26 Kasım 2020 Perşembe

Yalan İle İlgili Ayetler

 Yalan İle İlgili Ayetler

-   Yalan kelimesinin Arapça karşılığı olan kezib (kizb) eski sözlüklerde “doğruluğun (sıdk) karşıtı, bir konuda gerçeğe aykırı haber veya bilgi vermek, söz vâkıaya uygun olmamak” diye tanımlanır. 

-   Kur’ân-ı Kerîm’de kezib ve türevleri 280 yerde geçmektedir ve bunların çoğu “bir şeyi yalana nisbet etmek” anlamında tekzîb masdarından türeyen fiil ve isimlerdir.

-   Esasen kişiyle ilgili olan tekzîb “kişinin yalancı olduğunu ileri sürme, onu yalancılıkla suçlama”, olay ve haberle ilgili olan ise “onu yalan sayma” mânasına gelir ve bu yönüyle inkârla örtüşür.

-   Kur’an’da, genellikle eski peygamberlerin inkârcı kavimlerinin ve putperest Araplar’ın Allah’ın dini, peygamberi ve kitapları, kıyamet, âhiret, uhrevî yargılama ve adalet, cehennem ve azap, Allah’ın nimetleri, hakikat ve doğruluk gibi genelde imana ilişkin konulardaki yalanlayıcı, reddedici tutumlarıyla bunun kendileri için doğuracağı zararlar anlatılır.

-   Kezib kelimesi de âyetlerde otuz üç yerde geçer; bunların çoğunda “uydurma, yakıştırma” anlamındaki iftira kavramıyla birlikte “Allah hakkında yalan uydurma, O’nun birliği, aşkınlığı ve yetkinliğiyle bağdaşmayan iddialar ileri sürme” mânasında kullanılır

-   Kezibin üç defa tekrar edildiği Nahl sûresinin 116. âyetinde insanların sorumsuzca yalan konuşarak yiyecekler hakkında, “Şu helâldir, bu haramdır” demeleri “Allah hakkında yalan uydurmak, Allah adına doğru olmayan hükümler üretmek” şeklinde değerlendirilmiştir. (Bak::* Bağlantı ..)

·         Yalan ne demektir?

·         İnsan neden yalan söyleme isteği duyar?

·         Kuran'da geçen yalan ve yalan söylemek ile ilgili ayetler hangileri?

·         Yalan ile ilgili hadisi şerifler neler?

Yalan, kişinin gerçeği saklayıp bildiğinin aksini söylemesidir.

Yalancılık çok çirkin bir huydur.

Dinimiz yalanı haram kılmış ve şiddetle yasaklamıştır.

Yalan rûhî bir hastalıktır, müslümanların kendilerini bundan korumaları gerekir.

Çocuklar daha küçükken doğru sözlülüğe alıştırılmalı, yalanın zararları kendilerine anlatılmalıdır.

İmandan sonra en güzel haslet doğruluktur.

Doğruluk ulvi bir sıfat, bunun karşıtı olarak yalancılık da çok kötü bir huydur.

Yalan insan vicdanını tahrip eden, kendisine ve topluma saygısını yok eden çirkin bir davranıştır ve günahtır. 

Mümin yalan konuşmaz.

Zira mümin güvenilir kimse demektir.

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de yalanı ve yalancılığı yasaklamış bunun zararlarına işaret etmiştir.

YALAN İLE İLGİLİ AYETLER

Ankebut Suresi, 68. ayet: 

"Allah hakkında yalan uydurup iftira edenlerden veya kendisine hak geldiği zaman onu yalan sayandan daha zalim kimdir? İnkar edenlere cehennem içinde bir konaklama yeri mi yok?"

Bakara Suresi, 10. ayet: 

"Kalplerinde hastalık vardır.

Allah da hastalıklarını arttırmıştır.

Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır."

Hac Suresi, 30. ayet: 

"İşte böyle; kim Allah'ın haram kıldıklarını (gözetip hükümlerini) yüceltirse, Rabbinin Katında kendisi için hayırlıdır.

Size (haklarında yasaklar) okunanlar dışındaki hayvanlar helal kılındı.

Öyleyse iğrenç bir pislik olan putlardan kaçının, yalan söz söylemekten de kaçının."

Saff Suresi, 2. ayet: 

"Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz?"

Saff Suresi, 3. ayet: 

"Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah Katında bir gazab (konusu olması) bakımından büyüdü (büyük bir suç teşkil etti)."

Nur Suresi, 11. ayet: 

"Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır.

Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır.

Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise büyük bir azap vardır."

Nur Suresi, 12. ayet:

"Onu işittiğiniz zaman, erkek mü'minler ile kadın mü'minlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup:

"Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür" demeleri gerekmez miydi?"

Enbiya Suresi, 77. ayet: 

"Ve ayetlerimizi yalanlayan kavimden 'ona yardım edip-öcünü aldık'. Şüphesiz onlar, kötü bir kavimdi, Biz de onların tümünü suya batırıp boğduk."

Nisa Suresi, 112. ayet: 

"Kim bir hata veya günah kazanır da sonra bunu bir suçsuza yüklerse, gerçekten o, böyle bir yalan (bühtan)ı ve apaçık bir günahı yüklenmiştir.

En'am Suresi, 39. ayet: 

"izim ayetlerimizi yalan sayanlar karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah, kimi dilerse onu şaşırtıp-saptırır, kimi dilerse de onu dosdoğru yol üzerinde kılar.

Araf Suresi, 37. ayet: 

Öyleyse, Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kimdir?

Kitaptan kendilerine bir pay erişecek olanlar bunlardır.

Nihayet elçilerimiz, hayatlarına son vermek üzere kendilerine gittiklerinde onlara diyecekler ki:

"Allah'tan başka taptıklarınız nerede?"

"Onlar bizi (yüzüstü) bırakıp-kayboldular" diyecekler.

(Böylelikle) Bunlar, gerçekten kafirler olduklarına kendi aleyhlerinde şehadet ettiler.

Araf Suresi, 64. ayet: 

Onu yalanladılar.

Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk.

Çünkü onlar kör bir kavimdi.

Araf Suresi, 147. ayet: 

Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlar, onların amelleri boşa çıkmıştır.

Onlar yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı?

Araf Suresi, 182. ayet: 

Ayetlerimizi yalanlayanları ise, onları bilmeyecekleri bir yönden derece derece (günahları yükletip azaba) yaklaştıracağız.

Şuara Suresi, 223. ayet: 

Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler.

Mürselat Suresi, 37. ayet: 

O gün, yalanlayanların vay haline.

Buruc Suresi, 19. ayet: 

Hayır; inkar edenler, (kesintisiz) bir yalanlama içindedirler.

Cin Suresi, 5. ayet: 

"Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah'a karşı asla yalan söylemeyeceklerini sanmıştık."

Ma'un Suresi, 1. ayet: 

Dini yalanlayanı gördün mü?

Nisa Suresi, 50. ayet: 

Allah'a karşı nasıl yalan uyduruyorlar, bir bak. Bu, apaçık bir günah olarak yeter.

En'am Suresi, 49. ayet: 

Ayetlerimizi yalanlayanlara, fıska sapmalarından dolayı azap dokunacaktır.

En'am Suresi, 116. ayet: 

Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar.

Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler.'

Mutaffifin Suresi, 10. ayet: 

O gün, yalanlayanların vay haline.

Ahzab, 33/70-71: 

Ey iman edenler!

Allah’tan sakının ve doğru söz söyleyin.

Böyle davranırsanız, Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar.

Kim Allah ve Resulüne itaat ederse, büyük bir kurtuluşa ermiş olur.

Furkan, 25/72: 

Onlar, yalana şahitlik etmeyen, faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip gidenlerdir.

Yalan, insanların birbirine düşmesine, toplumdaki ahengin bozulmasına sebep olduğu için, çok çirkin bir fiil olarak kabul edilmiştir.

Dinimiz, yalan söylemeyi haram kılmış, dünyada da ahirette de huzur, mutluluk ve kurtuluşun doğru söylemekte olduğunu bildirmiştir.

Atalarımız: “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” derken önemli bir gerçeğe işaret etmişlerdir.

Yalan, sahibini utandırır, rezil eder.

Kişinin yalancı olduğu bir kere anlaşıldı mı, söylediği doğru sözlere de inanılmaz.

 

https://www.islamveihsan.com/yalan-ile-ilgili-ayet-ve-hadisler.html

*  https://islamansiklopedisi.org.tr/yalan

** https://kuranfihristi.net/ayetleri/yalan

                                               Derleme: 26.11.2020 / Gönen Çıbıkcı_____________________


 

 

25 Kasım 2020 Çarşamba

KADINA YÖNELİK ŞİDDET

 ___ KADINA YÖNELİK ŞİDDET ___

·        Şiddet, bir hareketin bir gücün derecesi, yeğinlik, sertlik; karşıt görüşte olanlara, inandırma veya uzlaştırma yerine kaba kuvvet kullanma; duygu ve davranışta aşırılık anlamlarına gelmektedir.

·        Şiddet göstermek ise, kaba, sert davranmaktır.

·        Şiddet davranışı, içine sadece fiziksel içerikli şiddeti değil, sözel ve psikolojik tacizi de içeren davranışlar ile birine bilerek rahatsızlık veya fiziki olarak zarar vermeyi de almaktadır.

·        Günümüzde etkisini arttırarak varlığını hissettiren şiddet birçok sosyal bilimcinin araştırma konusu olmuştur.

·        Dünyada şiddet hakkında çok çeşitli araştırmalar yapılmasına rağmen, şu ana kadar somut bir çözüm bulunamayan karmaşık bir problem olması nedeniyle araştırmacılar için yoğun bir ilgi odağıdır.

·        Uzmanlar şiddetin kaynağını farklı nedenler etrafında toplarlar.

·        Bazıları şiddeti içgüdüsel, bazıları ise şiddetin niteliğini toplumsal olarak kabul ederler.

·        Bu çalışmada, şiddetin nedenleri, ulaştığı sosyal boyut ve çocuklar gençler ve yetişkinler üzerindeki etkileri üzerinde durulmuştur.

·        Kadına yönelik şiddet yaygın bir toplumsal sorundur.

·        Şiddetin en yaygın görülen biçimi erkeğin kadına ve çocuğa karşı uyguladığı aile içi şiddettir.

·        Ülkemizde kadına yönelik şiddet üzerine yapılan araştırmalara baktığımızda, kadına yönelik şiddetin yaygınlığını, kadının şiddet karşısındaki çaresiz kalışını ve şiddete uğrayan kadının nasıl yardım alması gerektiği konularında bilgisizliğini görmekteyiz.

·        Şiddet ortaya çıkış şekli ve uygulanışı bakımından evrensel bir özellik taşımaktadır.

·        Toplum içinde yaşayan bireyler hukuk karşısında eşittir.

·        İnsanların bir arada yaşamasını sağlayan bir dizi kurallar vardır.

·        Bu kurallar hukuk kuralları, ahlak kuralları, din kuralları gibi sosyal normlar etrafında birleşir.

·        Bu kurallar olmasına rağmen insanlar arasındaki rekabet, çatışma ve çekişme ya da bireylerin psikolojik durumları şiddetin ortaya çıkmasına yol açmaktadır.

·        Şiddet geçmişten günümüze farklı düzeylerde ve şekillerde devam eden bir olgudur.

·        Şiddetten en çok etkilenen kişiler kadınlar ve çocuklar olmaktadır.

·        Günümüzde hem Türkiye’de hem de Dünya’da şiddet ve kadına yönelik şiddet en çok yaşanan sosyal sorunların başında gelmektedir.

·        İnsanlık tarihiyle birlikte ortaya çıkmış olan şiddet birçok bireysel ve toplumsal öğe ile birlikte karmaşık bir yapı ortaya koymaktadır.

·        Bu nedenle şiddet olgusunu tanımlamak ve ortaya çıkarmak da kolay olmamaktadır.

·        Şiddet zamana ve topluma göre değişen küresel düzeyde bir olgudur.

·        Şiddetin temelinde yatan saldırganlık dürtüsü toplumsallaşma süreci içinde öğrenilebilmektedir.

·        Kendini çok farklı biçimlerde gösterebilen şiddet olgusu; gerek bireysel gerekse toplumsal boyutta sık sık karşılaşabileceğimiz bir olgudur.

·        Şiddetin geçerli ve herkes tarafından kabul edilebilecek bir tanımının yapılması ve hangi davranışların şiddet olarak tanımlanacağı günümüzde son derece tartışmalı bir konudur.

·        Etimolojik yönden, şiddet sözcüğü Türkçe ’ye Arapça ‘dan geçmiştir. Şiddet; “sertlik, sert ve kaba davranış, kaba kuvvet kullanma” anlamındadır.

·        Psikologlar şiddete yol açan saldırganlığı insanın temel özellikleri arasında görmektedirler.

·        Freud’a göre insanın iki temel içgüdüsü vardır:

-         Biri cinsellik, diğeri saldırganlıktır.

·        İnsan tabiatındaki bu temel içgüdülerin kullanılma biçim ve niteliği insanın gördüğü eğitime bağlı olarak değişir

·        Şiddetin en normal hastalıksız biçimi oyunda ortaya çıkmaktadır.

·        Engellemelerin ortaya çıkardığı gerginlik de bir şiddet vesilesidir.

·        Herhangi bir istekleri veya gereksinmeleri engellendiği zaman hayvanlarda, çocuklarda ve ergenlerde saldırgan davranışlar görülür.

·        Bu açıdan bakıldığında şiddet, insandaki iki temel duygudan birinin kapsamına girer ki, bu duygulardan bir tanesi cinsellik, diğeri saldırganlıktır.

·        İnsan kendini sözlü olarak ifade edemiyorsa, o zaman ortaya şiddet çıkar.

·        Kadın, duygu ve düşüncelerini sözle ifade etmeye daha yatkındır.

·        Bir sorun yaşadığında hislerini kolayca anlatabilir.

·        Fakat erkeğin bu konudaki eğilimi, çok gelişkin değildir.

·        Böyle olunca da, erkek öfke birikimini şiddet şeklinde ifade etme yoluna başvurur.

·        Şiddet olgusunun en yoğun görülen biçimlerinden birisi “saldırgan” davranış biçimidir ve bu boyutuyla şiddet; bir nesne ya da kişiye doğru yönlendirilmiş, yönlendirilişi veya yönlendiriliş biçimi kişinin istemediği ve o kişiyi tahrik edici, yıpratıcı bir eylemi ifade etmektedir.

·        Bu bağlamda fiziksel olduğu kadar fiziksel olmayan kimi sözlü davranışlar da şiddet tanımının unsurları kapsamına girmektedir.

·        Şiddet ile bağlantılı olarak bu noktada saldırganlık, zorlayıcı ve tecavüzkar davranışların bir bütünü olarak tanımlanmaktadır.

·        Kişinin canını acıtmak, yaralamak, öldürmek, mala zarar vermek amacıyla güç kullanmak; yasaya aykırı fiziki güç kullanmak; yasaya aykırı bir hedefe varmak için şiddet kullanmak ya da şiddet kullanma tehdidinde bulunmak; genelde kabul gören yasa ve ahlak ilkelerine aykırı biçimde fiziksel yok etme, gereksiz yere kırma, yok etme eylemleri; toplumsal ilişkilerde kabul edilebilirlik sınırlarını aşan zorlama eylemidir.

·        Kadına yönelik şiddet, temel hakların ve özgürlüklerinin ihlali olup, kadınlar ve erkekler arasındaki eşit olmayan güç ilişkilerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan önemli bir sorundur.

·        Toplumsal değer sisteminde aile bütünlüğünün güvenliği ve üstünlüğüne inanç açısından bu sorunun objektif olarak irdelenebilmesi güçleşmektedir.

·        Çünkü kadına yönelik aile içi şiddet özel alanda meydana geldiği için çoğu zaman gizli tutulmakta, bu nedenle boyutlarının tespiti son derece güç olmaktadır.

·        Gerçekte bütün şiddet olaylarında kadın ile erkek arasında erkek lehine bir güç dengesizliği söz konusudur.

·        Kadının aile ortamındaki eşitsizliğe dayanan konumu ve ev içindeki emeğinin değersizliği, ataerkil toplum yapısı içinde belirlenen güç ve iktidar ilişkileri çerçevesinde kendinden güçlü konumda olan kocasının onun üzerindeki gücünün bir göstergesi olarak sergilediği şiddete maruz kalmasına yol açmaktadır.

·        Kadına yönelik şiddet, kadının fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan hareketlerdir.

·        Kadına yönelik şiddet, kadınların yaşama, sağlık ve beslenme, eğitim, gelişme, toplumsal ve ekonomik yaşama katılım gibi temel insan haklarını ve özgürlüklerini ihlal eden önemli bir toplumsal sorundur.

·        Kadını baskı altında tutmayı ve kadın üzerinde üstünlük kurmayı amaçlayan toplumsal cinsiyet temelli şiddet, erkek egemen toplumsal yapının etkisiyle oluşmakta ve toplum tarafından görülebilmektedir.

·        Kadınların eğitime, ücretli iş gücüne ve karar mekanizmalarına katılımı konusunda yaşadığı eşitsizlik, ekonomik ve toplumsal kaynaklara ulaşmalarını olumsuz yönde etkilemektedir.

·        Kadınları şiddete karşı savunmasız hale getiren toplumsal koşullar, kadını güçsüz erkeği ise güçlü ve iktidar sahibi olarak konumlandırır.

·        Erkeğin kadından üstün olarak görüldüğü toplumsal cinsiyet düzeninde şiddet, erkeğin kadın üzerindeki iktidarını sürdürmesini sağlayan şiddet, eşitsiz toplumsal cinsiyet ilişkilerinin devamı için kullanılabilmektedir.

·        Şiddet, herkese yönelir ancak özellikle kadınları ve kız çocuklarını etkiler.

·        Fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik, sosyokültürel biçimlerde gerçekleşebilir.

·        Genel olarak şiddet uygulayanlar aile üyeleri, partnerler, topluluk üyeleri, kültür din devlet ya da devlet kurumları adına hareket edenlerin aldırmazlık ve göz ardı etmelerine bağlı olarak ortaya çıkabilir.

·        Kadına yönelik şiddet bağlamında, fiziksel şiddetin yanı sıra sözel, ekonomik ve cinsel şiddet eylemleri de göz önünde bulundurulmaktadır.

·        Şiddetin toplumsal bir olgudur ve aynı zamanda bütün toplumlarda görülen bir olgu olması bakımından da evrenseldir.

·        Şiddet olgusu tek bir nedene bağlı olarak açıklanamayan çok karmaşık bir olgudur.

·        Bu yüzden de farklı bilim alanlarının konusudur.

·        Ancak toplumun aldığı hal; sosyal ve kültürel yozlaşma ortamı, beraberinde kişilerde genellikle öfke, suçluluk ve savunma tepkileri geliştirmektedir.

·        Uzamış ve süreğenleşmiş stresli hayata bağlı olarak ise reaktif depresyon, ilgisizlik, sosyal çekilme, azalmış üretkenlik gibi belirtiler ortaya çıkmaktadır.

·        Toplumsal hayatın en önemli sorunu şiddettir.

·        Şiddete ait haberler artık kanıksanmış, eğer çok vahşi veya değişik değilse medyada kendine yer bile bulamaz hale gelmiştir.

·        Çünkü şiddete karşı duyarsızlaşmış olan toplum, bu tür haberlere ilgi göstermemektedir.

·        Şiddet eğer yakınlarımıza karşı değilse, yanı başımızda olsa bile bizi çokta etkilememektedir.

·        Kadın çoğu zaman baskı altında kalmakta tacize, tecavüze, şiddete, ayrımcılığa maruz kalabilmektedir.

·        Geçmişte kadını sadece bir doğurganlık aracı olarak gören düşünce yapısı bugün de hâkimiyetini devam ettirmektedir.

·        Kadının çocuk büyütmesi onu kamusal alandan dışlamıştır.

·        İş hayatına katılamayan kadın saygınlığını da zamanla yitirmiştir.

·        Bu bağlamda, devlet, yerel yönetimler ve iş çevreleri elbirliği ile ülkemizdeki istihdam sorununu çözmek gerekir.

·        Çünkü insanın yaşadığı birçok problemin kaynağı işsizlik ya da ekonomik yetersizliklerdir.

·        Bu durum bireylerde stres, kaygı durumlarının yaşanmasına bununla birlikte bireylerin saldırgan davranışlar ortaya koymasına yol açmaktadır.

·        Cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldıracak şekilde bireyler kendi yetenekleri ve ilgili duydukları alanlarda yetiştirilmelidir.

·        Kadınları ve erkekleri at başı yarıştırmak ve ezmek yerine, onların cinsiyet özelliklerine uygun rolleri gerçekleştirmelerine imkân tanımak ve hayatın yükünü paylaştırmak, kanaatimizce daha doğru olacaktır.

·        Bu durum cinsler arasında nispi bir eşitliği sağlayacağı gibi, dünyayı değiştirmek ve dönüştürmek için de insanlara önemli bir güç kazandıracaktır.

·        Kadına yönelik şiddetin önlenebilmesi ya da en aza indirgenebilmesi için aşağıdaki öneriler önem arz etmektedir:

- Kadına yönelik şiddet bir toplumsal yapı problemidir.

Bu problemin engellenmesi ya da çözüme kavuşabilmesi için toplumsal kurumlar iş birliği içerisinde çalışmalıdır.

- “Kadın erkek eşitliği” sağlanmadan kadına yönelik şiddetle mücadelede başarılı olunamaz.

- Kadına yönelik şiddet toplumda yaşayan bütün insanların sorunudur.

- Kadının eğitim, ekonomi ve siyasal katılım alanlarında güçlendirilmesi gerektiğine ve bu alanlarda yaşadığı ayrımcılığın ortadan kaldırılmasının kadına yönelik şiddetin önlenmesinde çok önemli bir rolü bulunmaktadır.

- Kadının çalışma hayatına katılması ve ekonomik anlamda bir gelirinin olması şiddetle mücadelede önemli bir unsurdur.

- Türkiye’de halen hizmet veren sığınma evi ve kadın danışma merkezleri sayısının ve niteliğinin yetersiz olduğuna ve bu sayının acilen artırılması gerekmektedir.

- Şiddet konusunda farkındalık yaratabilmek adına eğitim programları düzenlenmeli, görsel ve yazılı medyada kadına yönelik şiddetle ilgili programlara yer verilmelidir.

- Toplumsal cinsiyet rolleri aktarılırken kadını özel alana dâhil edecek geleneksel rollere yönelik söylemlerden kaçınılmalıdır.

- Yerel yönetimler tarafından kadınlara istihdam olanaklarının yaratılmasına,

- Ders kitaplarında kadına yönelik şiddet ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığı konusunda bilgilerin verilmelidir ve toplumsal cinsiyet rollerini ve kadına yönelik şiddeti pekiştiren unsurların kitaplardan çıkarılmalıdır.

- Cinsiyet ayrımcılığını engellemeye yönelik gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı ayrımcılığı caydırıcı bir takım tedbirler alınmalıdır.

               Derleme 25.11.2020  Gönen Çıbıkcı

_________________________________________________________________

KAYNAK:

https:// dergipark.org.tr/ en/download/ article-file/ 184934

Yrd. Doç. Dr. İbrahim Akkaş

Erzincan Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü

Doç. Dr. Zeki Uyanık

Erzincan Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü


 

23 Kasım 2020 Pazartesi

İrade ve Bilincimiz Ne Derece Özgür?

 İrade ve Bilincimiz Ne Derece Özgür?

İnsanlık olarak merak ettiğimiz konulardan birisi de özgür iradeye sahip olup olmadığımızdır.

Bilinçli varlıklar olduğumuzdan -ya da kendimizi öyle bilmek istememizden- dolayı herhalde pek çoğumuz özgür bir iradeye sahip olmak ister.

İnsanlık olarak merak ettiğimiz konulardan birisi de özgür iradeye sahip olup olmadığımızdır. Bilinçli varlıklar olduğumuzdan -ya da kendimizi öyle bilmek istememizden- dolayı herhalde pek çoğumuz özgür bir iradeye sahip olmak ister. En azından böyle bir yetisinin olduğunu düşünmek ister.

İşin düşünce ve tasavvur kısmına girmeden önce bu tartışmanın tarihsel gelişimini incelesek daha yerinde olacağına inanıyorum.

Tarihçe

İrade ve rastgelelik hakkında ilk kayıtlı düşüncelere Antik Yunan’da rastlamaktayız. M.Ö. 7 ve 8. yüzyıllarda Herakleitos ve Leucippus gibi filozofların bu konuda fikirlerine ulaşmak mümkündür.

Konuyla bir bütünlük oluşturmak için Herakleitos’un Logos’unu açıklamak doğru olacaktır.

Herakleitos’un varlık anlayışının temelinde yer alan ve başka bir dile çevrilemeyen logos sözcüğü; söz, düşünme, akıl, oran, ölçü gibi çok anlamlı bir sözcüktür. Logos, adeta evrendeki her olguyu kuran ve hareketini sağlayan ussal bir ilkedir. Herakleitos’a göre logos, evreni oluşturup yürütürken belirli mantıksal ve nedensel ilişkilerle aynı zamanda zıtlıklarla çalışıyordu. Bu anlamı ile Logos, rastlantısallığın ve gelişigüzelliğin tam olarak karşıtıdır.

Herakleitos, tam anlamı ile bireysel iradeden bahsetmiş olmasa da ussal bir irade ve determinizmden konu açarak girizgahı yapmıştır.

Peki, lise felsefe dersinden aşina olduğumuz “determinizm” nedir?

Determinizm, evreninin işleyişinin, evrende gerçekleşen olayların çeşitli bilimsel yasalarla -örneğin fizik yasaları ile- belirlenmiş olduğunu ve bu belirlenmiş olayların gerçekleşmelerinin zorunlu olduğunu öne süren öğretidir.

Daha sonraları Roma İmparatorluğu’nun devrinde felsefeye damgasını vurmuş olan fizikalist ve determinist Stoacı düşünce tarzı da elbette irade hakkında birkaç şey söylemiştir. (1)

Stoacılar’ın koyu deterministler olduğunu söyleyebiliriz.

Bu öyle bir determinizmdi ki evren yok olup gitse ve yeniden bir evren oluşsa biz insanlar; yaptığımız seçimleri, doğruları ve yanlışları aynen tekrarlayacaktık.

Bu yönüyle Stoacı düşüncenin özgür bir iradeyi kesinlikle kabul etmediğini söyleyebiliriz.

Stoacı düşünceye bir anlamda zıt olan Epikuros ise evrende her olayda olduğu gibi bir düşünceye -her ne kadar zayıf olsa da- anti tez getirerek konuyu iyice dallanıp budaklandırmıştır.

Epikuros, öncülerinden farklı olarak irade kavramını fizik kurallarına bağlamaya çalışmıştır.

Atomların durağan olmadığını, sürekli olarak farklı yönlere akıp gittiğini söylemiştir.

Ona göre bu durum, evrende “tahmin edilemez ama seçilebilir birtakım olayların” olmasını sağlıyordu. Kendi sözleri ile açıklamak gerekirse:

“Bazı olaylar tanrının belirlediği değişmez yazgıyla, bazıları kontrol dışı gerçekleşen rastlantılarla, bazıları da bizim irademizle gerçekleşir. Kural insan için bir hapishanedir. Çünkü insanı hapseder ve onun özgürlüğünü elinden alır.

Epikuros bu söylemlerinden dolayı çok ağır eleştirilere maruz kalmıştır. Çünkü eleştirenlere göre atomların sapması bir iradei eyleme değil, öngörülemezliğe neden olmaktadır. Bu da canlıların iradesini açıklamakta yetersiz kalmaktadır.

Modern Görüş

Felsefenin bana göre belki de en güzel yanı, üzerinden binlerce sene geçmesine rağmen sorulan soruların güncel kalmasıdır.

Bu özelliği sayesinde Antik Yunan’da bile fazlasıyla işlenen bir konuya Yeni Çağ’da rastlayabiliyoruz.

Bu kısımda ilk olarak Spinoza‘ya değinmek istiyorum. Nitekim kendisi 17. yüzyıl felsefesinin en değerli ve anlaşılamamış filozoflarından biridir.

Spinoza, her tür tasarım ve iradeye dayalı kararın zorunlulukla kendisinden önce gelen bir olaya dayandığı fikrinden hareket eder. 

Bu şekilde yaklaşılınca istenç ve irade özgürlüğü olarak adlandırılan özgürlüğün reddedilmesi ortaya çıkar. Özgürlüğü bir yanılsama dahası bir fantezi sayar.

Buna sebep olanın, eylemlerimizin ve etkinliklerimizin nedenlerini bilmememiz olduğunu söyler.

Örnek olarak bir nehir düşünebiliriz. Bu nehir eğer ki düşünebiliyor ve karara varabiliyor olsaydı aşağı doğru akma eylemini “kendisinin verdiği bir karar” neticesinde gerçekleştirdiğini söyleyebilirdi. Fakat aslında durum böyle değildir. Nehrin karar verebilme yetisi kendi kendini kandırmasından başka bir şey değildir.

-  İnsana uyarlarsak karar verme durumu bir özgürlük değildir. Çünkü Spinoza’ya göre verdiğimiz her karar hafızamız ve tecrübelerimizin etkisi altındadır ve hafızaya hakimiyetimiz neredeyse yok denecek kadar azdır.

Sonuç olarak onun için özgürlükinsanın kendi doğasında mevcut olan zorunluluklara uyması durumudur.

İrade ve ahlak konusunda bir filozofa daha değinip işin bilimsel ve düşünce kısmına giriş yapmak istiyorum.

Ludwig Josef Johann Wittgenstein, ölümünden sonra yayımlanan “Felsefi Soruşturmalar” isimli yapıtında ahlak felsefesine değinmiş ve dolayısıyla irade üzerine akıl yürütmeler gerçekleştirmiştir.(5)

Onu farklılaştıran düşünce şuydu: 

-      “Arzuladığımız her şey meydana da gelse, yine de bu, sözün gelişi, sadece talihin bize bahşettiği bir lütuf olabilir. Benim herhangi bir şeyi isteyip yapabilmem, pek çok şeyin, benim elimde olmayan pek çok şeyin gerçekleşmesine bağlıdır: Nöronların uyarımları iletmesine, kasların kasılmasına, bir sürü dışsal şartın yerine gelmesine vb. Bunların hepsinin olması ve benim dünyada bir şeyi yapmam, irademi aşan bir durumdur. Bu durumda, bana ait olan tek eylemim, benim bir şeyi istememdir.” (2)

Görülebileceği üzere “Özgür irade mevcut mudur?” sorusu, artık sadece felsefenin değil sinirbilimin de etki alanında yaşamaktadır.

Bilim Ne Diyor?

Felsefenin sistematik bir uğraş olduğu yadsınamaz bir gerçek. Fakat olayı daha objektif hale getirmemiz, somut verilere ulaşıp -en azından ulaşma yolunu belirleyip- iddiaları analitik ve rasyonel bir biçime büründürmemiz gerektiğini düşünüyorum.

“Özgür” kişiyi tanımlamamız, tuttuğumuz yol için kritik bir öneme sahiptir. TDK’ye göre özgür, kendi kendine hareket etme, davranma, karar verme gücü olan kişi anlamına gelmektedir. Fakat işe bilimsel ve felsefi açıdan bakarsak bu tanımlamanın yeterince doğru olmadığını düşünüyorum. Nitekim “kendi kendine hareket etme” aksiyonu fazlasıyla muğlaktır. (3)

“Böyle söylememin sebebi olarak şu anekdotu inceleyebiliriz:

-   Los Angeles’taki Kaliforniya Üniversitesi’nde beyin cerrahı olan Itzhak Fried, sara hastalarının beyinlerine her birinde saç teli inceliğinde elektrotlar bulunan birkaç algılayıcı yerleştirdi. Hastalar, şiddetli sara nöbetlerinin nedenlerini anlama amaçlı birer ameliyat geçiriyorlardı ve bu işlem sırasında bu deneye katılmaya da razı olmuşlardı. Duyargalar yerleştirildikten sonra ameliyat esnasında bilinci açık durumda bulunan hastalardan kendi seçtikleri bir zamanda bir düğmeye basmaları ve bunu hareketi gerçekleştirmek için ilk dürtüyü ne zaman hissettiklerini de belirtmeleri istendi.

Sonrasında, deneyin sonuçları Harvard Tıp Fakültesi ve Boston Çocuk Hastanesi’nden sinirbilimci Gabriel Kreiman tarafından inceledi. Kreiman, 12 hastadan ameliyatı esnasında elde edilen verileri incelediğinde beynin hareketle ilgili motor ön destek bölgesinde ve motivasyon ve dikkat ile ilintili ön singulatta bildirilen dürtülerden yüzlerce milisaniye ile birkaç saniye öncesinde tek başına ateşlenen nöronları fark etti. Yani sinirler, gerçekten de kişinin bir kararı almasından çok önce, o kararla ilgili ateşlenmiş oluyordu. Bu, bilim açısından şu anlama geliyor: özgür iradeyle oluşturulduğu sanılan bir kararın, aslında bilinçaltı tarafından ateşlendiğinin ilk sinirbilimsel ve somut ölçümüydü. “(4)

Bu durum “özgür” olma tanımına pek uymadığı gibi aslında verdiğimizi sandığımız kararlar karşısında sadece bir izleyici olup olmadığımız konusunda kafalarımızda soru işaretleri oluşturmaktadır.

Başka bir örnek olarak José Manuel Rodríguez Delgado isimli İspanyol bir sinirbilimcinin 1950’li yıllarda gerçekleştirdiği bir dizi deneyi gösterebiliriz. Delgado, kendisinin geliştirdiği ve üzerinde elektrotlar bulunan stimoceiver adlı bir cihaz kullanarak hastaların beyin sinyallerini taklit etmeyi başarmıştır. (5)

 “Radyo Stimülasyonu, dört hastada amigdala ve hipokampusta farklı noktaların uyarılması ile hoş duyumlar, sevinç, derin, düşünceli konsantrasyon, garip duygular, rahatlama, renkli vizyonlar ve diğer tepkiler dahil olmak üzere çeşitli etkiler yarattı.”

Aynı yolla deney hayvanları üzerinde değişik tepkiler oluşturabilen Delgado, son olarak psikiyatrik bozuklukları olan hastalar üzerinde bu cihazı kullanarak semptomlara özgü tedaviler geliştirebileceğini iddia etmiş ve bunları raporlamıştır.(9)

İlgili Hastalıklar

Tabii ki irademizin varlığını sorgulamamızı sağlayan tek etkenler dış etkenler değil.

Karar verme yetimizi kısıtlayan veya yanıltan hastalıklar da mevcut.

Bunlara örnek vermek gerekirse; Alien Hand Syndrome, Şizofreni, Epilepsi ve Tourette Sendromu diyebiliriz.

Tartışma ve Sonuçlar

Hepimiz bir şekilde hayatımızın neredeyse her alanında çeşitli seçimlerle karşı karşıya kalıyoruz.

.... Eğer “Mr. Nobody”, “Truman Show”, “The Matrix” gibi filmleri izlediyseniz kararlarımız hakkında düşünmenin insanı nasıl deliliğin ince çizgisine doğru çekme kararlılığında olduğunu biliyorsunuzdur. Sürekli olan bir olaydır belki.

Şahsen ben fazlaca yaşarım. Eminim sizlerden de yaşayanlar vardır.

Bazen sessizliğin eşlik ettiği zamanlarda sanki benlik bizin değilmişçesine kararlarımızı kendimizin vermediğini düşünürüz. Hayli ilginç bir deneyimdir.

Sanki bir film kamerasından izliyormuş gibi seçimlerimizi gözden geçiririz. Doğal olarak bazılarını doğru bazılarını yanlış buluruz. Fakat bu zamanlarda hep tuhaf bir şaşkınlık yaşarız. Neden fikirlerimiz hakkında bu denli şüphe ve şaşkınlığa düşeriz?

Şüphe ve Akış

Aklımızda uçuşan fikirlerin ne kadarı saf aklımızın ürünüdür?

Hatıra ve bilgilerimizle cilalamadığımız veya kirletmediğimiz ne kadar düşüncemiz bulunur?

Belki de sorulması gereken temel sorular bunlardır.

Nitekim biz, aklımızın ne kadar “saf” kalabildiğini bilemezsek yukarıdaki sorulara verdiğimiz cevaplara ne kadar güvenebileceğiz?

Çok da fazla değil.

Bahsetmeye çalıştığım şey de tam olarak bu.

Muhtemelen Descartes ve Spinoza’nın da bahsettiği şey buydu. Şüphe, belirli bir noktadan sonra kendi düşüncelerimize bulaşmakla kalmaz; benliğimizi adeta ele geçirir ve kendi fikirlerimize cephe aldırır bizlere.

Bu şekilde söylenince sanki şüphe bize düşmanmış gibi görünebilir. Zaten fikirlerimize karşı çıkmaya çalışan kim düşman gibi görünmedi ki tarih boyunca bizlere? Katı ve dogma fikirlere karşı çıkanların uğradığı zulümlere fikirlerimiz uğramayacak mıydı sanki?

Konudan çok sapmayalım..

İlgimizi çekmesi gereken şeylerden biri de şu aslında:

-     “Bilimsel deneylerde çeşitli metotlarla fikir ve irademiz sekteye uğratılabiliyor veya değiştirilebiliyor. Fakat değiştirilen fikirlerimiz hep dış dünya ile ilintili. Fiziksel ve psikolojik irademiz fazlasıyla savunmasız. Peki ya tinsel ve ussal irade?”

Burası bir soru işareti olarak kalabilir zannımca. Nitekim, ussal ve içsel düşüncelerimizin dışarıdan değiştirilebileceği hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Gerçi ussal ve içsel düşüncelerimiz hakkında da fazla bir bilgiye sahip değiliz ama olsun.

Fikirlerin Kaynağı

Yukarıda bahsedilen bilimsel anekdotlardan sonra şöyle düşünebiliriz:

-      “Evet, kararlarımızı almak isteyen biziz. Fakat istedikten sonra sadece izleyici konumuna düşüyoruz.” Bu kadar olaydan sonra bu şekilde düşünmek elbette mantıklı gelecektir. Fakat şunu söyleyebilirim.

....... Reklamlar, politikacılar, siyasi-dini gruplar, bilim insanları, tanıdıklarımız, önümüzde uçuşan bir kelebek, düşen yaprak ve hatta kayıp giden bir kuyruklu yıldız kararımızı çok etkin bir biçimde etkileyebilir. Bu kesinlikle engelleyemeyeceğimiz ve muhtemelen de engellemek istemeyeceğimiz bir durumdur.

Fikirlerimiz gerçekten bizim fikirlerimiz midir?

Tecrübelerimizin, duyumsadıklarımızın, bildiklerimizin ve maruz kaldığımız her şeyin irademiz üzerinde bir etkisi olduğu aşikardır.

Fakat bu durum “özgür irademiz yok” denilerek kendimizi hayatın dalgalı akışında kaybolmuş bir su damlacığı gibi görmemize sebep olmamalıdır.

Çünkü en nihayetinde fikirlerimizi bireyselleştiren, bizi biz yapan yegane şeylerdir bunlar.

Elbette ki burada yazılan hiçbir şey “Özgür İrade” konusunu nihai sonucuna ulaştırmayacaktır. Eh, tarih boyunca bu konuda düşünen kimsenin de amacı bu değildi zaten. Düşüncelerimizden geriye kalan şey, hafif bir tatminlik ve küçük bir ders olmalıdır zannımca.

“İrademiz özgür ya da tutsak olabilir. Zaman zaman değişebilir de. Bizim için asıl önemli olan keşfetme arzumuzu hep canlı tutmak ve kritik analitik düşünce sistemine sadık kalmaktır. Ancak o zaman gerçek ve değerli bilgilerden oluşan “bilim”e ulaşabiliriz.”

Bilimle ve fikirle kalın.

Kaynakça

Surface And Depth Electrography Of The Frontal Lobes In Conscious Patients, Jose M. R. Delgado, 1955

Free Behavior And Brain Stimulation, Jose M. R. Delgado, 1964

Wittengestein, Felsefi Soruşturmalar

https://fularsizentellik.com/journal/2018/9/2/determinizm-ve-ozgurirade

https://evrimagaci.org/ozgur-bir-iradeye-sahip-miyiz-284

http://acikradyo.com.tr/acik-bilinc/norobilim-ve-felsefe-acisindan-ozgur-irade

https://blogs.scientificamerican.com/mind-guest-blog/what-neuroscience-says-about-free-will/

https://dusunbil.com/ozgur-irade-sorunsalinda-felsefe-sinirbilime-karsi/

https://www.felsefe.gen.tr/ludwig-wittgensteinin-ahlak-felsefesi-anlayisi/

Reading time: 13 minutes

⏱ Yayınlanma Tarihi: 02 Şubat 2020 12:21

📝 Yazar: Burak Talha Akın ✅ Editör: Aysuda Ceylan 

 

https://www.tekyolbilim.com/irade-ve-bilincimiz-ne-derece-ozgur/

 

 

CADILAR BAYRAMI?

.   BİR GÜN CUMHURİYET, BİR HAFTA CADILAR .   Bir günlüğüne Cumhuriyet. .   Yalnızca bir gün. Bayraklarımızı çıkarıyoruz, şiirlerimizi okuyo...