29 Mayıs 2024 Çarşamba

GEZİ PARKI OLAYLARI

     Gezİ Parkı olayları

27 Mayıs 2013 tarihinde başlayan, devamında yaşananlarla birlikte Türkiye’nin ve hatta dünyanın toplumsal protesto tarihine geçen Gezi Parkı olayları; siyaset, demokrasi, seçim, sandık, iktidar, muhalefet, halk, devlet gibi kavramları yeniden tartışmaya açması bakımından oldukça önemli bir süreci başlatmıştır.

Nasıl birdenbire toplumu tam da ortasından bölen büyük bir hadise hâline geldi? Kimler, bu süreçte nasıl etkili oldu?

Bu sorulara doğru cevaplar verebilmek için Gezi Parkı olaylarının nasıl kıvılcımlandığına ve nereye evrildiğine, bu bağlamda da olayların sebep-sonuç ilişkilerine bakmak gerekmektedir

Taksim Gezi Parkı’ndaki protestolar, “tarihimize sahip çıkıyoruz” iddiasıyla hareket eden siyasî iktidarın Topçu Kışlası’nın yeniden inşası çerçevesinde başlattığı yıkım faaliyetine bu yeşil alanın betonlaştırılmasını istemeyen duyarlı çevreci vatandaşların itiraz etmesiyle başlamıştır.

Ağaçların kesilmesine, yeşilin örtülmesine ve buraya Topçu Kışlası -daha sonra AVM (alışveriş merkezi) ve cami de işin içine girdi- yapılmasına tepki duyan duyarlı vatandaşların Gezi Parkı’nda toplanarak tepkilerini dile getirmesi, bunun üzerine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 29 Mayıs tarihinde

“Bu iş bitecek!”

şeklindeki sözleri sarf etmesi olayın fitilini ateşlemiş, sonrasında polisin aldığı emir doğrultusunda  göstericilere sert tutum takınması, oradaki çadırları zabıtalarla birlikte yakması, gaz bombası kullanarak eylemcileri dağıtmaya girişmesi olayları şirazeden çıkarmıştır.

Polisin göstericilere orantısız güç kullanması, gösterileri gazla, TOMA’lardan sıkılan tazyikli sularla bastırmaya kalkması göstericilerin tepkilerini daha da artırmış, siyasî iktidar temsilcilerinin göstericilere karşı kullandığı “çapulcu” gibi hitaplar ile

“Yüzde elliyi zor tutuyorum”,

“Bu saatten sonra Taksim’dekiler teröristtir”,

“Ayaklar ne zamandan beri baş oldu?”

gibi talihsiz açıklamalar eylemcileri daha da hırslandırmıştır.

Gezi Parkı olaylarını ganimet bilen “marjinal” grupların protestocuların içine karışmasıyla birlikte karşılıklı şiddetin arttığı bir sürece girilmiş, böylece Gezi Parkı’nda başlayan gösteriler ülke sathına yayılmış, kontrolden çıkmıştır.

Siyasî iktidarın bu gösterilere tepki olarak düzenlediği mitingler ise işin tuzu biberi olmuş, toplumun ikiye bölünmesine, tepkisel hareketlerin birbirini tetiklemesine yol açmış, istenmeyen pek çok hadisenin yaşanmasına sebebiyet vermiştir.

Olaylar sonunda 5 kişi hayatını kaybetmiş, binlerce vatandaş, polis yaralanmış, bini aşkın kişi hakkında adlî işlem yapılmış, ülke geneline yayılan gösterilerle mesele uluslararası arenada da önemli bir hadise hâline gelmiştir.

Hem hükümet kanadından hem de Cumhurbaşkanı tarafından “mesajın alındığı”na dair beyanatlar verilmesi de, Başbakan Erdoğan’ın sanatçılarla ve göstericileri temsilen oluşturulan Taksim heyetiyle görüşmeleri de, hatta Gezi Parkı ile ilgili referandum sözleri de olayların durmasını sağlamamıştır.

Eylemler daha sonra “duran adam”, “sarılan insan”, “Park meclisleri” gibi pasif itaatsizlik şeklinde yorumlanan bir sürece girmiştir.

Gezi Parkı ekseninde yaşananların arka planını farklı dünya görüşüne mensup kişiler çok farklı biçimlerde değerlendirmektedirler.

Bu olayı yalnızca bir “çevreci hareket”, halkın kentine sahip çıkması olarak görenler olduğu gibi, olayların büyüyerek ülke geneline yayılması sonrası Gezi Parkı’nda yaşananları mevcut iktidarın baskılarına, yanlış uygulamalarına, çarpık yönetim anlayışına, otoriterleşme eğilimine karşı bir direniş olarak görenler de çıkmıştır.

Hatta bunu yeni bir politik hareket olarak değerlendirenler de olmuştur.

Bu nedenledir ki, bir sanatçının bu olaylarda başrol oynayan sosyal medya ağlarından biri olan twitter’dan attığı

“Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hâlâ anlamadın mı”

şeklindeki mesajı, Gezi protestolarının bu boyutunu ortaya koyan, iktidara dönük rahatsızlığın sembol cümlelerinden biri hâline gelmiştir.

İktidar da bu söylem üzerinden yeni “siyaset” ve yeni “mağduriyetler” oluşturma, nihayetinde “yeni komplo teorileri” kurma yoluna gitmiş ve kutuplaşmanın zeminini daha da katılaştırmıştır.

Gezi Parkı eylemi, ilk görüntü itibarıyla, parktaki ağaçların sökülmesine karşı çıkan birkaç çevreci aktivist ile başladı.

Daha sonra hem İstanbul’un pek çok bölgesinde hem de ülkenin diğer şehirlerinde bu kitle büyük kalabalıklara dönüştü, toplumun pek çok kesimini kapsayan bir halk hareketi hâlini aldı.

Peki Gezi Parkı eylemlerinde gerçekte kimler vardı?

Bu soru belki de bu süreçte en çok sorulan ve eylemleri anlamamızı sağlayabilecek sorudur.

Orada bulunanların kimler olduğu, ne istediği ya da ne istemediği, kimin neye “direndiği” konusunda pek çok görüş serdedildi.

Kimi yazarlara göre bunlar canı sıkılan, bohem bir hayatın anlamsızlığını üzerinden atmak için kendini eylemde arayan güruhtu.

Kimine göre ise, orada bulunanlar çoğu aşırı uç örgüt, sendika ve kimi çevrecilerin içinde olduğu muhalifler koalisyonuydu.

Hatta “Olayların arkasında uluslararası Siyonizm ve Türkiye taşeronları var!” diyenler bile çıktı.

Bütün bu görüşlerin karşısında olanlar ise protesto eylemlerinin ilk günlerinde yapılan ilk ankette gönderme yapmaktaydılar.

Bu anketin sonuçlarına göre Gezi Parkı’nda yer alan eylemcilerin yüzde 9,6’sı 19-25; yüzde 24’ü 26-30 yaşları arasında ve yüzde 75,8’i eylemlere sokağa çıkarak katılan gençlerdi.

Bu eylemcilerin yüzde 53,7’si daha önce hiçbir kitlesel eyleme katılmamıştı, yüzde 70’i ise kendini hiçbir siyasî partiye yakın hissetmiyordu.

Orada bulunanların yalnızca yüzde 15,3’ü kendini bir siyasî partiye yakın buluyordu.

Bu açıdan bakıldığında, Gezi Parkı eylemleri, büyük oranda apolitik bir grup tarafından gerçekleştirilmiş görünmektedir.

Bahsi geçen ankette yer alan

-“Eylemciler hangi gerekçelerle burada bulunuyorlardı?”

sorusu ve bu soruya verilen cevaplar da eylemin ilk çıkış noktasını anlamak için sağlıklı veriler sunabilecek ve tartışmaları aydınlatabilecek bir nitelik arz etmektedir.

Buna göre, eylemcilerin protestolara destek vermelerinde Başbakan’ın otoriter tavrı, polisin protestoculara uyguladığı orantısız güç, demokratik hakların ihlâl edilmesi, medyanın suskunluğu, ağaçların kesilmesi ilk sıralarda yer alırken, siyasî bir hareketin yönlendirmesiyle eylemlere katıldığını söyleyenlerin oranı ise oldukça düşüktür.

Gezi Parkı eyleminde bulunanların büyük çoğunluğunun kendilerini “özgürlükçü”, “laik” ve “apolitik” olarak tanımladığı görülmektedir.

Gezi Parkı’nda bulunanların büyük çoğunluğunun “darbe karşıtı” olduğu da bu ankette yer almaktadır.

Burada özellikle “darbe karşıtlığı” vurgusu büyük önem taşımaktadır.

Katılımcıların bu cevabı, Gezi Parkı eylemcilerinin, 2007 yılındaki Cumhuriyet mitinglerine katılanlardan farklı tutulmaya yönelik bir kaygıyla hareket ettikleri ve bu anlamda eylemin yalnızca demokratik talepler olarak algılanmasını istedikleri görülmektedir.

Anketteki bu ilk görüntü ve söylem, eylemin ilk günlerindeki toplumsal desteğin büyüklüğünün en önemli nedenlerinden biri olarak not edilmelidir.

Ancak -daha sonra bahsedileceği üzere- bu profil eylem süresince önemli değişikliklere uğramış ve zamanla toplumsal desteğin azalmasına yol açmıştır.

Özellikle şiddet sarmalının içine girilmesi, eylemcilerle esnaf arasındaki yakın temas, molotof kokteylli eylemciler, onların karşısında palalı saldırganlar, vb. Gezi Parkı olaylarının çehresini değiştirmiş ve ona bambaşka bir boyut kazandırmıştır.

Gezi Parkı olayları kapsamında adından en çok söz ettiren 90 kuşağına17 ayrı bir bahis açmak ve bu kuşağı biraz olsun ayrıntılı bir şekilde irdelemek gerekmektedir.

Çünkü Gezi Parkı eyleminde en çok konuşulan kitle hiç şüphesiz pek çok kişinin “apolitik” olarak nitelendirdiği, hatta “duyarsız, sorumsuz” gibi yakıştırmalarda bulunduğu 90 kuşağıydı.

Gezi Parkı eylemcileri arasında 1990’lı yıllarda doğan ve hayatlarının yarısını mevcut iktidar döneminde geçiren bir kuşağın büyük oranda yer aldığı görülmektedir.

Apolitik gençlik olarak adlandırılan bu neslin birdenbire böylesine büyük bir toplumsal olayın merkezine oturması, siyasî iktidar karşısında twitter ve facebook gibi sosyal medya araçlarını ve “ekşi sözlük”, “zaytung” gibi internet sitelerine özgü mizahı kullanarak önemli bir güce dönüşmesi, Gezi Parkı olaylarının irdelenmeye değer en önemli yanlarından birisi olmuştur.

Bu kuşak Gezi Parkı protestolarında bugüne kadar hiç görmediğimiz yöntemleri kullanarak, sloganlarıyla, sosyal medya kullanımıyla, mizah anlayışıyla, müziğiyle herkesi oldukça şaşırtmış, çoğu kimsenin hiç karşılaşmadığı farklı bir muhalefet anlayışını ortaya koymuştur.

Gezi Parkı protestolarının tam anlamıyla niteliğini çözebilmek için “Y” kuşağı adı da verilen bu neslin kimlerden oluştuğunu, nasıl bir ruh hâline sahip olduğunu, hangi saiklerle hareket ettiğini iyi analiz etmek gerekmektedir.

Ülkenin kaderinde söz sahibi olmak isteyen herhangi bir siyasî hareket, böylesi bir analiz sayesinde, kendisini nasıl bir siyasî-toplumsal yapının beklediğini de görebilecektir. “Y” kuşağı 1990’lı yıllarda doğan, dijital dünyada büyüyen, aşırı bireyselleşmiş, her türlü otoritenin, baskıcı anlayışın karşısında tavır alan bir nesil olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu kuşağın en bariz özelliği topluma “dijital vatandaşlık bağı”yla bağlı olmalarıdır. 90’ların kimlik tanımlamaları, hayata bakışları, itirazları, beğenileri, itirazları incelendiğinde, bu kuşağın siyasî iktidar tarafından “baş belâsı”19 olarak ilân edilen sosyal medya vasıtasıyla mümeyyiz hâle geldiği, bu gençlerin hayatlarının büyük bir bölümünün sosyal medyayla iştigal ederek geçtiği görülmektedir.

Kendilerini ifade ederken, sistemin yanlışlıklarını eleştirirken bunu sosyal medya aracılığıyla, müzikle, dansla, resimle, karikatürle yapan, her biri kendini özel kabul eden, kendi düşüncelerine saygı duyulması gerektiğini ifade eden bu kuşak için en iyi tanımlardan birisi de “Harry Potter kuşağı” olmalıdır.

90 kuşağının büyük bir bölümünün Harry Potter serisini okuduğu bilinmektedir ve bu seriyi okuyanların bariz bir özelliği dikkat çekmektedir.

Bu roman serisinde maceranın içinde yer alanların çoğu anti-kahramandır.

Bu romanlarda fantastik ancak şiddet içermeyen, lider kültü yerine herkesin bir şeyler yapabildiği, herkesin farklı bir yeteneğe sahip olduğu karakterler yer almaktadır.

Bu nedenledir ki, Gezi Parkı olayında protestocularla onların karşısında yer alanlar diye bir çetele tutulduğunda, karşı tarafta pek çok siyasî, adlî, bürokratik baskın figür sayılabilirken, protestocularda öne çıkan, liderliğe soyunan, tırnak içinde “kahraman” diyebileceğimiz bir karaktere rastlanmadığı görülmektedir.

Gezi Parkı olaylarının kontrol altına alınamamasının sebeplerinden birisi de budur.

Her biri kendisini yeterli gören, özgüveni olan, ancak hiçbir şekilde liderliğe soyunmayan bir neslin çoğunluğunu oluşturduğu eylemde doğrudan bir “elebaşı” bulmak çok zordur; çünkü orada bulunanlardan kimse kendisini öyle tanımlamamaktadır.

Böyle bir karakter olmadığı için de önceki toplumsal olayların tecrübesi burada işlememiştir.

Siyasî iktidar açısından oturup konuşabileceği, tabir-i caizse “kafalayabileceği”, daha da ileri gidilirse bir “makam” ya da “mevki” vererek uzlaşabileceği bir lider olmadığı için, eylemcilerin olmayan bir elebaşının sözlerini dinleyerek eylemlerini sona erdirmesi mümkün olmamıştır.

Başbakan Erdoğan’ın kendisini eleştirenlere “Kiminle muhatap olayım?” diye feryat etmesi biraz bundan dolayıdır.

“Eylemin başındaki adam kimdi?”

sorusunun cevabı verilemediği için, Gezi Parkı eylemi bugüne kadar yaşanan halk hareketlerinden çok farklı bir eylem olarak tarihe geçmiş durumdadır.

Gezi Parkı’ndaki eylemlerin böylesine yayılmasının sebeplerinden bir diğeri de eylemlerde başrol oynayan bu kuşağın çok farklı bir talebinin olmasıdır.

Esasında bahse konu talep, mevcut siyasî iktidarın anlamakta gerçekten zorlandığı bir talep olmuştur. İstikrar, maddî rahatlık, konformizm üzerine kurulu hayatları “yaşanılabilir en iyi hayatlar” olarak tanımlayan, 1980 öncesinde şâhit olduğu yaşadığı “kaos”un korkusunu sürekli içinde taşıyan eski kuşağın çok da hoşuna gitmeyen bir taleptir aslında söz konusu olan.

Gezi Parkı eylemlerinde yer alan ve çoğunluğunu “Y” kuşağının oluşturduğu eylemciler, insanların hayatlarında sadece düzen istemediklerini, özgürlüğü ve kendini ifade edebilmeyi pek çok şeyin üzerinde tuttuklarını, bu nedenle de burada olduklarını dile getirmişlerdir.

Eylemcileri “kadir kıymet bilmeyen kitleler” olarak niteleyen siyasî iktidar, meseleye doğru teşhis koymakta zorlanmıştır.

Bilhassa Başbakan Erdoğan’ın her şeyi maddiyata indirgeyen şu talihsiz sözleri, olayların neden bu aşamaya geldiğinin ipuçlarını sunmaktadır:

- “Her şeyi verdik. Bunların kadir kıymet diye bir kaygıları da yok.

Esnaf bunlardan illallah dedi, vatandaş bunlardan illallah dedi. Üniversite öğrencilerini sokağa döküyorlar.

Bazı rektör, dekan ve öğretim üyeleri.

Bu öğrencilere bunca imkânı veren iktidar AK Parti iktidarı değil mi?

Yurtsa, tarihinde görmediği yurtları yaptık.

Burs ise, tarihinde en yüksek burs rakamlarını verdik.

Ey öğrenciler, eğer solcuysan komünist ülkelerde de göremezsin. Harçları kaldıran da bu iktidar!”

Gezi Parkı eylemlerinin ilk safhasında öne çıkanlar bir kısım çevreci aktivistle birlikte olaya müdahil olan “Y” kuşağıdır.

Ancak, olay daha sonra reel-politik nitelikli bir hâl alınca, arenada yeni yüzler kendini göstermeye başlamış ve mesele bir anlamda “siyasî bilek güreşi”ne dönüştürülmüştür.

Bunda siyasî iktidarın Gezi Parkı’nın kendisine karşı bir komplo olduğunu iddia etmesi, iktidara yakın gazeteci ve yazarların bu minvalde yazılar kaleme almaya başlaması ve nihayetinde siyasî iktidarın karşı mitingler düzenlemesi oldukça etkili olmuştur.

Bu nedenledir ki Gezi Parkı eylemci profili de bu süreçle birlikte büyük oranda değişmiş, farklı bir çehreye bürünmüştür.

Hükümetin protestoları sertlikle bastırmaya yönelik tutumu belirginleştikçe, çevreci aktivistlerin ve “Y” kuşağının yanı sıra, kimi futbol taraftarı gruplar, kimi siyasî partiler, kimi sivil toplum örgütleri, sonrasında da kimi marjinal gruplar ve terör örgütleri Gezi Parkı eylemlerine kitlesel destek sağlamışlardır.

Çevrecilerin ve “Y” kuşağının hemen ardından eyleme sonradan dâhil olan gruplardan birisi; eski-yeni hesaplaşmasının tam da ortasında duran, “Beyaz Türk olarak adlandırılan, bazen “Cumhuriyet elitleri” şeklinde ifade edilen, hayat tarzlarına müdahale edildiğini düşünen, kendilerini Kemalist olarak tanımlayan ve çoğunlukla eski statükonun temsilcileri olarak görülen kesimdir.

Özellikle iktidar sözcüleri, bu grubun orada bulunmasını fırsat bilerek, Gezi Parkı olaylarının “Yeni Türkiye”ye dönük bir operasyon olduğunu ve olayların bizzat bu grup tarafından organize edildiğini iddia etmişlerdir.

Onlara göre bu grup, eski vesayetçi sistemi yeniden getirmek için böyle bir kalkışmaya girişmiş, başlatılan “çözüm süreci”ni kesintiye uğratmak amacıyla bu protestolar bu grup tarafından bizzat düzenlenmiştir.

İktidar borazanlığına teşne bu kalemlere göre amaç, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yaşanan “Arap Baharı”na benzer bir “Türk Baharı” yaratmak ve hükümetin istifasını sağlamaktır.

Uzun zamandır ortak menfaatleri gereği birlikte hareket eden, 2010 yılında yapılan referandumda “yetmez ama evet’” diyen sol-liberal kesimlerin de bu olayla birlikte siyasî iktidarla kıymış oldukları “geçici nikâhı” sonlandırdıkları, Gezi Parkı eylemcilerinden yana tavır koydukları görülmektedir.

Örneğin, iktidarın “Kürt açılımı” gibi projelerine destek veren Çengiz Çandar, Başbakan’ın “karizmasını çizdirmiş” olduğunu yazarken; Hasan Cemal bir yazısında Başbakan’a şöyle seslenmiştir:

“Tuttuğun yol yol değil; bu kafayla ne barış, ne de demokrasi gelir!”

Ayrıca bugüne kadar siyasî iktidarı destekleyen, ideolojik olarak iktidara yakın duran kimi muhafazakâr/cemaat tipi oluşumların daha önceleri başlayan eleştirilerinin, Gezi Parkı olayları dolayısıyla zirveye çıktığı görülmektedir.

Bu kesimler tarafından iktidarın otoriterleşmesine vurgu yapıldığı dikkat çekmektedir.

Başbakan Erdoğan’ın protestoculara yönelik “yüzde elli”, “sandık” “marjinal gruplar” çıkışlarına karşı “millî iradenin yüzde elliden ibaret olmadığı” ve “kimin marjinal ya da kimin merkez olduğuna siyasî iktidarın karar veremeyeceği” mesajını içeren yazılar, söz konusu yapılara yakın gazetelerde sık sık yayınlanmaya başlamıştır.

Siyasî iktidarın mazlumdan yana değil güçlüden yana tavır aldığını ifade ederek bu durumu “Karunlaşmak” olarak niteleyen, kendilerine “anti-kapitalist Müslümanlar” adını veren, Ramazan ayı süresince alternatif “Yeryüzü iftarları” düzenleyen muhafazakâr bir kesimin de Gezi Parkı protestocularının içinde yer aldığı görülmektedir.

Gezi Parkı’nın diğer bir bileşeni de Alevîler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Mayıs 2013 günü gerçekleşen 3’üncü Boğaz Köprüsü inşaatının temel atma töreninde Başbakan Erdoğan,

“Ne yaparsanız yapın. Orası için karar verdik. Yapacağız!”

 şeklindeki açıklamasıyla bir bakıma Gezi Parkı olaylarının fitilini ateşlemiştir.

O gün 3’üncü Köprü’ye Yavuz Sultan Selim Köprüsü adının verilmesi ve bu isme gösterilen Alevî tepkisi, siyasî iktidarın çarpık Suriye politikası gibi nedenlerle de birleşerek Alevî vatandaşların Gezi Parkı olaylarının içinde yer almasında etkili olmuştur.

Gezi Parkı olaylarında hayatını kaybeden üç vatandaşın Alevî oluşu da bu tezi doğrular niteliktedir.

Gezi Parkı eylemlerinin en başında gösterilere mührünü vuran, elinde Türk bayrağı taşıyan, temelde özel yaşam ve cumhuriyet gibi kaygıları nedeniyle sokağa inen apolitik kitle hükümetin manipülasyonları sonucunda zamanla daha az görünür hâle gelmiş, meydanları marjinal gruplar, terör örgütü mensupları ve yandaşları doldurmaya başlamıştır.

Özellikle de İmralı’da mukim terörist-başından gelen “Direnişi anlamlı buluyor ve selâmlıyorum.

Elbette ki bu duruş yeni bir siyasal kırılma yaratmıştır.

Ancak hiç kimse ulusalcı, milliyetçi, darbeci çevrelere de kendini kullandırmamalı.

Bu hareketin onların denetimine girmesine Türkiyeli demokrat, devrimci, yurtsever ve ilerici çevreler izin vermemelidir!”  

mesajıyla birlikte eylem bir başka aşamaya evrilmiştir.

“Her yer Taksim her yer direniş”,

“Hükümet istifa” ve

“Çapulcular demokrasi istiyor”

gibi sloganların yanına -her ne kadar orijinal protestocular buna karşı dursalar da

“Öcalan’a özgürlük”

sloganları dâhil olmuş, ortalarda Öcalan posterleri görülmeye başlanmış, Gezi Parkı eylemci profili böylece çok farklı bir yöne doğru kaymıştır.

Gerek Öcalan’ın zamanlaması tuhaf beyanında gerekse terör örgütü yandaşlarının epeyce bekledikten sonra Taksim’e inişlerinde kimlerin parmağı olduğu, devletin bazı birimlerinin bu harekete geçmede yönlendirici rolünün bulunup bulunmadığı elbette ki ilerleyen yollarda çok tartışılacaktır.

Ancak tartışılmayacak olan husus şudur ki, Gezi Parkı eylemleriyle ilgili en önemli kırılma bu andan sonra yaşanmıştır.

Öcalan’ın söz konusu açıklamaları ve terör örgütü mensuplarının Taksim’deki bilindik şiddet içerikli eylemleri, bir anlamda Gezi Parkı eylemlerini hükümetin haksız uygulamalarına yönelik eylemler olmaktan çıkarmış, siyasî iktidarın kolayca manipüle edebileceği bir noktaya getirmiştir.

Siyasî iktidar tarafından dillendirilen “Terörist-başının posterleriyle Atatürk posterlerinin yan yana durduğu” eleştirisi, hükümetin Gezi Parkı eylemcilerine karşı kullandığı “faiz lobilerinin taşeronları” argümanından çok daha etkili olmuş, Gezi Parkı eylemleri toplumsal desteğini bu nedenle giderek yitirmiştir.

PEKİ MESELE SADECE “GEZİ PARKI” DEĞİLSE NEYDİ?

SONUÇ

Çok farklı kesimlerin içinde olduğu, hakkında çok farklı görüşlerin serdedildiği Gezi Parkı olayları; sonuçları itibarıyla hem sosyolojik hem de politik olarak dikkatle değerlendirilmesi gereken, Türkiye’nin önümüzdeki dönemlerini de şekillendirecek ve adından çokça söz ettirecek toplumsal hareketlerden birisi olarak tanımlanmayı fazlasıyla hak etmiştir.

Yaşanan süreçte siyasî irade tarafından ilk önce “bir avuç çapulcu” sıfatıyla anılan, sonrasında “faiz lobisi”nden “dış mihraklar”a kadar geniş bir hakaret yelpazesiyle eleştirilen Gezi Parkı eylemcilerinin profilinin bir hayli heterojen olduğu açıktır.

İşin içinde “Zello”, CNN International ile BBC’nin de olduğu iddia edilerek Sırbistan’daki CIA’ye bağlı bir örgüte, oradan da ABD’deki neo-con düşünce kuruluşlarına kadar bağlantı kurulan eylemciler ile onların “çözüm süreci”yle ilişkilendirilen eylemleri, kendi başına oldukça sofistike bir nitelik arz etmektedir.

Eylemciler açısından; otoriterleşen iktidara, özel hayata müdahaleye, demokrasinin yalnızca sandıktan ibaret olmadığına ve iktidara bu anlamda “sokaklarda” bir ders verilmesi gerektiğine dair düşüncelere göndermede bulunan bir durum vardır.

Ancak özellikle sonradan “sahaya inen” bazı grupların tek derdinin şiddet ve devlet otoritesini yıpratmak olduğu da dikkat çekmektedir.

Eylemcilerin sokaklara dökülmesine neden olan sosyal dinamikler bugün hâlen varlığını sürdürmektedir.

Siyasî iktidarın ise, ülkeyi yangın yerine çevirebilecek kıvılcımları söndürmek yerine, bu kıvılcımları aleve döndürecek kavgacı üslûbundan vazgeçmediği görülmektedir.

Bu şartlar altında, yeniden ciddî bir toplumsal kutuplaşma eğiliminin habercisi olabilecek Gezi Parkı olaylarının başka yönleriyle de ele alınması, siyasî tutum belirleme açısından önem taşımaktadır.

Politika belirleyicilerin konuyu ele alırken; olayların patlak vermesinden kısa bir süre önce yaşanan Reyhanlı saldırısının hükümetin itibarını/güvenirliğini sarsmış olduğunu, 3. Boğaz Köprüsü'ne koyulacak isim ve PKK ile yürütülen müzakere süreci gibi çeşitli konular etrafında şekillenen tartışmaların toplumda kutuplaşmalara yol açtığını ve hükümete karşı bir “öfke birikimi”nin yaşandığı gerçeğini dikkate almaları gerekmektedir.

Ne var ki, hükümetin toplumu kutuplaştıran söyleminin devam ediyor olması ve öfkeyle sarf edilen"tencere-tava çalan komşularınızı mahkemeye verin" tarzındaki açıklamalar, yaşananlardan ders çıkarılmadığına dair haklı kaygılara yol açmaktadır

KAYNAK:.......................................................................................

https://www.tasav.org/media/k2/attachments/analiz_4_shy_4_gezi_parki_yIGIt_son.pdf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CADILAR BAYRAMI?

.   BİR GÜN CUMHURİYET, BİR HAFTA CADILAR .   Bir günlüğüne Cumhuriyet. .   Yalnızca bir gün. Bayraklarımızı çıkarıyoruz, şiirlerimizi okuyo...