29 Haziran 2024 Cumartesi

Bolivya Neyi Başardı

 . Bolivya Neyi Başardı, Türkiye neyi başaramadı?

.  Askerİ darbeden çıkarılacak dersler:

Bolivya’daki 26 haziran 2024 askeri darbesi üzerine çok boyutlu durmak şart.

Kuşkusuz bunun CIA’nın Latin Amerika’da yaptığı askeri darbelerden farkı yok!

Hepsinin en temel konusu, solcu iktidarların madenleri kamulaştırmaları…

Bolivya kalay, gümüş, lityum, bakır madenleri bulunan jeolojik açıdan hayli zengin ülke…

Bolivya denince son yıllarda akla tek isim geliyor; Sosyalizme Doğru Hareket/Masistas kurucusu Evo Morales… 

Darbeci yönetime son vererek ülkenin başına 2006'da geçtiğinde ilk yaptığı hidrokarbon yasası çıkararak ülkenin başta lityum olmak üzere maden yataklarını kamulaştırmak oldu.

Elde edilen gelirleri sosyal amaçlı kullanarak yoksullukla baş etti. 2006-2019 yılları arasındaki iktidarında yoksulluğu yüzde 38’den yüzde 22’ye düşürdü.

Keza:

GSYİH'yi 9 milyar dolardan 40 milyar dolara çıkardı. 

Kişi başına düşen gelir üç kat arttı. 

Enflasyon sorununu ortadan kaldırdı.

Morales 2019 yılında yine seçilince CIA işe el atarak seçimlerin hileli olduğunu belirtti.

Kuşkusuz bunu merkezi Washington’da bulunan -dünyayı yöneten- Dış İlişkiler Konseyi üyesi Amerikan Devleti Örgütü/OAS eliyle yaptı.

Ülkeyi karıştırdı…

Kısa çalkantılı dönem ardından iktidara 2020’de “Lucho” diye anılan sosyalist Luis Arce geldi.

Merkez Bankası kökenli ekonomist idi ve Morales yönetiminde maliye bakanı olarak görev yaptı. Morales'in en uzun süre görev yapan bakanı olarak on yıldan fazla süre boyunca Arce, Bolivya'nın ekonomik dönüşümünün başlıca mimarı oldu.

Kuşkusuz ekonomik planlamadan yanaydı.

Kuşkusuz kamulaştırmacıydı.

Mesela, hidrokarbon, telekomünikasyon ve madencilik şirketlerini millileştirildi.

Neoliberalizmi yıktı -örneğin- servet vergisi yasası çıkardı.

Bolivya’nın ulusal egemenliğine karşı gördüğü IMF ile ilişkilere kökten son verdi.

Uzatmayayım.

Bolivya bölgede en hızlı büyüyen üçüncü ekonomi oldu.

Güney Amerika'daki en düşük enflasyon oranına sahipti.

Ülke artık ticaret fazlası veriyordu…

Dış politikada Rusya ve Çin ile ilişkileri geliştirdi...

İtibariyle CIA’nın askeri darbe yapması kaçınılmazdı!

Ama artık Latin Amerika halkları darbelere karşı mücadele tecrübesi edinmişti; 26 Haziran darbesi başarılı olmadı.

Ancak…

"Üzerinde durmak istediğim bizi ilgilendiren başka konu var; buna “Tağut/ Kutsal Aldanışın Soyağacı” kitabımda değindim:

Sadece Morales ya da Luis Arce değil…

Sadece Bolivya değil…

Kitabımda üzerinde durmak istediğim şu oldu:

Latin Amerika’da sol/sosyalist iktidarlar nasıl seçim kazanıp iktidara geldi?

Çünkü:

Latin Amerika’da 1960’larda ortaya çıkan “Kurtuluş teolojisi”, yoksulluğa ve sosyal adaletsizliğe karşı mücadeleyi esas aldı.

Solun ve Hıristiyanlığın kendilerine ait toplumsal değer ve taleplerinin ortak potada eritilmesiyle oluşan Kurtuluş teolojisi, iki grubu ortak paydada buluşturdu.

Bu şöyle oldu:

ABD “arka bahçesi” Latin Amerika’da özellikle Soğuk Savaş’ta birçok askeri darbe yaptı.

Darbelere kimi kiliseler destek verirken, kimisi muhalif oldu.

Bu kanlı süreçte sol ve bazı kiliseler arasında yakınlaşma gerçekleşti.

Hele…

Küba Devrimi Latin Amerika’da Kurtuluş teolojisini büyüttü.

Nikaragua’daki devrimci Sandinistalar arasında rahipler vardı.

Mesela, devrimden sonra din adamı Ernosto Cardenal, 1979’dan 1987’e kadar kültür bakanlığı yaptı. Kuşkusuz Papa II. Pavlus tarafından aforoz edildi!

Kurtuluş teolojisini benimseyen Peder Jean Bertrand Aristide Haiti devlet başkanlığına seçildi. O da CIA eliyle düşürüldü.

Çok örnek olay yaşandı/yaşanıyor..

Bolivya’dan çıkarılacak çok ders var.

Mesela:

Ülkemizde hurafeye boğulan “Soğuk Savaş dinine” karşı, yoksulların dini devrimci İslam’ı hatırlatmak elzem...

https://www.odatv.com/yazarlar/soner-yalcin/askeri-darbeden-cikarilacak-dersler-bolivya-neyi-basardi-turkiye-neyi-basaramadi-soner-yalcin-yazisi-120050481

 

19 Haziran 2024 Çarşamba

Dünyanın en zengin aileleri

 Dünyanın en zengin aileleri
Bloomberg, 2023 yılı için en zengin 25 ailenin listesini yayımladı.
Hazırlanan listede inşaattan teknolojiye, modadan sanayiye kadar birçok farklı sektörde faaliyet gösteren aileler bulunuyor.
*********************************************************************************************************
25. Duncan Ailesi
Şirket: Enterprise Products Partners
Sektör: Sanayi
Ülke: ABD
Varlık: 32 milyar dolar
Nesil: 2
 
24. Kwok Ailesi
Şirket: Sun Hung Kai Gayrimenkül
Sektör: Gayrimenkul
Ülke: Hong Kong
Varlık: 32,5 milyar dolar
Nesil: 3
 
23. Ferrero Ailesi
Şirket: Ferrero
Sektör: Şekerleme
Ülke: İtalya
Varlık: 33,5 milyar dolar
Nesil: 3
 
22. Mulliez Ailesi
Şirket: Auchan
Sektör: Perakende
Ülke: Fransa
Varlık: 34,3 milyar dolar
Nesil: 4
 
21. Cox Ailesi
Şirket: Cox Girişim
Sektör: İletişim, otomotiv
Ülke: ABD
Varlık: 36 milyar dolar
Nesil: 4
 
20. Dassault Ailesi
Şirket: Dassault Systemes
Sektör: Yazılım
Ülke: Fransa
Varlık: 39,2 milyar dolar
Nesil: 4
 
19. Hartono Ailesi
Şirket: Djarum Grup
Sektör: Finans
Ülke: Endonezya
Varlık: 42,1 milyar dolar
Nesil:3
 
18. Van Damme, De Spoelberch, De Mevius Ailesi
Şirket: Anheuser- Busch Inbev
Sektör: İçecek
Ülke: Belçika
Varlık: 43,5 milyar dolar
Nesil: 5
 
17. Hoffmann, Oeri Ailesi
Şirket: Roche
Sektör: İlaç
Ülke: İsviçre
Varlık: 44,8 milyar dolar
Nesil: 5
 
16. Pritzker Ailesi
Şirket: Hyatt Hotels
Sektör: Otel
Ülke: ABD
Varlık: 46,5
Nesil: 4
 
15. Albrecht Ailesi
Şirket: Aldi
Sektör: Perakende
Ülke: Almanya
Varlık: 48,4 milyar dolar
Nesil: 3
 
14. Quandt Ailesi
Şirket: BMW
Sektör: Otomotiv
Ülke: Almanya
Varlık: 49,4 milyar dolar
Nesil: 4
 
13. Boehringer, Von Baumbach Ailesi
Şirket: Boehringer Ingelheim
Sektör: İlaç
Ülke: Almanya
Varlık: 51,3 milyar dolar
Nesil: 4
 
12. Johnson Ailesi
Şirket: Fidelity Investments
Sektör:Finans
Ülke: ABD
Varlık: 55,7 milyar dolar
Nesil: 3
 
11. Cargill, Macmillan Ailesi
Şirket: Cargill
Sektör: Sanayi
Ülke: ABD
Varlık: 63,3 milyar dolar
Nesil: 7
 
10. Reuters Ailesi
Şirket: Thomson Reuters
Sektör: Medya
Ülke: Kanada
Varlık: 71,1 milyar dolar
Nesil: 3
 
9. Wertheimer Ailesi
Şirket: Chanel
Sektör: Lüks marka
Ülke: Fransa
Varlık: 89,6 milyar dolar
Nesil: 3
 
8. Ambani Ailesi
Şirket: Reliance
Sektör: Sanayi
Ülke: Hindistan
Varlık: 89,9 milyar dolar
Nesil: 3
 
7. Suud Ailesi
Şirket: Kraliyet ailesi
Sektör: Sanayi
Ülke: Suudi Arabistan
Varlık: 112 milyar dolar
Nesil: 3
 
6. Koch Ailesi
Şirket: Koch
Sektör: Sanayi
Ülke: ABD
Varlık: 127,3 milyar dolar
Nesil: 3
 
5. El Sani Ailesi
Şirket: Kraliyet ailesi
Sektör: Sanayi
Ülke: Katar
Varlık: 133 milyar dolar
Nesil: 8
 
4. Mars Ailesi
Şirket: Mars
Sektör: Şekerleme
Ülke: ABD
Varlık: 141,9 milyar dolar
Nesil: 5
 
3. Hermes Ailesi
Şirket: Hermes
Sektör: Lüks marka
Ülke: Fransa
Varlık: 150,9 milyar dolar
Nesil:6
 
2. Walton Ailesi
Şirket: Walmart
Sektör: Perakende
Ülke: ABD
Varlık: 259,7 milyar dolar
Nesil: 3
 
1. Nahyan Ailesi
Şirket: Kraliyet Ailesi
Sektör: Sanayi
Ülke: Birleşik Arap Emirliği
Varlık: 305 milyar dolar
Nesil: 3
*******************************************************************************************
10.12.2023 - 17:35
https://www.ntv.com.tr/galeri/dunya/dunyanin-en-zengin-aileleri,B8hvD-VlUkGVZyBKxR6_eA/C4_LH60D_EmBbQ1sC6vYCg


18 Haziran 2024 Salı

YARGININ SİYASALLAŞMASI

 .  YARGININ SİYASALLAŞMASI:

Modern insan hakları doktrininin temelinde "hukuk devleti" anlayışı yer almaktadır.

Hukuk devletinin en önemli unsurlarından biri de, kuvvetler ayrılığının bir uzantısı olarak, bağımsız ve tarafsız yargıdır.

Kuvvetler ayrılığı ilkesinin dönüşüme uğramasıyla birlikte yasama ile yürütme erkleri arasındaki ayrım belirsiz bir hale gelmiştir.

Yasama erkinin, seçim sistemlerinin de etkisiyle, yürütme erki içinde erimesi yargı erkinin iktidarın sınırlandırılmasındaki rolünü ve önemini arttırmıştır.

Bu durum aynı zamanda yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı üzerindeki siyasal baskıyı da arttırmaktadır.

Bu baskının çeşitli boyutları olmakla beraber yasama organındaki hâkimiyeti ve yargı organları üzerindeki yetkileri düşünüldüğünde en büyük baskı yürütme erkinden gelmektedir.

Yargı erki üzerindeki bu baskılar meşruiyetini siyasi iktidarı insan hakları lehine sınırlandırmaktan alan hukuk devleti anlayışını tehdit etmektedir.

Yargının siyasallaşmasının tek nedeni yargı erki üzerinde yürütme erkinin sahip olduğu yetkiler değildir elbette.

Siyasallaşma kimi zaman da doğrudan yargı erkinin kendisinden kaynaklanmaktadır.

Bu nedenle yargının siyasallaşmasının çok boyutlu bir olgu olduğunu söylemek gerekir.

Modern siyasi iktidarın gelişim safhasında ulusal egemenlik ilkesi kabul edilmiş ve siyasi iktidarın kaynağına ulus yerleştirilmiştir.

Siyasi iktidarın kaynağı değiştikten sonra sıra onun niteliklerini değiştirmeye gelmiştir.

Mutlak ve sınırlandırılamaz olarak kabul edilen egemenlik, kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti gibi temelinde modern düşüncenin olduğu doktrinler tarafından önce bölünmüş daha sonra da belirli sınırlar içerisinde hareket etmeye zorlanmıştır.

Bu sınırlar günümüzde insan hakları olarak adlandırılmakta ve iktidarı sınırlandırmanın tarihsel somut belgeleri olan anayasalar tarafından güvence altına alınmaktadır.

Siyasi iktidarın, daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse siyasi iktidarı kullanma yetkisinin yasama, yürütme ve yargı erkleri arasında paylaştırıldığı yeni yönetim anlayışında tüm erkler anayasadan aldıkları yetkileri yine anayasada belirtilen sınırlar içerisinde kullanabilir.

İşte tam burada yargı erkinin önemi ortaya çıkmaktadır.

Yargı erki, yasama veya yürütme erkleri kendilerine çizilen sınırların dışına çıktıklarında ona dur diyecek bir erk olarak tasarlanmıştır.

Yargı erki bu konumu nedeniyle günümüzde, yoğunluğu ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, zaman zaman siyasal erkler olan yasama ve yürütme erklerinin hedefi olmaktadır.

Günümüz demokrasilerinin çoğunda, çeşitli seçim sistemlerinin de etkisiyle, bu iki erk birleşme eğilimi göstermektedir.

Yasama ve yürütme erkleri arasındaki çizgilerin belirsizleştiği ya da tamamen silindiği bu tablo hukuk devleti ilkesinin tam olarak yerleşmediği ülkelerde yargının siyasallaşması tehlikesinin de en önemli nedenidir.

Yargının siyasallaşmasının tek nedeni yargı erki üzerinde yürütme erkinin sahip olduğu yetkiler değildir elbette.

Siyasallaşma kimi zaman da doğrudan yargı erkinin kendisinden kaynaklanmaktadır.

Bu nedenle yargının siyasallaşmasının çok boyutlu bir olgu olduğunu söylemek gerekir.

Yargının siyasallaşması olgusu diyalektik bir şekilde yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlamaya yönelik çalışmaların da hız kazanması sonucunu doğurmuştur.

Yargının siyasallaşması bu açıdan bakıldığında kendi içinde sorunlu bir kavramsallaştırma olarak görülebilir.

Bağımsız ve tarafsız yargı idealini gerçekleştirmek aynı zamanda bir “siyasal kültür” sorunudur

Bir ülkede yargının siyasallaşması tartışmasının yapılabilmesi için o ülkede öncelikle hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı ve yargının bağımsızlığı gibi günümüz demokrasilerinin temel ilkelerinin kabul edilmiş olması gerekir.

Kutuplaşmış ve toplumsal barışını tam olarak gerçekleştirememiş ülkelerde yargıyı siyasal baskılardan korumak çok daha zor hale gelmektedir.

Demokrasinin seçimlerden ibaret görüldüğü ve çoğunluk iradesinin sınırlandırılmasının “milli irade” karşıtlığı üzerinden okunduğu bir siyasi anlayışı “demokratik” olarak nitelendirmek demokrasinin içini boşaltmakla eş anlamlıdır.

Hukuk devleti anlayışı siyasal iktidarın kişi hak ve özgürlükleri lehine sınırlandırılması esası üzerine kurulmuştur.

Demokrasi her şeyden önce bir kültür sorunudur.

Bu kültürün kurumsallaşmadığı ülkelerde yapılan çok sayıda anayasal ve yasal düzenlemeye rağmen demokratik yönetim bir türlü inşa edilememektedir.

Demokrasiye ve hukuk devletine duyulan inancın zayıf olduğu ülkelerde ise devletin ya da siyasal iktidarın bizzat kendisi amaç haline gelmektedir.

Amaç demokrasiyi tahkim ederek "hak ve özgürlükler rejimini güçlendirmek olmayınca" halk adına kullanılan iktidarın farklı görünümleri olan "yasama, yürütme ve yargı" erkleri de bir bütün olarak "bu amaca" hizmet eder hale gelmektedir.

Bu ülkelerde özellikle yargı erki iktidarın sınırlandırılmasındaki rolü nedeniyle hemen her zaman siyasi müdahalelere maruz kalmakta ve siyasal iktidarlara “bağımlı” duruma getirilmektedir.

Yargı erkinin bağımsızlığı hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığının yanı sıra demokrasi ve insan hakları için de vazgeçilmez bir unsurdur.

Kuvvetler ayrılığının kabul edilmesi bağımsızlık için gerekli olmakla birlikte yeterli bir şart değildir.

Yargı erkinin bağımsızlığı da işte bu hedefi gerçekleştirmeye yönelik çabanın devamı niteliğindeki bir ilkedir.

Bu ilke hâkimlerin karar verirken hiçbir mercinin etki ve baskısına maruz kalmadan özgür bir şekilde karar vermelerini sağlamak için getirilmiştir.

Öncelikli olarak hâkimlerin yasama ve yürütme organlarına karşı bağımsız olmasını gerektirir.

Yargının bağımsız olması gerektiği fikri, hukuk devleti ilkesine benzer bir şekilde, yönetim anlayışı ne olursa olsun hemen bütün ülkelerde söz ve ilke düzeyinde yaygın bir şekilde kabul görmektedir.

Yargı bağımsızlığı kavramı kullanılırken bununla bir bütün olarak yargı kurumunun bağımsızlığının yanında mahkemelerin ve hâkimlerin bağımsızlığı da kastedilmektedir.

Özellikle hâkimlerin bağımsızlığını yargının kurumsal bağımsızlığının yanında yargı içi bağımsızlıkla beraber ele almak gerekmektedir.

Kurumsal bağımsızlıktan kasıt yargının üç erkten biri olarak diğer iki erk olan yasama ve yürütme erklerine karşı olan bağımsızlığının yanı sıra siyasal partilere, medyaya, baskı gruplarına vb. karşı olan bağımsızlığıdır.

Yargının bağımsızlığı yargı kurumuna ve yargılama yetkisini kullanan hâkimlere tanınmış bir ayrıcalık değildir.

Her şeyden önce bu müessese bireylere ve topluluklara tanınan hak ve özgürlüklere güvence sağlamak ve kamunun barış ve huzurunu sağlamak için vardır.

Hâkimler kararlarını verirken özerk bir şekilde hareket etmekle birlikte yasama organının çıkardığı yasalara uymak zorundadır.

Anayasada hâkimlerin sadece kanuna değil “hukuka” bağlı olacak şekilde karar vermesi gereği ifade edilmektedir.

Yargının bağımsızlığını sağlamaktaki asıl amaç yargının tarafsızlığını gerçekleştirmektir.

Yargının bir demokraside gerçek rolünü oynayabilmesi onun tarafsız olmasına bağlıdır.

Yargının tarafsızlığı yargı kurumu için o kadar önemlidir ki bir özellik olmaktan öte yargının özü olarak da kabul edilebilir.

Tarafsızlık, bağımsızlığın aksine, daha çok hâkimin kişisel tutumu ve düşünceleriyle ilişkili bir kavramdır ve hâkim yargı kurumunun bağımsız olarak dizayn edilmediği bir sistemde de tarafsız bir şekilde muhakeme yaparak kararlar verebilir.

Yargı erki için bağımsızlığın pratik değerinin tarafsızlık olarak karşımıza çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Bağımsızlığın tüm unsurlarıyla garanti altına alındığı bir yargı düzeninde hâkimin tarafsızlığını sağlamak çok daha kolay ve olasıdır.

Bu doğrultuda bağımsızlığı önemsizleştiren yaklaşımlara ihtiyatla yaklaşmak gerekmektedir.

Tarafsızlık kısaca “bir yargılama esnasında hâkimin davanın taraflarına eşit mesafede olması, taraflardan gelecek bir etkiye karşı kapalı olması ve ön yargılı hareket etmemesi olarak” tanımlanabilir.

Hâkimin kendi kişisel kanaatlerini ve ideolojik kabullerini de bir tarafa bırakması gerekir.

Hâkimin kimi niteliklere sahip olması gerekmektedir.

Ancak yargı kurumuna personel temin edilirken liyakat değil de kimi irrasyonel hususlar ve siyasal/ideolojik mülahazalar söz konusu olursa bu şekilde mesleğe kabul edilen hâkimlerden tarafsız olmalarını beklemek çok olası değildir.

Bundan dolayı yargı erkinin teşekkülü, personel ve özlük işleri üzerindeki yürütmenin sahip olduğu yetkiler tarafsız bir yargı ideali için büyük tehdit oluşturmaktadır.

Bağımsızlık ve tarafsızlık "hukuk devleti"nin diğer bir gereği olan "adil yargılanma hakkı"nın bir parçası olarak düzenlenmiştir.

- “Herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine bir suç yüklenirken, tam bir şekilde davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak görülmesini istemeye hakkı vardır.”

Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin ilgili 14. maddesi şu şekildedir:

-“…Herkes mahkemeler ve yargı yerleri önünde eşittir. Herkes, hakkındaki bir suç isnadının veya hak ve yükümlülükleri ile ilgili bir hukuki uyuşmazlığın karara bağlanmasında, hukuken kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve aleni olarak yargılanma hakkına sahiptir"…

Avrupa Yargıçları Danışma Konseyi’nin 2002’ de hazırladığı "3 sayılı Görüş"ünün de temel kaynaklarından biri olarak kabul edilmiştir:

- “Hâkim, doğrudan ya da dolayısıyla herhangi bir sebeple ya da herhangi bir yerden gelen müdahale, tehdit, baskı, teşvik ve tüm harici etkilerden uzak, hâkimin olayları değerlendirmesi temelinde, vicdani hukuk anlayışı ile uyum içerisinde bağımsız olarak yargısal işlevini yerine getirmelidir.”

- “Hâkim, genelde toplumdan, özelde ise karar vermek zorunda olduğu ihtilafın taraflarından bağımsızdır.”

- “Hâkim, yasama ve yürütme organlarının etkisi ve bu organlarla uygun olmayan ilişkilerden fiilen uzak olmakla kalmayıp, aynı zaman da öyle görünmelidir de.”

- “Hâkim, yargı bağımsızlığını sürdürmede esas olan yargıya yönelik kamusal güveni güçlendirmek amacıyla, yargı etiği ile ilgili yüksek standartlar sergilemeli ve bunları ilerletmelidir.”

- “Tarafsızlık, yargı görevinin tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesinin esasıdır. Bu prensip, sadece bizatihi karar için değil aynı zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından da geçerlidir.”

- “Hâkim, yargısal görevlerini tarafsız, önyargısız ve iltimassız olarak yerine getirmelidir.”

- “Hâkim, mahkemede ve mahkeme dışında, yargı ve yargıç tarafsızlığı açısından kamuoyu, hukuk mesleği ve dava taraflarının güvenini sağlayacak ve artıracak davranışlar içerisinde olmalıdır.”

.  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma hakkı başlığını taşıyan 6. maddesi ise şu şekildedir:

- “Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar, konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...”

.   SONUÇ

Siyasi iktidarın tek bir kişide veya tek bir organda temerküz etmesinin önüne geçmek için geliştirilen kuvvetler ayrılığı doktrini ve bu doktrini kendisine eklemleyen hukuk devleti ilkesi yargı erkine önemli bir rol vermiştir.

Yargı erki siyasal organlar olan yasama ve yürütmenin aksine siyaset dışı ya da siyaset üstü bir konuma yükseltilmiş ve hukukun güvencesi olma işleviyle donatılmıştır.

Yargı erkinin üzerine düşen bu sorumluluğu ne kadar başarıyla yerine getirdiği tartışmalı olsa bile yargı erki günümüz demokrasileri için hala anahtar bir rol üstlenmektedir.

**********************************************************************************

KAYNAK Alıntı:

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3011918


 

KÜRESEL ELİTLER

 .  Para Para - "tv100"
.    İsmail Tokalak + Ramazan Kurtoğlu    .
Ø  KÜRESEL ELİTLER
Ø  Dünyada en güçlü kişiler kimler?
Ø  En çok para kimde?
Ø  Dünyada parayı kim yönetiyor?
Ø  En çok para hangi ailenin hesabında var?
Ø  Biil Gates neden toprak satın alıyor?
Ø  Büyük hamburger markası aslında emlakçı mı?
Ø  Herkes kiracı mı olacak?
Ø  Kimler neden toprak satın alıyor?
Ø  Kripto para neyi değiştirdi?
Ø  Kripto paranın parametresi yok.
Ø  Blokzincir sistemi dayatılıyor.
Ø  Petrol yerine elektrik savaşı mı?
Ø  Dünya nüfusunu yarısının geliri kadar para 40 kişinin elindedir.
Ø  Türkiye'de 3. şahıslar üzerinden İsrailliler toprak aldı.
Ø  Suudi Arabistan NEON projesi.
Ø  Esseniler tarikatı.
Ø  Karekod ile sentetik insan mı yaratılıyor?
Ø  Dijital insan mı yaratılıyor?
Ø  21. yüzyılın patronu zihne kim hükmedebiliyor ise odur.
Ø  GDO insanlığın sonu.
Ø  Nakitsiz toplum düzeni.
Ø  İnsanlar yalnızlaştırılıyor.
Ø  Asıl amaç zihinleri kontrol etmek mi?
Ø  Dünyanın 100 yıllık ömrü kaldı.
https://www.youtube.com/watch?v=GDb_j9sn2UQ
17.06.2024










































13 Haziran 2024 Perşembe

Algı Yönetimi ve Zihin Kontrolü

 .  Algı Yönetimi ve Zihin Kontrolünün 10 Temel Tekniği

.   İnsanoğlunun "kitleler üzerinde güç sahibi olma isteği" var olduğundan beri insan davranışları üzerine çalışmalar yapan kişiler tarafından büyük kalabalıklar "küçük, elit bir grubun isteklerine boyun eğsin" diye kitlelerin "zihinlerini kontrol altına" almaya dönük çalışmalar yapıla gelmiştir.

.   Zihin kontrolünün fiziki ve bilimsel bir boyut kazanmasıyla, bugün tehlikeli bir aşamaya girmiş bulunmaktayız.

.   Çünkü teknokratik diktatörlüklerin kullanımına hazır ve bütün dünyayı etkileyecek araçların farkına varmazsak, bu tehlikeli aşama daimi bir durum olma riskini taşıyor.

EĞİTİM:

Uzun zamana yayılan fakat kalıcı etkiye sahip olmazsa olmaz bir yöntemdir.

Bu nedenle liderler, diktatörler, rejimler eğitim sistemleriyle oynar ve körpe zihinleri kendilerine bağlayan ve yıllar süren bir eğitime mecbur ederler.

Eğitim, kitlesel hipnoz için kullanılan en belirgin ve açık yöntem olmanın yanında aynı zamanda en sinsi yöntemdir.

Gücü elinde tutma ve kitlelere tek başına bir ömür hükmetme niyetinde olan her yöneticinin en büyük hayali zaten doğal olarak zihinleri etkiye açık çocukları eğitmektir.

Bu nedenle, tarih boyunca eğitim dikta rejimlerin kullandığı en önemli zihin kontrolü araçlarından biri olmuştur.

Ülkemizde sürekli değişen, sürekli vazgeçilen eğitim uygulamaları gençliğin zihinsel gelişimini olumsuz etkilemiş ve etkilenen nesillerde ciddi bir değer kaybı yaşanmasına neden olmuştur. Ülkemizin bağımsızlığı ve menfaatleri için eğitim istikrarlı bir yapıya oturtulmalıdır.

REKLAM VE PROPAGANDA:

1930’lardan beri ABD kitlelerin zihnini kendi amaçları doğrultusunda etkilemek ve yönlendirmek üzere ciddi yatırımlar ve çalışmalar yapmaktadır.

Sigmund Freud’un bilinçdışı bağlamında, insan davranışlarına özgü keşiflerini kitle hipnozu bilgisine dönüştüren yeğeni Edward Bernays kitle hipnozunun kurumsal başlatıcısı olup ABD’nin bir devlet politikası olarak “propaganda yahut halkla ilişkiler” adı altında kitle hipnozuyla zihin kontrolünü sistematize etmesinin de öncülerindendir.

Modern propagandanın öncüsü olarak anılan, kitle psikolojisi ve ikna yöntemlerini kurumlar ve siyasal organizasyonların ihtiyaçlarını karşılamak için kullanmış halkla ilişkiler uzmanı Edward Bernays, bir istek ve arzuyu ihtiyaca çevirmek amacıyla kişinin benliğiyle ilgili algısını hedef almak için tasarlanmış tüketim kültürünün mucidi olarak kabul edilir.

Burada öncelikli amaç bazı ürünleri insanların ihtiyacı haline getirmekti, mesela sigara gibi.

Ama Bernays 1928 yılında yayımlanan “Propaganda” isimli kitabında, “propaganda hükümetin görünmeyen yürütme organıdır” demişti.

Bu çok açık bir şekilde modern polis devletlerinde ve sözde terörle mücadele kapsamında giderek artan vatandaşların birbirlerini ispiyonlaması vakalarında görülebilir.

Medyanın artan gücüyle birlikte hükümetler, medyayı bir propaganda/ zihinleri kontrol etme aracı olarak kullanmaya başladılar.

Medya kitle hipnozuyla zihinleri manipüle etmenin en önemli sistemidir bugün.

Şimdi görsel medya, yazılı medya, sosyal medyada, sinema sektörü ve kablolu TV kanallarının hepsi aynı anda farklı kaynaklardan geldiği için gerçeğin sesi olduğu düşünülen bütüncül bir mesajı izleyiciye aktarmak için sorunsuz bir şekilde çalışıyorlar.

Hipnoz bilimi açısından ifade edecek olursak ‘mesaj’dan anlaşılması gereken ‘telkin’dir.

Birisi o ana ‘mesajı’ okumaya alıştığında, o mesajın aslında her yerde olduğunun farkına varacak ve ciddi bir olasılıkla ister istemez belirli bir süre içerisinde bu, kabule dönüşebilecektir. Burada "subliminal mesaj"lardan bahsetmiyoruz bile.

ÖNGÖRÜCÜ PROGRAMLAMA:

Görsel ya da basılı yayınlarla çok önceden insanları belirli olaylara hazırlama projelerinden bahsediyorum. 11 Eylül saldırılarının, çok daha önceleri İkiz Kuleler’in infilakını gösteren görsellerin sinemada, afişlerde, çizgi filmlerde tesadüfen(!) yer alması gibi…

Birçok kişi hala öngörücü programlamanın gerçekte olmadığını iddia etmektedir.

Öngörücü planlamanın kökleri aslında, o koca ekranın toplumun nereye gittiğine dair insana iyi bir fikir verdiği ağırlıklı olarak elitist olan Hollywood’a dayanıyor.

Sadece ihtimal dışı ya da bilim kurgu olduğunu düşündüğünüz kitaplar ve filmlere şöyle bir dönüp bakın ve sonra da bugünkü topluma bir bakın.

Küresel elit güçler, üçüncü dünya ülkeleri için planladıkları sömürü planlarının aşamalarını önceden romanlarla, filmlerle parça parça belirli bir düzende yayarak kitlelerin bilinçaltına ön telkinler gönderebiliyor.

Bu sebeple yayınların, filmlerin bu bakış açısıyla da iyi taranması ve okunması gerekiyor.

Devlete ilgili birimleri oluşturmaları anlamında çok iş düşüyor.

SPOR, SİYASET VE DİN:

Bazıları dinin hatta siyasetin bir zihin kontrol yöntemi olarak sporla yan yana zikredilmesinden rahatsız olabilirler.

Bu üç alan, algı yönetimi için altın madeni gibidir.

Kitle hipnozu ile kalabalıklar üzerinde uygulanan algı yönetimi için yüzlerce insan görevlendirebilir, milyarlarca dolar yatırım yapabilir.

Bu üç alanda da ana tema aynıdır: böl ve fethet.

Kullanılan teknikler oldukça basittir: İnsanlardaki hayatta kalmak için doğal olarak var olan karşısındakiyle işbirliği yapma eğilimine ket vurmak ve onlara üstün gelme ve kazanmaya dayalı takımlar ya da gruplar oluşturmalarını öğretmek.

Spor her zaman için insanlardaki kabilesel eğilimleri önemsiz bir olay içinde toplayan temel bir dikkat dağıtma aracı oldu.

Öyle ki, modern Amerika’da spor taraftarlığı öyle gülünç boyutlara ulaştı ki mesela insanlar şehirlerini terk eden ünlü bir sporcuyla ilgili protesto düzenleyebiliyorlar ama buna karşılık mesela özgürlük gibi insani konular önemsiz görülüp kulak arkası edilebiliyor.

Siyaset kolay kontrol altına alınabilen muhalefet ve tamamen sağ-sol paradigmasından oluşan bir şey, dinse neredeyse tarihteki bütün savaşların perde arkasındaki ortaya çıkış sebebi.

Ülkemiz üzerine yürütülen psikolojik savaş operasyonlarında küresel güçler, ideolojik ayrımları, mezhep çatışmalarını, çok defa kullanmışlar ve kullanmaya da devam etmektedirler.

Bir psikolojik savaş yöntemi olarak yıllara yayılan algı yönetimiyle, saydıklarımıza ek olarak cemaatlerin manipüle edilmesi de eklenmiştir.

Cemaatlerin, bir süredir batılı güçlerin ülkemiz üzerinde yürüttüğü kitle hipnozunun nesnesi durumuna getirildiği artık açıkça bilinmektedir.

Bu tehdit hala devam etmekte ve cemaatler mevcut durumlarıyla küresel algı yönetiminin oyuncağı haline getirilmeye çalışılmakta ve toplumda bu yolla yarılma, güvensizlik, korku kültürü, düşmanlık ve ihanet tohumları ekilmeye çalışılmaktadır.

YİYECEKLER, SU VE HAVA:

Yiyeceklerdeki katkı maddeleri, toksinler ve gıdalardaki diğer sağlığa zararlı maddeler beynin kimyasını öyle bir değiştiriyor ki, kişide hissizlik ve çevresinde olup bitenlere karşı ilgisizlik başlıyor.

İçme suyundaki floridin IQ’yu düşürdüğü bilimsel olarak kanıtlandı.

Aspartam ve Mono Sodyum Glutamat (MSG)’taki beyin hücreleri ölene kadar onları uyaran ekstoksinler…

Bu sağlığa zararlı maddeleri içeren fast food türü gıdalara insanların erişimi artık kolaylaştığı için, bu gıdalar aktif bir yaşam tarzı sürmek için herhangi bir motivasyonu olmayan ve dikkat eksikliği yaşayan bir toplum meydana getirdi.

UYUŞTURUCULAR, İLAÇLAR:

İllegal uyuşturucular zaten beyni kör ediyor, bunlar bir tarafa; nerdeyse her insanın biraz farklı bir huyu için ilaç içirecekler.

Küresel güç odağı elitlerin hizmetindeki ilaç sektörü insanların beynine boca edercesine kullanılmak üzere beyin kimyasalları üretip duruyor.

Bunlar bağımlılık yapan herhangi bir madde olabilir, zihin kontrolcülerinin görevi sizin bir şeye bağımlı olmanızı sağlamaktır.

Modern zihin kontrol yöntemlerinin önemli bir kolu da psikiyatri üzerinden çalışıyor.

Batıdan sorgulanmadan ithal edilen psikiyatri yaklaşımları tüm insanları, potansiyellerine göre değil, hastalıklarına göre tanımlamayı ve doğru-yanlış hastalıklarla etiketlemeyi hedefler.

Tıp alanındaki, ilaç sektörü tiranlığının güç kazanmasıyla şimdi bu durum öyle aşırı boyutlara vardı ki, neredeyse herkesin bir çeşit rahatsızlığı var, ve nerdeyse herkese verilecek bir ilaç var, özellikle de herhangi bir otoriteyi sorgulayan kişilerin.

Ülkemizde de ilaç kullanımı maalesef alınan tedbirlere rağmen kontrolsüz.

Antidepresanlar reçetesiz satın alınabiliyor…

Beyin kimyasıyla oynamak ve gereksiz ilaç kullanımına mahkum etmek, bu yönüyle küresel güç odaklarına hizmet eden kar amaçlı ilaç sektörünün yürüttüğü bir yasal uyuşturucu faaliyeti denilse yerdir.

Kitlesel zihin kontrolüne hizmet eder, tepkisiz, uyuşturulmuş ve kimyasala bağımlı kalabalıklar…

ASKERİ DÜZEN:

Askeriyenin zihin kontrolünün test alanı olarak uzun bir geçmişi var.

Belki de askerler zihni en kolay şekle girebilen ve etkiye açık olan kişiler çünkü bu kişiler belli bir hiyerarşi ve kontrol içinde hareket ediyorlar ve kendilerine bir görev verildiğinde onu hiç sorgulamadan, tam bir itaat duygusu içinde yerine getirmeleri gerekiyor.

Otorite altındaki her kişi emre koşulsuz itaat eder.

Yani sorgulamadan direkt kabul eder, tam bir hipnoz halidir aslında bu.

15 Temmuz darbe girişiminde hiçbir şeyden haberi olmayan erlerin televizyonlardaki görüntülerini hatırlayın:

-Karşılarında halkı gördükleri halde hala kendini tatbikatta sananlar, sırf üstü emir verdiği için kendi halkına ateş açanlar, komutanın emrine uyduğunu sanarken ihanetin içine düşenler…

Askeri ortamlar sorgulamadan itaatin en keskin yaşandığı ortamlardır.

Bu anlamda askeri düzen bir nevi kurumsal zihin kontrolü, kurumsal hipnoz sistemiyle çalışır.

Bu yüzden askeriye gibi, güvenlikle ilgili hiyerarşik yapılar çok hassas.

Devletin bu yapıları ciddi bir stratejiyle oluşturması ve kontrol mekanizmalarını çok çevik hale getirmesi olmazsa olmaz bir durumdur.

ELEKTROMANYETİK SPEKTRUM:

Tv izleyen, bilgisayar karşısında oturan, elinde cep telefonu olan herkes elektromanyetik şiddete ve işgale maruz kalıyor.

Hepimiz günlük hayatta işimize yarayan modern cihazların kullanımı nedeniyle elektromanyetik dalgalar tarafından kuşatılmış durumdayız ve bu dalgaların da direkt olarak beyin fonksiyonları üzerinde bir etkisi olduğu bilimsel araştırmalarca kanıtlanmış durumda.

Saatlerce elektronik cihazlardan yayılan elektromanyetik dalgalara maruz kalanların zihinsel işleyişi hayatın akışı içinden çıkıp sanal bir zemine oturuyor, küntleşen zombi beyinlere dönüşüyor uzunca süreler elektronik şiddete maruz kalanlar.

Günlük hayattaki bu durumun dışında; neler olabileceğinin dolaylı bir işareti olarak, bir araştırmacı, beyne bağladığı kablolarla beynin elektromanyetik alanını değiştirerek beyinde bazı görüntülerin canlanmasını sağlayabiliyor.

İçinde yaşadığımız modern dünyada zihne sirayet eden birçok yönteme ek olarak, cihazlar üzerinden zihin-değiştirici dalgalarla da kuşatılmış durumdayız.

Mesela baz istasyonları gelecekte insanların zihinlerine direkt etki etmek amacıyla da kullanılabilir.

TELEVİZYON VE BİLGİSAYAR:

Uzaktan kumandayla erişebildiğiniz TV’de programlanan her şeyin belli bir mühendislik hesabı içinde hazırlanmış olması bile yeterince kötü.

Televizyon tam bir hipnoz kutusudur ve kitleleri programlarıyla, reklamlarıyla bir tüketim nesnesine ve evcil sürülere dönüştürür.

Kitle hipnozunun en önemli araçlarındandır.

TV öyle bir şey ki sizi gerçek manada uyutuyor ve böylelikle psiko-sosyal bir silah haline geliyor.

Evet televizyon psiko-sosyal bir silahtır ve programları oluşturanlara hizmet eder. Bilgisayarların video oyunları ve sosyal ağlar yoluyla insan beynini sürekli bilgi bombardımanına tutması kişilerde bir nevi dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna sebep oluyor.

Video oyunları üzerine yapılan bir araştırma uzun saatler bu oyunları oynamanın beyne giden kan akışını azalttığı ve duygusal kontrolü zor hale getirdiğini gösteriyor.

Dahası, gerçek hayattaki savaşa benzeyen oyunlar ya da polislik oyunları kişinin gerçeklikle bağının kopmasına sebep oluyor.

NANOBOTLAR:

Bilim kurgu filmlerindeki nanobotlar yolda.

Beyne direkt müdahaleyi amaçlayan bu sistemler, zaten noro-mühendislik adı altında pazarlanıyor.

Bu yolla direkt beyin kontrolü biraz karmaşık ve henüz kanıtlanmamış olsa da bu bir kere başarıldığında, mesela mutsuz bir insanı bir düğmeye basarak anında mutlu etmek mümkün olacak.

Nanobotlar bu süreci beyindeki molekülleri tek tek sararak otomatik bir düzleme taşıyorlar. Daha da kötüsü, bu minik akıllı robotlar kendi kendilerini kopyalayabiliyor.

İnsan sormadan edemiyor bu cin bir kez lambadan çıktığında tekrar oraya nasıl konabilecek? Nanobotların muhtemel kullanıma girme tarihi, 2020’nin ilk yılları olarak öngörülüyor.

***********************************************************************************

http://amfiweb.net/algi-yonetimi-ve-zihin-kontrolunun-10-temel-teknigi


CADILAR BAYRAMI?

.   BİR GÜN CUMHURİYET, BİR HAFTA CADILAR .   Bir günlüğüne Cumhuriyet. .   Yalnızca bir gün. Bayraklarımızı çıkarıyoruz, şiirlerimizi okuyo...