyon, tutmasyon, spekülasyon, mitos ve mistik düşünmedir.

Bu nedenle mantıksız düşünmedir.

Biyolojik zevk ve nefretlerden oluşan duygusal fantezileri düşünür.

Nitekim bu düşünme hiçbir teknolojik icat yapamamıştır.

Şeyhlik, sistemsiz sofistik mantıksız düşünmeyi kullanır.

Bu düşünme, gelişmenin önündeki en büyük ve tek engeldir, çünkü insanların düşünmelerini önler, Kuran’ın dahi anlamını anlamadan duyguları etkileyecek şekilde Arapçasının müzikle okunmasını dikte eder.

Düşünme işlemi yapmadan geçirilen her dakika, insanın zihnini büzüştürür, düşünme yetisini tüketir ve değişip gelişmesini önler.

Fransız filozof Ernest Renan (1823-1892), “Değişememenin tek yolu, düşünmemektir,” demiştir.

Gelişmek isteyenler, mutlaka zor işlem olan bu sistemli düşünmeyi yapmak zorundadırlar.

Sistemli düşünme yapmayan herkes, dinsiz de olsa şeyhtir.

- Sistemli Düşünme

İnsanlık, Milattan önceki son bin yılda geçtiği felsefi düşünmeye kadarki beş milyon yıllık sürede sistemsiz düşünme yaparak mitos üretmiştir.

Felsefi düşünmeye geçince Mantık disiplinini kurarak sistemli düşünme yapmaya başlamıştır. Mantık, doğru düşünmenin ilkelerini ve kurallarını ortaya koyar.

Mantığın belirlediği sistemli akılla düşünmenin ilkeleri kısaca şunlardır:

- Düşünme ile üretilen fikrin; gerçekle ilintisi, geçerli ve tutarlı olması, çelişkili ve aynı anda hem doğru hem yanlış olmamasıdır.

Sistemli düşünme, daha önce din adı altında insanları mitoslarla kandırıp sömürenlerin saltanatına son vermiştir.

Bu nedenle şeyhlik kafası, sistemli düşünme olan felsefeye ve filozoflara düşmandır.

- Güdümlü ve Güdümsüz Düşünme

Şeyhlik, dinler ve kutsal kitaplar gibi, güdümlü, sınırlı ve şartlı düşünmeyi kullanır.

İleri sürdükleri önermelerinin kabul edilmesi şartıyla ve sınırıyla güdümlenen düşünmeye izin verirler.

Onları çürütecek düşünmeye izin vermezler.

Bu düşünme ile gelişme olmaz.

- TARTIŞMA

Güdümleyiciler, fikirlerini tartıştırmazlar.

Çünkü sahip oldukları fikirlerin güçlü olmadığına dair bilinçaltı bilincine sahiptirler.

Fikirlerinin çürütülmesi durumunda kendilerinin yok olacakları fobileri vardır.

Ayrıca fikirlerinin, çürük olduklarının insanlar tarafından bilineceğinden de korkarlar.

Velhasıl tartıştırmayan kişi, korkak kişidir.

- Tartışma ve Psikoz

Şeyhlik sistemi, kendi dogmasını, tartıştırmaz.

Çünkü onu o makama o dogma getirmiştir.

Dogmasını tartışmayı, şeyhin kendisini tartışmak olarak görür.

Bütün tartışmaları kendisine tehdit olarak algılar.

“Tek gerçek dindir” diyerek, kendi dini dogmasını da, tartıştırmaz.

Ama o, kendisinin dışındaki din anlayışlarını tartışma reddetme özgürlüğüne sahiptir.

Aslında diğer din anlayışlarının gerçek din olup olmadıklarını ve Allah katındaki durumlarını dert etmez.

Çünkü onun derdi, gerçek din değil, kendisidir.

Şu bir gerçektir ki; tartışmadan alınan fikir, insan hafızasında yerleşir, zihninde yerleşmez.

İnsan zihni, tartışma yapmadığı fikri algılayamaz, onunla oluşamaz ve onu zihniyet haline getiremez.

Türkiye, bin yıl önce İslam’a girdi ama ona tartışmaksızın, sultanın talimatıyla girdi.

O zaman ve bin yıl boyunca onu hiç tartışmadığından, bin yılda bile hala İslam’ı anlayamamış, öğrenememiş, onunla oluşmamış, doğru dürüst Müslüman olamamış ve onu kendi zihniyeti yapamamıştır.

Aynı durum laiklik için de geçerlidir.

Bir asır önce laikliği tartışmadan aldığından ve onu hiç tartıştırmadığından bir asır sonra da hala laikliği ne anlamıştır ne de onunla oluşmuştur.

-   SONUÇ

Bir insanlar, bir de insanlık vardır.

İnsanlık, insanlar tarafından üretilir ama insanlardan çok farklı bir şeydir.

Çağımızın akıl çapı ve düşünme düzeyi, insanlarla yapılmış ama insanların değil, insanlığın ürünleridirler.

Bu nedenle insanlığın ürettiği çizgiye bütün insanlar hemen geçememektedirler.

İnsanlık çizgisi, ilk insanlıktan beri oluşturulmaktadır.

Her kesiti, dünyanın başka bölgelerinde başka insanlar tarafından oluşturulmuştur.

Bugünkü kesiti de Batı’daki insanlar tarafından oluşturulmaktadır.

Ama bu kesit, Batı’nın ürünü değildir.

Bunun en önemli nedeni, bir ürün bir milletin olabilmesi için, onun o millet tarafından üretilmesi gerekir.

Genellikle kültürler böyledir.

Halbuki bu kesit, hasbelkader orada yaşayan düşünürlerin ürünleridirler.

Batı toplumu, kültürüne ve düşünsel yapısına aykırı ve yabancı gördüğü için bu düşünürleri asırlarca öldürmüştür.

Fakat düşünürler pes etmeyip insanlık için ısrarla fikir üretmeye devam etmişlerdir.

Tek güçleri kafaları idi.

Sonunda fikirleri egemen kılmışlar ve Batı toplumu bu yeni zihniyete ayak uydurmaya başlamıştır.

Müslümanlar, çağımızın akıl çapı ve düşünme biçimine ayak uydurmak zorundadırlar.

Bu ayak uydurmak, onlar için ontolojik meseledir.

Aksi takdirde varlıklarını sürdürmeleri imkansızdır.

Batı’daki düşünürler, kendi toplumlarını yararlandırdıkları fikirlerini Müslümanlardan saklamıyorlar, çağdaşlaşmaları için bu fikirlerini onlara açıyorlar.

Ama Müslümanlar, dinlerini gerekçe göstererek bu değişime karşı direnmektedirler.

Direnmenin nedeni, bu düşünme işlemini yapmanın zor olmasından İslam adı altında geçmişin kolaylığında yaşamak istemelerindendir.

Başta Müslümanların kafa katmanını işgal eden akademiya kesimi, bu düşünsel işlemi yapmak zorundadırlar.

Fakat onlar, bu yükümlülüklerini, çok zor gördüklerinden ve çıkarlarını kaybetmemek için önce kendileri, Batı ürünü diyerek düşünmeye düşman kesiliyor ve toplumlarını anti-Batıcılık söylemi ile ona düşman olmaya tahrik ederek örtbas etmeye çalışıyorlar.

Sonuçta Müslümanların geride kalmalarına ve leblebi gibi ölmelerine neden oluyorlar.

Ama bu anti-Batıcı İslam işportacılarına hiçbir şey olmuyor.

Onlar, yalınayak ya da lastik botlarla ölüme göç etmiyorlar.

Ülkelerinde kalıp, sömürdükleri bu kurbanlardan edindikleri servetle kral hayatlarını yaşamaya devam ediyorlar.

Geçmişteki ataların büyük iş yapmalarıyla övünmek, bugün büyük işler yapamamanın telafisi çabasıdır.

Atalarımız, kendi devirlerinde büyüklük sağlayan eylemleri başarıyla yapmışlardır.

Ama çağımızın büyük sayılan eylemlerine gelince çökmüşlerdir.

Bugünün nesli, atalarıyla övünerek tatmin aramak yerine, bugün büyük sayılan eylemleri yapmak zorundadır.

Geçmişin büyüklüğüyle bugün büyük olunamıyor.

* “Dünün güneşi ile bugünün çamaşırı kurumaz.”

İnsan, "varlığı", sahip olduğu algı kalıplarına dökerek algılar.

En gelişmiş fikirleri, sahip olduğu eski algı kalıplarına indirgeyerek algılayacaktır.

Bu durumda, yeni fikirler, eski biçimlerle uygulanacaktır.

Bu nedenle insanın gelişmiş fikirleri algılamasını sağlamak için onun öncelikle algı kalıplarının çağdaş düzeye getirilmesi gerekir.

Çağımızın aklına, düşünmesine geçemeyenler, varlıklarını sürdüremeyecek ve ayıklanıp gideceklerdir.

Çağımızda ve bundan sonra fikir ve bilgi üretmeksizin hiçbir davaya ve topluma hizmet edilemez. Bunun dışındaki bütün iddialar, ancak kendi toplumunu ve ülkesini sömürmeye yarayacaktır.

Çağımız insanlık piyasasında değeri olan ve büyük olunan ürün, sadece kafa ile üretilen bilimsel bilgi ve felsefi fikirdir.

Bunların oluşturduğu ürüne “külliyat” denir.

Bunların uygulamaya dökülmesine “külliye” denir.

Türkiye, insanlık çizgisinin günümüz kesitinin dünya entelektüel piyasasında değer bulan külliyat üretemiyor, onun yerine külliye üretiyor.

Külliye üretmek, külliyat üretenlerin ürünlerinin uygulamasını yapmaktır, onlara hizmet etmektir.

Külliyat, kişinin kendi kafası ile, külliye ise başkalarının kafası, eli, kolu, bedeni ve parası ile üretilir.

Külliye değil, külliyat üretenler, insanlığın tarihine geçerler.

Külliyat üretememe, lüzumsuz külliyeler üretmekle telafi edilemez.

* “Külliyat üretemeyen, külliye üretir.”

Çağımız, beşeri akıl ve düşünme üzerinde dönmesine rağmen, "akıl nedir, nasıl çalışır, düşünme nedir, nasıl yapılır" konularında bir tane Türkçe kitap yoktur.

Bunlar, eğitim sistemimizin hiçbir kademesinde topluma öğretilmez.

Çünkü toplumu istenildiği şekilde gütmek ve sömürmek ancak toplumun düşünmemesi ile mümkündür.

Türkiye’de toplumun düşünmesini istememek konusunda dinci ve laik kesim müttefiktir.

Çünkü bu ülkede toplumsal kolektif bilinç, düşünmeme temeli üzerine kuruludur.

Türkiye’de dinci ve laikçi kesim, motorları aynı, kaportaları farklıdır.

* “Çağdaşlık kaportada değil, motordadır.”

Fakat bu konularda İngilizce yazılmış binlerce kitap mevcuttur.

İşte bu kitapların ve bunları üreten binlerce düşünürün bulunduğu toplumlarda şeyhlik olmamakta ve onları şeyhlik sistemiyle istenildiği gibi gütmek ve sömürmek mümkün olamamaktadır.

Türk toplumu bu doğrulardan uzak tutulmaya çalışılmaktadır.

Doğru fikir ve bilgi, yok sayılarak yok edilemez.

Çünkü doğru fikir gerçektir.

Gerçekler yok sayılarak yok edilemezler.

* “Gerçekler, geç ve güç ama güçlü ve kalıcı ortaya çıkarlar.”

Bu yazının, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 94. yılının kutlandığı günlerde yazıldığından dolayı Atatürk’ün hakkını teslim etmek gerekir.

Atatürk, ülkemizin tek çıkış yolu olan, insanlığın çağımızda ulaştığı akılcı ve bilimsel düşünme ile ülkemizi bir asır önce tanıştırdı.

Bundan sonra var olabilmeyi sürdürmenin ancak bu düşünmeyi yapmakla mümkün olabileceğine kesin kanaat getirmiş, uygulanması gerektiğine karar vermiş ve Türkiye’de kararlılıkla uygulamaya koymuştur.

“Ruhu şâd olsun!”

3 Kasım 2017

ALINTI:

Prof. Dr. Niyazi Kahveci

https://www.ulusaldemokrasienstitusu.org/seyhligin-felsefi-boyutu/


CADILAR BAYRAMI?

.   BİR GÜN CUMHURİYET, BİR HAFTA CADILAR .   Bir günlüğüne Cumhuriyet. .   Yalnızca bir gün. Bayraklarımızı çıkarıyoruz, şiirlerimizi okuyo...