22 Nisan 2022 Cuma

En İyiler: Türkiye'den tek üniversite

   Türkiye'den tek üniversite       

Dünyanın ‘en iyileri listesi’ açıklandı:

Times Higher Education (THE), "Dünyanın En İyi Üniversiteleri" listesinde ilk 500'e Türkiye'den tek üniversite girdi.

Londra merkezli yükseköğretim derecelendirme kuruluşu Times Higher Education (THE), 2022 yılı alanlara göre üniversite sıralamalarını açıkladı.

THE, "Dünyanın En İyi Üniversiteleri" listesinde ilk 500'e Türkiye'den Çankaya Üniversitesi girdi.

THE'nin 2022 yılına ilişkin sıralamasında, Koç ve Sabancı Üniversiteleri ise ilk 600'de yer aldı. Dünya’dan Selenay Yağcı’nın haberine göre; sıralamada ilk 800'e giren üniversiteler arasında, Bilkent, Hacettepe, İstanbul Teknik ve Orta Doğu Teknik Üniversiteleri yer aldı.

2021'deki sıralamada ise Çankaya ve Sabancı Üniversiteleri ilk 500'e girmişti.

10 ÜNİVERSİTE YER ALDI

Söz konusu sıralama öğrenciler, akademisyenler, üniversite yönetimleri, iş dünyası ve hükümetler tarafından itibar edilen en kapsamlı analizlerden biri olarak görülüyor.

Sıralamada iletişim, medya, uluslararası ilişkiler, sosyoloji ve coğrafyanın incelendiği sosyal bilimler alanında Türkiye’den 10 üniversite yer aldı.

2022 alan sıralamaları için sosyal bilimler 89 ülke ve bölgeden 870 üniversite, eğitim için 68 ülke ve bölgeden 597 üniversite, İktisadi ve idari bilimler için 72 ülke ve bölgeden 795 üniversite ve hukuk için 39 ülke ve bölgeden 257 kurum incelendi.

Sıralamada Koç Üniversitesi’ni 251-300 bandında Sabancı Üniversitesi, 401-500 bandında Boğaziçi Üniversitesi ve ODTÜ takip etti.

GEÇTİĞİMİZ YILA GÖRE FARKLILIK GÖSTERMEDİ

Bilkent ve İstanbul Üniversiteleri 501-600 bandında yer alırken, Ankara, Dokuz Eylül, Hacettepe ve Marmara Üniversiteleri 600 bandının altında kaldı. 

Dünya çapında ise en başarılı üniversite Oxford Üniversitesi oldu.

Sıralamada ilk üçte ise; Massachusetts Teknoloji Enstitüsü ve Stanford Üniversiteleri yer aldı.

İktisadi ve idari bilimler alanında listeye 201-250 bandından ilk kez giren Koç Üniversitesi, sosyal bilimler alanında da 201-250 bandında yer alarak en başarılı Türk üniversitesi oldu.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ise eğitim bilimleri alanında ilk sırada yer alan Türk üniversitesi olarak geçen yıl bulunduğu 93’üncü sıradan gerileyerek 101-125 bandına geçti.

Hukuk alanında ise sıralamada Türkiye’den hiçbir üniversite yer almadı.

EĞİTİM ALANINDA GERİLEME

Türkiye’den 14 üniversitenin yer aldığı eğitim bilimleri alanında ise ODTÜ’yü 126-150 bandından Boğaziçi Üniversitesi takip etti.

Hacettepe Üniversitesi 151-175 bandından 201-250 bandına geriledi.

Anadolu, Atatürk, Gazi ve Yıldız Teknik Üniversiteleri ise 401-500 bandında yer aldı.

Uludağ ve Necmettin Erbakan Üniversiteleri ise listeye bu yıl ilk kez 501 bandından giren üniversiteler oldu.

ABD’den Stanford Ünivesitesi ise eğitim alnında en iyi üniversite olarak sıralandı.

3 YENİ ÜNİVERSİTE

İktisadi ve idari bilimler alanında Türkiye’den 10 üniversite yer aldı.

Koç, Sabancı ve Yıldız Teknik Üniversiteleri bu alanda listede ilk kez yer alan üniversiteler oldu. Koç Üniversitesi 201-205 bandında yer alarak en iyi Türk Üniversitesi olurken, ODTÜ, Sabancı, Yıldız Teknik ve Bilkent üniversiteleri 401-500 bandında yer aldı.

Boğaziçi, Dokuz Eylül, Hacettepe, İstanbul ve Marmara Üniversiteleri ise 600 bandının altında kalan üniversiteler oldu.

Dünya sıralamasında ise en başarılı üniversitelerin ABD ve İngiltere’den olduğu görüldü.

TÜRKİYE BİRİNCİSİ

Bilgisayar Bilimleri ve Mühendisliği alanında 85 ülkeden bin 118 üniversite sıralandı.

Bilgisayar bilimleri alanında Türkiye’den İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ), puanını 14 düzeyinde artırarak, 251 bandına yükselerek Türkiye’de bu alanda ilk sıraya yerleşti. “Mühendislik Bilimi” alanında ise puanını bir önceki yıla göre 16,4 seviyesinde artırarak, 401-500 aralığında yer aldı. Türkiye’den 8 üniversitenin bulunduğu listeye Karadeniz Teknik Üniversitesi bu yıl ilk kez girdi. Bilgisayar mühendisliği alanında ise Koç Üniversitesi geçen yıl olduğu gibi bu yıl da 201-250 bandında yer aldı.

Bilgisayar mühendisliği listesinde Koç Üniversitesi dışında Türkiye’den 35 üniversite daha yer aldı.

Çankaya ve Düzce Üniversiteleri söz konusu listeye bu yıl ilk kez girdi.

Bilgisayar bilimleri alanında ilk sırada yer alan İTÜ’yü, geçtiğimiz yıl 401-500 bandında yer alan Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) 251-300 bandında ikinci sıradan takip etti.

Sabancı Üniversitesi 401-500 bandından Boğaziçi ve Gazi Üniversiteleri ise 501-600 bandından listeye girerken.

Bilkent, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi de bilgisayar bilimlerinde dünyanın en iyi bin 118 üniversitesi arasına girdi.

Bilgisayar mühendisliği sıralamasında ise Koç Üniversitesi’ni, 251-300 bandından listeye ilk kez giren Çankaya Üniversitesi izledi.

Listeye Sabancı ve Düzce Üniversiteleri 301-400 bandından girdi.

Ardından İTÜ ve Bilkent Üniversiteleri 401-500 bandında yer aldı.

İLK 10'DA ABD VE İNGİLTERE ÖNE ÇIKTI

Sosyal bilimler alanında dünya lideri İngiltere'den Oxford Üniversitesi oldu.

Onu ABD'den Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) ve Stanford Üniversitesi takip etti.

Eğitim alanındaysa Stanford ilk sırada yer aldı.

13 Ekim'de açıklanan dört listede ABD ve İngiltere üniversiteleri ilk 10'da en fazla temsili elde etmeyi başardı.

17 Ekim 2021 Pazar, 14:01

https://www.cumhuriyet.com.tr/dunya/dunyanin-en-iyileri-listesi-aciklandi-turkiyeden-tek-universite-1877408


10 Nisan 2022 Pazar

Ah Atam ah

 Ah Atam ah

 

.     Sümer Oral… Yedi yıl maliye müfettişliği yaptı.

Paris'e OECD nezdinde staja gönderildi.

Üç yıl Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdür Yardımcılığı görevinde bulundu.

İki yıl Bütçe Genel Müdürlüğü yaptı.

Yedi kez milletvekili seçildi.

Üç kez bakanlık koltuğuna oturdu.

Sümer Oral'ın çıkardığı, “Bir Devrin İzleri” kitabını Çiğdem Toker'in köşesinde okudum. Neoliberalizmin en azgın döneminde (1991-1993 ve 1999-2002 yılları arasında) Maliye Bakanlığı yapan Oral kitabında, AKP'nin kamuoyuna IMF konusunda yanıltıcı bilgiler verdiğini yazmıştı:

- Türkiye'nin IMF ile borç ilişkisi 2009 yılına kadar sürdü…

- AKP önceki dönemden kalan 28,5 milyar dolar borcu ödediğini söylerken, kendi aldığı 13,3 milyar dolarlık borçtan bahsetmiyor…

Bu satırları okuyunca geçmişe döndüm:

Türkiye, 1947 yılında katıldı IMF'ye… İlk borcunu 1958 yılında aldı…

1960-2000 arasında IMF ile 19 borç anlaşması imzaladı.

Sonra Kemal Derviş ve ardından Ali Babacan IMF'ye borçlanmaya devam etti.

Menderes, İnönü, Demirel, Ecevit, Özal, Çiller, Erdoğan hangi lider oturmadı ki IMF'nin “haraç” masasına?

Basın her seferinde yazdı; “IMF yardıma koştu!”

Borcu siyasi liderler aldı, sizler ödediniz!

Israrla işin özünü anlatmaya çalışıyorum size…

Israrla farklı düşünen-yazan ekonomistleri tanıtmaya çalışıyorum size…

YAZDI KOVULDU

Michael Hudson…

Amerikalı ekonomi profesörü.

Genç yaşında Rockefeller yanında görev yaptı.

Chase Manhattan Bank'ta çalıştı. Görevi Arjantin, Brezilya ve Şili'nin ödeme kapasitesini belirlemekti…

Standard Oil Company'te çalıştı. Görevi İsviçre bankalarında sona eren “kirli paranın” takibini yapmaktı. Hudson burada, ileride beş dönem FED/Amerikan Merkez Bankası başkanlığı yapacak Alan Greenspan ile mesai yaptı; onun Rockefeller ile ilişkisine yakından tanık oldu.

Dünyanın dört büyük muhasebe firmasından Arthur Andersen LLP'te çalıştı. Ülkelerin bütçe açıklarının sebeplerini araştırdı.

Sağ eğilimli Hudson Enstitüsü'nde çalışırken, ABD'nin siyasi ve mali egemenliğinin doğuşunu anlatan “Süper Emperyalizm” kitabını yayınladı.

Başta Latin Amerika olmak üzere dünyanın yoksul ülkelerinin dolar rezervi tutma zorunluluğuyla gerçekleşen yeni sömürü düzenini yazdı.

Bu ABD'nin IMF vs. yoluyla “kredi” altında yutturulan borca dayalı yeni kölelik düzeniydi. Kovuldu…

Akademiye döndü; para, borç, muhasebe, toprak kullanımı, özelleştirme gibi “ekonominin arkeolojisi” çalışması yaptı.

Sizlere tanıttığım; “kendi kurallarına göre işleyeceği iddia edilen serbest piyasa sisteminin kandırmaca olduğunu” yazan iktisatçı Karl Polanyi'nin takipçisi SCANEE (Uluslararası Eski Yakın Doğu Ekonomileri Konferansı) kurucu üyesi oldu.

Uzatmayayım; 2008 ekonomik krizi öngördü.

Ama alay edildi; “bu insanlara iyi seksin erken yaşta duracağını söylemektir!”

HALKI  İNANDIRMAK

Prof. Hudson'a göre “Süper Emperyalizm”, devletleri borçlandırma yoluyla sömürgeleştirmeyi ve bağımlı devletler haline getirmeyi amaçlayan ABD sistemi

Bu özünde, “dolar diplomasisi idi.

Bu özünde, ülke varlıklarını ve doğal kaynaklarını soymak amacıyla diğer ülkeleri gereksiz yatırıma maruz bırakan borçlandırma stratejisiydi…

Hudson'a göre ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşturduğu Dünya BankasıIMF aracılığıyla, Üçüncü Dünya ülkelerinin yardım istemlerini bile, kendi kendine yeterli ekonomik kalkınmalarını önlemek için kullandı.

Bu ülkelere sözde serbest ticaret sistemi dayattı ki, bu politika ABD'nin refah elde etmek için kullandığının tam tersiydi!

Hudson dedi ki:

- ABD, altınları dolara çevirme hakkını 1971'de iptal edip, doları dünyanın rezerv parası haline getirince, yabancı merkez bankalarına ABD hazine bonoları almayı dayattı. Bunu bütçe açığını ve askeri harcamalarını finanse etmek için kullandı.

Bu aslında, eli silahlı ABD'nin ülkelerin sırtına yüklediği haraç vergisi; “borç emperyalizmi”

Karşı çıkana darbe yaptı.

Türk politikacısının hâlâ “borcu o da aldı” polemiği yapması, Türk siyasetinin dünden bugüne ekonomi-politik gerçekliğe ne kadar uzak olduğunu gösteriyor!

Defaatle “gelin program tartışalım” dememi anlıyor musunuz?

Siyaseti salt “ittifak mühendisliğine” dayayanların iktidar olma olasılıkları azdır: 

- Halkı, neyi nasıl yapacağınıza inandırmak zorundasınız.

- Öncelik, dayatılan “borç emperyalizmi” çemberini kırmaktır.

Michael Hudson gibi ekonomistleri okuyunca; Atatürk'ün, tam bağımsızlık şiarıyla kapitülasyonlara karşı verdiği mücadeleye her seferinde hayran kalıyorum…

Soner Yalçın, 06.04.2022

https://odatv4.com/makale/ah-atam-ah-234543

 

Feodal döneme dönüş

 Feodal döneme dönüş

Batı’nın Rusya cezaları serbest piyasayı iptal etti:

Batı ülkelerinin Rusya yaptırımları küresel sistemin niteliğini değiştirdi. ABD'nin sık kullandığı yöntem olan ekonomik cezalar ve ambargolar küresel serbest piyasayı ortadan kaldırdı.A-A+

Pek farkında değiliz ama bildiğimiz kapitalizm artık yok. 

Batılı hükümetlerin önce Kovid salgını ve sonra Ukrayna krizini bahane ederek aldığı tepeden inme kararlar ve Rusya cezaları küresel sistemin niteliğini değiştirdi.

Son yıllarda ABD’nin bir alışkanlık haline getirdiği ekonomik cezalar, ambargolar, uluslararası finans sistemini istediği gibi açıp kapaması ve doları kullanarak yaptığı baskılar küresel serbest piyasayı ortadan kaldırdı.

SERBEST PİYASAYA NE OLDU

Oysa kapitalizm, temel ölçütlerinden birini serbest piyasa olarak sunar.

Bunun özü de ekonomi ile siyasetin ayrılmasıdır.

Kapitalizm, ekonominin siyasi baskılardan kurtulduğu, devletler tarafından bir araç olarak kullanılmadığı, sermayenin Marx’ın deyişiyle “otonom bir özne” olarak davrandığı bir sistemdir.

Bu özelliklerden uzun zamandır uzaklaşıldı ama Rusya’ya ve dünyanın dört bir köşesindeki Rus zenginlere karşı uygulanan “cezalardan” ve “mala çökme” olaylarından sonra kapitalizmin fiilen sona erdiği bile artık söylenebilir.

Üstelik dünyada tek ceza uygulanan ülke de Rusya Federasyonu değildir.

Rusya ve zenginlerine karşı alınan önlemler Ortaçağ döneminde kralların, sultanların, papanın, halifelerin keyfi kararlarından farksız.

Rus zenginleri oligark olmakla suçlanıyorlar, peki Ukrayna zenginleri oligark değil mi? Onların mallarına neden el konulmuyor?

Ya Arap şeyhleri?

Bugün Rusların hesaplarını bloke edip paralarını ve mallarını gasp eden Batı hükümetleri yarın herhangi bir Körfez petrol şeyhine aynı muameleyi yapmaz mı?

Sadece onlar da değil artık dünyanın her ülkesinin zengini artık Batı’da devletlerin potansiyel bir hedefi ve tüm dünyada yabancı yatırımlar ve mülkiyet tehlikede!

Batılı ülkelerin, benzer uygulamaları yapan başka ülkeleri şiddetle kınadıklarını biliyoruz.

O Doğu ülkeleri Batı tarafından demokratik olmamakla, demokrasinin en temel ilkelerinden biri olan girişim özgürlüğü ve mülkiyet hakkını zedelemekle suçlanıyorlar.

Batılı kurumlar daha da ileri giderek yatırımcılarına Doğu’da ve Güney’deki bu tür anti- demokratik (illiberal) ülkelerin güvensiz olduklarını söylüyor, her an servetlerine el konulabileceği uyarısında bulunuyorlar. Komediye bakın, mala çöken, hesap donduran sanki kendileri değil de başkaları.

Bugünkü ortamda benzeri uyarıları rahatça Birleşik Krallık için yapabiliriz.

Londra’da mülk sahibi olmaya yeltenen bir Ortadoğu zengini o malın çocuklarına, torunlarına kalmayıp ilerde İngiliz hükümetinin olabileceğini hesaba katmalıdır günümüzde.

Öyle ya, demokratik olmadığı söylenen sadece Rusya değil ve hele Ortadoğu’da komşu ülkeleri işgal ve istila etmiş olanların sayısı da oldukça fazla.

Üstelik Batı’nın “demokratlık” ölçütleri de ABD Başkanı Biden’ın “Demokrasi Zirvesi davetli listesi” gibi tamamen keyfi olduğundan piyango kime vurur bilinmez.

FEODAL DÖNEME GERİ DÖNÜŞ

Tekrar serbest piyasa konusuna dönelim.

Piyasaya kimlerin girip, kimlerin girmeyeceği kralın, feodal ağanın ya da lordun iznine bağlı ise o sisteme kapitalizm değil feodalizm denir.

Feodal ekonomide kişisel bağlar ve siyaset esastır, belirleyici olan “biat” ilişkisidir.

Özetlersek eski toplumda köylü ağaya, ağa beye, bey hükümdara biat ederdi.

Dünya son üç yüzyılda sömürgeci hegemonya mücadelelerine, kurtuluş savaşlarına ve nüfuz bölgesi paylaşımı için kitlesel boğazlaşmalara sahne olduysa da son analizde bu eski biat ilişkileri değişmişti. Kapitalist sistemde kişisel bağların yerini üretici ve tüketicilerin serbest piyasada engelsiz karşı karşıya gelmeleri almıştı.

Şimdi anlaşılan tekrar geriye dönülüyor ve herkesten Batılı hükümetlere ve en başta ABD’ye biat isteniyor.

Aksi takdirde dolara dayalı dünya sisteminden dışlanmak, küresel piyasaya girememek, alıp-satamamak ve hatta malının mülkünün müsadere edilmesi ve yağmalanması tehdidi var.

Eskiden İngiliz Anglikan soyluların İrlanda’da Katoliklerin mallarını yağmaladıkları gibi…

Bu arada ekonomiyi devletlerin elinde bir silah olarak kullanmanın son 40 yılda sistemleştiğini de anımsatayım, Irak, Afganistan, İran bir dönem Libya ve çoğu da İslam nüfuslu bir dizi ülkede ilaç ve çocuk mamasına varıncaya kadar ambargo denemeleri yapıldı ve küresel piyasayı siyaseten kontrol şeklindeki bugünkü anlayışa da oralardan varıldı.

Kapitalizm, 21’inci yüzyıl öncesinde piyasanın tarafsız konumunu vaaz eder, “paranın rengi yoktur” derdi.

Bu anlayışı daha da pekiştirmek için piyasa serbestliğinin mülkiyet ve girişim özgürlüğünün garantisi olduğunu ve ifade özgürlüğü gibi temel özgürlüklerin bu sayede hayat bulduğunu söylerdi.

Şimdi dünya piyasası ve hatta tek tek ülke piyasaları artık serbest olmayıp zamanın krallarının denetimine geçtiğinden geçen hafta üzerinde durduğumuz sosyal medya sansürüne de şaşmamak gerek.

İçinde Rus sözcüğü bulunan ya da Rusya ile ilgili olan tüm kültür eserlerinin, hatta müzik, resim, bale, spor, sanat, edebiyat insanlarının hedef alınması da aynı Ortaçağ’a dönüş sürecinin parçası olsa gerek.

Cadı avının yerini Rus avı almış durumda. 

Rus olmadıkları halde Rus sanılarak düşman ilan edilen Marx gibi devrimci şahsiyetleri de unutmayalım.

Onların kaderi de dünya durdukça gericiliğin, karanlığın, insanlık düşmanlarının hedefi olmakmış demek ki. 

ARI KOVANINA ÇOMAK SOKULDU

Hâlbuki insanlık, piyasa ekonomisine yani kapitalizme Avrupa’da iki yüzyıl süren, kardeşin kardeşe, anne-babanın çocuklarına düşman oldukları kanlı mezhep savaşlarından sonra geçmişti.

Piyasa ekonomisi siyasetin denetimindeki ekonomik ilişkilere bir alternatif olarak belirmişti. İnsanlar siyasetle, diyanetle uğraşmaktan bıkıp para kazanmaya yönelmişlerdi.

Mezhep kavgaları nedeniyle Fransa’dan Hollanda’ya kaçmış bir Fransız’ın torunu olan düşünür Bernard Mandeville (1670-1733) kapitalizm ve serbest piyasa fikrinin babası sayılır. Mandeville, “Arıların masalı” adlı uzun şiirinde insanları bir kovanın arılarına benzeterek tek tek bireylerin kâr hırsı, zenginlik ve güç peşinde birbirleriyle yarışmalarından toplumsal planda bir hayır doğacağını iddia ediyordu.

Mandeville, insanlara “Olabildiğince açgözlü, egoist olun, zevkiniz için de istediğiniz kadar harcayın, çünkü bu şekilde milletinizin zenginliğine ve vatandaşlarınızın mutluluğuna katkıda bulunursunuz” diyordu.

İktisatçı Adam Smith’i ve liberal filozof Hayek’i şiddetle etkilemiş olan Mandeville’i Keynes de büyük üstadı kabul eder.

Arıkovanı fikrindeki paradigma, bırakalım siyaseti toplumsal ahlak diye bir derdi de olmayan ve bireysel kazanç hırsı içindeki tek tek kişilerin bir sistem içinde araya gelerek toplumsal yarar oluşturmalarıdır. Örneğin Londra son iki yüzyıl boyunca bir yanda Ortadoğu şeyhleriyle, Hintli ve Pakistanlı zenginlerin, diğer yanda Doğu Avrupalı oligarkların, binbir çeşit kaynağı belirsiz servetin vızır vızır dolaştığı bir kovan görünümündeydi ve bu balı tutan İngilizler de parmaklarını sonuna kadar yalamışlardı.

Şimdi bu durum değişiyor ve hegemonya siyaseti halk tabiriyle arının kovanına çöp sokuyor.

Ama bunun kendi ayağına ateş etmekten farkı yoktur.

SİSTEM TIKANDI

Öte yandan küresel piyasaya bu dibine kadar müdahalenin nedeni anlatıldığı gibi sadece Ukrayna krizi de olmamalı.

Çok daha eskiden başlamış olan bu önlemler dizisinde ABD’nin astronomik cari açığı, kamu borcu ve dünya liderliğini yitirecek olması rol oynamasın sakın? 

Alınan tüm piyasa karşıtı önlemler belli ki kapitalizmin eskisi gibi devam edemiyor olmasından kaynaklanıyor.  

Kimileri hâlâ 1910’larda Lenin’in açıkladığı şekilde kapitalizmin tekelci niteliğinden ve emperyalizm (imparatorlukçu) aşamasından söz etmekteler.

Oysa kapitalizm 1980’lerden itibaren küreselliğe yani imparatorluğun kendisine ulaşmıştır.

Bugün ise ekonomik sistem Marksist yöntemi uygulayan analizcilere göre “otofaji” (kendini yeme) aşamasındadır.

Dünyanın kaynakları, ticaretin sınırları, iklimin olanakları tükenmiş ve sosyal emeği artı değere dönüştüren sermaye metafiziği tıkanmıştır.

Bu rahatsızlık ekonomide yokluk, yolsuzluk ve tedarik zincirlerinde kopmalarla üst yapıda da “woke” liberalizmi gibi kültür imhasıyla belirmekte.

Ve sistemi daha da kötü günler beklemektedir.

Konuya salt siyasal pencereden bakarsak kapitalizmin kendini imhası anlamına gelen ekonomik cezalar dizininin kısa vadeli hedeflerine ulaşmada başarılı olması da olanaksızdır.

ABD ve müttefiklerinin cezaları Çin, Hindistan, Pakistan, İran, Türkiye, Mısır, Güney Afrika, Brezilya ve Meksika gibi toplamı dünya nüfusunun çoğunluğunu ve dinamik kesimini oluşturan ülkelerde gündeme bile gelmemiş, Avrupa’da ise enerji gibi en kritik alanlarda reddedilmiştir.

Bu bakımdan bu “otofaji” sürecinin etkileri daha çok Batı’da görüleceğe benzer.

Başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinde ekonomi kaynaklı politik sıkıntılara hazır olmalıyız. 

Madem devletler Ukrayna krizi gibi bahanelerle piyasa kuralları dışına çıkabiliyorlar, insanlık ekmek, iş ve refah istediği zaman da piyasa kuralları dışına çıkılsın o halde.

KENDİ TARİHİNİ YAZACAK TOPLUM NE ZAMAN

Birey ya da toplum olarak özgürleşmenin koşulu kendi üzerine düşünebilmektir.

Bir toplum için bu koşul, toplumun kendi ekonomik ve sosyal sistemini eleştirel ve sorgulayıcı bir gözle ele alabilmesi, bu şekilde kendi tarihini yazabilmesidir.

Filozof Hegel, insanlığın bu aşamaya çağdaş devletin ortaya çıkışıyla varmış olduğunu düşünüyordu. Bunu doğru olmadığını iki yüzyıldır yaşadığımız çalkantılarla gördük.

Ekonomi, siyaset, çevre, iklim…

Şimdi her alanda yolun sonundayız ve işte kapitalizm bir ideoloji ya da ayaklanma nedeniyle değil kendini imha ederek çöküyor.

Kısacası toplum ve sistem üzerinde biz düşünmek istemesek de koşullar bizi düşünmeye zorlamakta. Bu temel konuya değinmeden ahlak, erdem hakkındaki boş laf salatalarıyla zaman geçirmek ise düşünen insanların değil ancak sistem yanlısı liberallerin zihnini doyurabilir.

10 Nisan Pazar 2022

Kayahan Uygur

https://odatv4.com/dunya/bati-nin-rusya-cezalari-serbest-piyasayi-iptal-etti-feodal-doneme-geri-donus-234930


8 Nisan 2022 Cuma

Yeni bir dil öğrenmek

 .    Yeni bir dil öğrenmek neden çok değerli?             

“Başka bir kültürün dilini öğrenmek, o kültürü doğru bir biçimde anlamak için atılan ilk adımdır”

1969 Temmuz’u çok önemli bir keşifin gerçekleştiği aydı.

Hayır, Apollo 11 görevinden bahsetmiyorum.

Neil Armstrong ve Buzz Aldrin’in çıktığı ay yürüyüşünü küçümsemiyorum tabii ki.

Ama benim o ay bilinmezliğe doğru çıktığım yolculuk, şu ana kadar hiçbir astronotun karşılaşmadığı bir zorluktu.

Yabancı bir yere ilk defa indiğim zamandı, herkes Fransızca konuşuyordu. 

Çok da durgun olmayan Manş Denizi’nden Dieppe’ye günübirlik bir gezi için geçen Crawley öğrencilerinden biriydim. 

Gemideyken denize ait ahenksiz sesler Villandry’a ulaşınca azalmış, onlarca kişi ilk kez yabancı bir ülkeye ayak basmıştı.

Fransa sınırlarını geçmek kolaydı; öğretmenlerimiz üzerinde adımızın yazdığı pasaportlara sahipti ama “dil sınırını” aşmak zordu.

Benim okulumda öğretilen ikinci dil Fransızca yerine Rusça’ydı.

Muhtemelen bunun nedeni Sovyetler Birliği’yle uluslararası dayanışmaydı. 

Normandiya daha yakın olsa da ileri görüşlü bir idealizmle Novosibirsk’de sohbet edeceğimiz düşünülmüştü. 

Ne de olsa 21. yüzyıla gelindiğinde SSCB ve Birleşik Krallık en yakın dost olacaklardı.

Başlangıç seviyesinde Fransızca bile konuşamazken kıyıya ayak bastığımda gördüğüm tek şey gramofonda duyduğum Fransızca şarkı sözleriydi.

Fairport Convention’ın, Bob Dylan’ın “If you’ve gotta go” şarkısına getirdiği farklı yorum sayesinde “Si tu dois partir” i anlayabiliyordum.

Şimdi fark ediyorum da “tu” çok da uygun olmayan bir yakınlık anlamına geliyormuş.

En azından o yaz Fransızların diğer 20 hitini tadamadım:

Mesela duygusal, yalnız yetişkinlerin sevdiği “Je t’aime…moi non plus”gibi...

Rusya’da ise bu tarz şarkılar yazılmıyordu.

Google Translate 20 yıl önce icat edilmiş olsaydı Jane Birkin ve Serge Gainsbourg’un yetişkinlere özgü “Seni Seviyorum… Ben Seni Sevmiyorum” anlamına gelen şarkısını bir şekilde dinleyebilirdim.

Mırıldansa da, konuşulsa da, yazılsa da dil dediğimiz şey bir koddur:

- Bir ses veya şekil dizisinin bir teklifi, fikri ya da düşünceyi kendi beynimden başkasına aktarmamı sağlar.

Bilgisayarlar yabancı bir menüyü bir uygulama yardımıyla tek dokunuşta çevirerek, turistlerin kodu kırmasına yardımcı olabilir.

Yine de insanlığın paylaştığı sohbetlerin yerini dolduramaz.

Karşındakinin konuştuğu dille konuştuğunuz zaman, yolculuğunuz zenginleşir ve bir kültürün kilidini açmış olursunuz. 

Geçen sonbahar Slovenya’nın başkenti Ljubljana’da gerçekleştirilen Polyglots Konferansı’ndan başlayarak, geçtiğimiz 8 ay boyunca birden çok dili konuşabilen “süper dilbilimcilerle” tanıştım.

BBC World Service için, birden çok dil bilen insanların ortak özelliklerini ve 10, 20 hatta 50 dili nasıl öğrendiklerini anlatan bir radyo programı hazırlamak istiyordum.

Ayrıca gezginler için önemli olan bu özelliğin süper güçler gerektirip gerektirmediğini öğrenmeliydim. 

Ama hayır, onlarca süper dilbilimcinin söylediğine göre herkes başka bir dilde ustalaşabilirdi.

Birden çok dil konuşan Thomas Jayes şunu vurgulamıştı:

- Başka bir kültürün dilini öğrenmek, o kültürü doğru bir biçimde anlamak için atılan ilk adımdır ve eğer başka bir kültürü anlarsanız, o kültüre ev sahipliği yapan ülkeyle problem yaşamanız daha az olasıdır.

Thomas bir tercüman.

Yaptığı iş, Avrupa Parlamentosu’ndaki kişilerin birbirini anlamasını sağlamak.

Gauloises marka sigara dumanını solumam, en cesur astronotu bile ürkütebilecek Fransız su tesisatıyla savaşmam, o okul gezisinden kalan diğer şeyler.

Yine de uzaklardaki egzotik dünyadan büyülenmiş bir şekilde Newhaven’dan tekrar yelken açtım.

Dieppe’de başladığım yolculuktan bu yana, komşularımı ve onların ilginç alışkanlarını anlayacak kadar Fransızca öğrendim.

Ayrıca çat pat Almanca ve İspanyolca biliyorum.

Polyglots Konferansı’nda verilen ücretsiz yerel dil dersleri sayesinde Slovence’ye de başladım.

İngilizlerin ya da birkaçının Avrupa’ya sırt çevirmeye başladığı bu dönemde başka bir dili konuşmanın sunduğu empati her zamankinden daha önemli.

.     Salı 9 Temmuz 2019 21:15

 (Simon Calder) Seyahat Muhabiri ………………………………………………………..

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://www.independent.co.uk/travel

Independent Türkçe için çeviren: Çağla Üren

37 dil bilen halı yıkamacının beyni

 .  37 dil bilen halı yıkamacının beyni                      

MIT ve Harvard'dan bilim insanları, 37 dil bilen halı yıkamacının beynini inceledi

46 yaşındaki Vaughn Smith birlikte vakit geçirdiği ve yanında çalıştığı kişilerden onlarca dil öğrendi

Vaughn Smith konuşurken aynı anda 10 dil arasında geçiş yapabiliyor (The Washington Post)

37 dil bilen ve bunların 24'ünü akıcı bir şekilde konuşabilen Amerikalı halı yıkamacısı Vaughn Smith'in beyninde yapılan incelemeler şaşırtıcı bir sonucu ortaya çıkardı. 

46 yaşındaki Smith'in İngilizce, İspanyolca, Portekizce, Rusça, Romence, Bulgarca, Slovakça ve Çekçe'yi akıcı bir şekilde konuşması ve daha onlarca dili rahatlıkla anlaması hem çevresindekileri hem de bilim insanlarının ilgisini çekti. 

Smith ayrıca Hırvatça, Fince, İtalyanca, Letonca, Sırpça konuşabiliyor.

Fransızca, Almanca, Macarca, İzlandaca, Galce, Felemenkçe, Norveççe, Amerikan işaret dili, Lehçe'yi orta düzeyde biliyor.

Bununla birlikte Arapça, Yunanca, İbranice, İsveççe, Estonca, Japonca, Gürcüce, Endonezyaca, Mandarin, Ukraynaca, Lakotaca, Navahoca, Amharca, Seylanca’yı temel düzeyde anlayabiliyor. 

Çok dil bilen kişilerin normal insanlardan bilişsel olarak nasıl farklılaştığı üzerine çalışmalar yürüten araştırmacılar Saima Malik-Moraleda ve Evalina Fedorenko, Smith'in beynini inceledi. 

İnceleme Vaughn'ın beyninin dili anlamak için kullandığı kısımların normalden daha küçük olduğunu ortaya çıkardı.

Smith'in verileri, MIT ve Harvard Üniversitesi'nde çalışmalarını yürüten Malik-Moraleda ve Fedorenko'nun incelediği çok dil bilen diğer kişilere ait bilgilerle uyuşuyordu. 

Malik-Moraleda bu farkı şöyle açıklıyor:

Ana dilinde konuşurken dili işleyen bölgelerine göndermek için daha az oksijene ihtiyacı var.

Dili o kadar çok kullanıyor ki bu alanları harekete geçirmekte gerçekten verimli hale gelmiş. 

Vaughn'ın beynindeki dille ilgili kısımlar doğuştan küçük ve daha verimli olabilir.

Ancak çok fazla dil öğrenmesi beyin yapısını değiştirmiş görünüyor. 

The Washington Post'a konuşan Smith liseden sonra öğrenimine devam etmese de farklı diller bilen kişilerle vakit geçirerek ve onların yanında çalışarak birçok dil öğrenmeyi başarmış. 

Fince, İtalyanca ve Amerikan işaret dilinde hikayeler anlatabilen Smith, Meksika'daki Nahuaların konuştuğu Nahuatl'ı ve Kızılderili dilleri ailesine ait Saliş dilini de konuşabiliyor. 

Smith'in Katalan ve Felemenk aksanları İspanya ve Hollanda'dan gelen kişileri bile etkiliyor. 

Ancak bu kadar meziyeti olan Smith saati 20 dolardan daha az bir ücrete halı temizliyor. 

"Gerçek bir poliglot"

Smith'in müşterilerinden biri olan Kelly Widelska onu, "yaşayan gerçek bir poliglot" diye niteliyor.

Poliglot birçok dili konuşabilen kişilere deniyor

Smith'le tanışmadan önce Kantonca ve Mandarin dilleriyle amatörce ilgilendiğini belirten Kelly bugüne kadar sadece YouTube'da poliglot gördüğünü söylüyor. 

Ancak uzmanların başka bir tanımı daha var.

11 ve daha fazla dil konuşabilenlere de "hiperpoliglot" deniyor.

Ve Smith bu kategoriye giriyor. 

Hem çalıştı hem dil öğrendi

Bildiği dillerle başkalarını etkilemekle ilgilenmeyen Smith, İngilizce ve İspanyolca konuşulan bir ailede büyüdü.

Küçükken farklı diller konuşan kişiler kendisini büyülediği için zamanla bu alanda kendisini daha çok geliştirmeye başladı.

Ancak bu çaba hobi amaçlıydı. 

Annesinin Fransızca albümleri, babasının Almanca sözlüğü bu süreçte işe yaradı.

Sınıfında Sovyetler Birliği'nden gelen bir öğrencinin olması ve kütüphanedeki dil kitaplarını kurcalaması da bu süreçte etkili oldu. 

Smith'e dair en şaşırtıcı olansa öğretmenlerinin dikkatini çekememesiydi.

Annesi sönük kalan oğlunun bir sorunu olup olmadığını öğrenmek için onu psikoloğa bile götürdü.

Ancak psikolog son derece zeki olduğunu söyleyerek onu gönderdi.

46 yaşındaki halı yıkamacısı liseden sonra çalıştığı yerlerde de bolca dil öğrendi. 

Sanat tarihçisi ve koleksiyoner Meda Mládková'nın köpeklerini gezdirirken evin ziyaretçilerinden Doğu Avrupa lehçelerini öğrendi. 

Amerikan işaret diliniyse üniversite öğrencilerinin vakit geçirdiği bir kulüpte hafızasına kattı.

Gönüllü olarak akvaryum temizlediği bir restorandan da Japonca'yı öğrenerek çıktı. 

Cuma 8 Nisan 2022 18:01

https://www.indyturk.com/node/495461/ya%C5%9Fam/mit-ve-harvarddan-bilim-insanlar%C4%B1-37-dil-bilen-hal%C4%B1-y%C4%B1kamac%C4%B1n%C4%B1n-beynini-inceledi


7 Nisan 2022 Perşembe

Tire’de Yahudilerin binlerce yıllık tarihi

 Tire’de Yahudilerin binlerce yıllık tarihi

.    Dr. Siren Bora’nın ‘Başlangıçtan Günümüze Tire’de Yahudi İzleri’ adlı kitabı çıktı.

Batı Anadolu’da ve İzmir’de yaşayan Yahudilere ilişkin araştırma ve çalışmalarıyla tanınan Bora ile kitabından yola çıkarak Tire Yahudileri üzerine bir söyleşi yaptık.

Antikçağ’dan Bizans’a Selçuklu’dan Osmanlı’nın son dönemine kadar Tire her zaman Yahudiler için önemli bir yerleşim yeri olmuş. Ancak Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren Tire Yahudi Cemaati hızla erimiş.

Bunu nasıl açıklayabiliriz?

Antik Çağ’dan Bizans’a hatta Selçuklu’dan Osmanlı’nın son dönemine değin sadece Tire değil Batı Anadolu’nun hemen tüm kentleri Yahudiler için önemli yerleşim noktalarıydı.

Manisa, Akhisar, Turgutlu(Kasaba), Salihli, Ödemiş, Aydın, Menemen, Foça, Bergama ve İzmir’de Antik Çağ’dan itibaren (arada zaman zaman kesintiler dahi olsa) Yahudi topluluklarının yaşadığı biliniyor.

İzmir hariç, Batı Anadolu Yahudi Cemaatlerinin erimeye başladığı tarih 1922 yılıdır.

Bilindiği gibi başta İzmir olmak üzere Batı Anadolu, 15 Mayıs 1919 tarihinden itibaren Yunan Askeri Kuvvetleri tarafından işgal edildi.

İşgal 1922’ye değin devam etti.

Eylül 1922’de geri çekilmeye başlayan Yunan kuvvetleri, işgal ettiği yerleşim yerlerini yakarak yıkarak terk etti. İşte bu süreçte Batı Anadolu’nun Yahudi Cemaatleri de, liman kenti İzmir’e kaçtılar.

İzmir Yahudi Cemaati o kadar büyüdü ki; nüfusu 55 bine ulaştı.

Yunan işgali sona erdikten sonra, Tire kökenliler hariç Batı Anadolu’nun Yahudi göçmenlerinin büyük bir bölümü kentlerine geri dönmedi.

Sadece Tire Yahudileri organize bir cemaat vasfını korumaya devam etti.

Bunu nasıl anlamalıyız?

Bu, Tire Yahudi Cemaati’nin köklü tarihiyle ilintili.

Tire, muhtemelen Sardis ve Hypaipa Yahudilerinin yaşamını devam ettirdiği bir yerleşim merkeziydi.

Bizans döneminde inanç sahibi Hıristiyanların yuvası, Türk Beylikleri ve Osmanlı dönemlerinde Bektaşi Dervişlerinin merkezi olan bölgedeki yerleşim yeri Tire, aynı zamanda Batı Anadolu’nun en eski ve en ünlü yeşivalarına (din akademilerine) sahipti.

Önemli din adamları yetiştirmişti.

Bu yüzden Yahudiler tarafından Batı Anadolu’nun ‘Tsafet kenti’ olarak anılıyordu. 

Gelelim 1923 yılına;  24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması Batı Anadolu’nun demografik yapısında büyük bir değişime yol açtı.

Lozan Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili bölümünde yer alan ‘Rum-Türk Mübadelesi’ İzmir’in sosyal yaşamında Müslüman Türkleri ve Yahudileri ön plana çıkardı.

Antlaşmanın 37’den 45’e kadar olan maddeleri, Anadolu’da yaşayan azınlıklarla ilgiliydi.

Bu maddelerde azınlıklara verilen hakların betimlemesi yapılıyordu.

Bu hakların güvencesini sağlayacak kurum ise Milletler Cemiyeti’ydi.

Antlaşmanın 42. maddesi,  azınlıkların arasında meydana gelecek ve aile hukuku kapsamına giren anlaşmazlıkların, dinsel toplulukların dinlerine ve geleneklerine göre Türk mahkemelerinde çözümlenmesini öngörüyordu.

15 Eylül 1925’te Yahudi Meclis-i Umumi üyesi 42 kişinin imzasıyla, Türkiye Yahudileri Lozan Antlaşması’nın 42. maddesinin birinci ve ikinci paragraflarından feragat ettiklerini Adliye Vekaleti’ne resmen bildirdiler.

Onları örnek alan Ermeniler ve Rumlar, Yahudilerden bir süre sonra feragat başvurularını yaptılar.

Böylece Osmanlı’dan kalma ‘Millet Sistemi’ tarihe karıştı.

Yeni bir ‘Hahamhane Nizamnamesi’ hazırlandı.

Bu nizamname ile Hahambaşının otoritesi ve yetkileri sınırlandı.

29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet rejiminin vatandaşlık anlayışı, bireysel eşitliği sağlama amacını beraberinde getirdi.

Aynı lisanı konuşan, aynı şartlarda eğitim gören, aynı siyasi ve sosyal sorumlulukları paylaşan Türk vatandaşlarından oluşan bir ulus devlet kuruluyordu.

Bu duruma uyum sağlamayı göze alan Yahudiler ülkede kaldılar.

Göze alamayanlar ise göç ettiler.

1921 ile 1929 arasında Anadolu’dan göç eden Yahudilerin sayısı yaklaşık 70 bindi.

12 Kasım 1942’de yürürlüğe giren Varlık Vergisi Kanunu sonucu, borç tahakkuk ettirilenler arasında borcunu ödeyemeyenlerin  Erzurum Aşkale’de ve Eskişehir Sivrihisar’da bulunan çalışma kamplarına sevk edildiğini biliyoruz.

Çalışma kamplarına alınanların büyük bir bölümü azınlıklardı.

Borcunu ödeyemeyen Müslüman Türklerin çok az bir kısmı söz konusu kamplara gönderildiler. 

En büyük yarayı alan topluluklardan biri de Yahudilerdi.

1927’den sonra ülke çapında uygulanmaya başlanan Türkçe konuşma zorunluluğu, 1934 tarihli Trakya Olayları, 1942 tarihli Varlık Vergisi Kanunu ve 6/7 Eylül 1955 Olayları Tire Yahudi Cemaatini ne ölçüde etkiledi?

Elimde bu soruya yanıt vermemi sağlayacak yeterli bilgi ya da bulgu mevcut değil.

Günümüzde, Tire’de tek bir Yahudi yaşamıyor.

Tire’deki Yahudi varlığı 1960’lara değin azalarak devam etti.

Bu tarihe değin Tireli Yahudiler İzmir’e, İstanbul’a göç ettiler.

Daha iyi bir yaşamın özlemini taşıyan yoksul Tire kökenli Yahudilerin ise,  Fransa, İtalya, Belçika, Kongo, İngiltere, Arjantin, Brezilya ve özellikle 1948’den itibaren İsrail dahil dünyanın dört bir yanına göçmen olarak gittiğini biliyorum. 

İzmirli Yahudiler ile Tireli Yahudileri birbirinden ayıran kültürel özellikler var mıdır?

Anadolu Yahudileri göçle beslenen ve göçle çoğalan Diaspora Yahudileridir.

Bu açıdan Tireli Yahudiler  farklı bir yapıya sahip değildi.

Başlangıçta Tire Yahudilerinin coğrafi kökeni, Antik Dönemde Batı Anadolu’da mevcut kentlerdi.

Bu kentlerde yaşayan ‘Romaniotlar’ Tire Yahudilerinin çekirdeğini oluşturdu.

Sonra Ortadoğu, Orta Avrupa ve Doğu Avrupa Yahudileri Tire’ye gelip yerleştiler.

Bunlar Mizrahi ve Aşkenaz Yahudileriydi.

15. yüzyılın sonlarından itibaren ise, İber Yarımadası kökenli Sefarad Yahudileri geldiler.

Zamanla hepsi Sefarad dilini (Ladino), Sefarad kültürünü benimseyerek tamamen Sefaradlaştılar. 

Tireli Yahudiler, 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İzmir’e göç etmeye başladılar.

İzmir’de Tireliler olarak organize olup bir sinagog (Pinto Sinagogu)  kurdular. 

İzmir Yahudi Cemaati de, tıpkı  Tire Yahudi Cemaati gibi kültürel bir asimilasyona maruz kaldı.

Osmanlı dönemine değin İzmir’de yaşadığına kanaat getirdiğim Yahudi Cemaati,  Romaniot kökenliydi.

14. ve 15. yüzyıllarda kente geldiğini öngördüğüm Mizrahi ve Aşkenaz kökenli Yahudiler de baskın Romaniot kültürünün etkisi altında Romaniotlaşmıştı. 

16. ve 17. yüzyıllardan itibaren ise, İzmirli Yahudiler Tireli Yahudiler gibi  tamamen Sefaradlaştı.

Her iki kentte, Sefarad kültürü benimsendiğine ve uygulandığına  göre, iki kentin Yahudileri arasında ‘Karambol Oyunu’ hariç kültürel bir farklılık mevcut değil.

Karambol oyunu (bir çeşit bilardodur), genel kanıya göre Tire’ye, 1492’de İspanya’dan sürgün edilen Sefarad Yahudileri tarafından getirildi.

Üstelik bu oyun, Tire’deki şekliyle, Tire haricinde dünyanın hiçbir yerinde oynanmıyor.

İsrail’e yerleşen Tireliler arasında sosyal bir iletişim ağı söz konusu mu?

Tire’ye gelip giden İsrail’e veya başka ülkelere yerleşmiş Tireli Yahudiler veya onların çocukları var mı?

Evet, İsrail’e yerleşen Tireliler arasında sosyal bir iletişim ağı mevcut.

Tire’ye gelip giden İsrail’e veya başka ülkelere yerleşmiş Tireli Yahudiler veya onların çocukları da var.

Hepsi, coğrafi kökenlerine saygılılar ve Tire Yahudilerine ilişkin yapılan kültürel etkinlikleri takip ediyorlar. 

Tire’deki Yahudi kültürel mirasının korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için bugün neler yapılıyor?

Ve ayrıca sizce neler yapılması gerekiyor?

Tire’deki Yahudi kültürel mirasının korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için yapılan çalışmaların büyük bir bölümü Tire Belediyesi ve Kültür Bakanlığı tarafından organize ediliyor.

Tire Yahudi Mezarlığı, 1959’da kent merkezinde kaldığı gerekçesi ile defin işlemlerine kapatıldı.

Yahudilere, Tire Ovası’nın Kızılyar semtinde (bugünkü Organize Sanayi Bölgesi’nde) bir mezarlık yeri tahsis edildi.

Yerel yönetim tarafından oluşturulan bir heyet mezarlıktaki kemiklerin toplanması kararını aldı.

Taşınabilenler, tahsis edilen yeni Tire Yahudi Mezarlığı’na ulaştırıldı.

Taşınamayanlar ise kayboldu.

Ta ki, Kürdüllü Deresi yatağında keşfedilinceye değin.

Derede bulunan mezar taşlarının büyük bir bölümü yeni mezarlık arazisi içerisine taşındı.

Bir kısmı ise, Kent Müzesi ile Arkeoloji Müzesi bahçesinde sergileniyor.

Tire Yahudilerinden geriye kalan tek sinagog, Kahal Şalom Sinagogu’dur.

Bu yapı günümüzde zücaciye mağazası olarak kullanılıyor. Ne yazık ki, yapının mülkiyetine sahip olan şahıs, Tire Belediyesinin tüm çabasına rağmen, onun tekrar bir sinagoga ya da Yahudi Kültür Merkezine dönüştürülme girişimlerine olumlu yanıt vermiyor. 

Bir zamanlar ibadethane olarak kullanılan bu yapının bir an önce bir kültür merkezine dönüştürülmesi gerektiği görüşündeyim.

Üç yıl önce Tire Yalınayak Mahallesi’nde bulunan  Yalınayak Hamamı restore edilmeye başlandı.

Restorasyon çalışmaları sırasında içerisinde bir ‘Mikve’ saptandı. İbranice bir sözcük olan Mikve(çoğulu mikvaot), suyun toplanması ve bir araya getirilmesi anlamındadır.

Kültür Bakanlığı ve Tire Belediyesi işbirliğiyle sürdürülen Yalınayak Hamamı restorasyon çalışmaları tamamlandı.

Hamam ve Mikve, aslına uygun olarak restore edildi.

Halkın kullanımına açıldı.

Biraz önce sözünü ettiğim ‘Karambol oyunu’nun halen 100 civarında oyuncusu mevcut.  Tire’nin kurtuluş günü olan 4 Eylül’de düzenlenen turnuvalarla gündemde tutuluyor.

Oyunun daha geniş kitlelere duyurulması ve benimsenmesi için Tire Belediyesi tarafından proje hazırlanıyor. 

İbranice ve Ermenice kitabeli mezar taşı

Araştırmanızda, tek bir mezar taşı üzerinde İbranice ve Ermenice olmak üzere iki farklı iki farklı kişiye ait bir kitabe olduğunu bulmuşsunuz.

Bu bulgu bize ne gösteriyor?

Tire’deki Ermenilerle ilgili bilgi ve bulgulara ulaştınız mı?

Tire Yahudilerine ait mezar taşları üzerindeki kitabeler İbranicedir.

Sadece tek bir mezar taşı üzerinde iki farklı dilde iki farklı kişiye ait kitabe saptadım.

Kitabelerden biri İbranice kaleme alınmış.

Mezar taşı Rosa(?) Azar’a ait.

Diğer kitabe ise, Ermenice olup mezar taşının bir erkeğe ait olduğu anlaşılıyor.

Aynı mezar taşı üzerinde birbirinin içine geçmiş iki farklı dildeki kitabe, hem iki farklı cinsiyete hem de iki farklı dine mensup kişilerle ilgili. İbranice kitabe üzerine Ermenice kitabenin yazılmış olması nedeniyle, Rosa(?) Azar’a ait mezar taşının, daha sonra vefat eden bir Ermeni’ye ait mezar üzerinde mezar taşı olarak kullanıldığı kanaatine vardım.

Bulgu, söz konusu Ermeni’nin bir mezar taşı yaptıracak kadar dahi mali güce sahip olmadığına işaret ediyor. Başka bir deyişle,  son derece yoksul bir Ermeni’den ve Ermeni aileden söz ediyorum.

Araştırmadığım için bunun dışında Tire Ermenileriyle ilgili herhangi bir bilgi ya da bulguya rastlamadım. 

https://www.agos.com.tr/tr/yazi/22039/tirede-yahudilerin-binlerce-yillik-tarihi


2 Nisan 2022 Cumartesi

Otizm nedir?

- Otizm nedir?  Autismus  Autism  Autisme

.    Otizm genellikle ilk 3 yaşta başlayan ve hayat boyu devam eden, kişinin etrafıyla sözel ve sözel olmayan şekilde uygun ilişki kuramaması şeklinde ifade edebileceğimiz gelişimsel bir bozukluktur.

.    Günümüzde basit testler ile tanısı erken konulabilmektedir.

.    Erken tanı ve uygun rehabilitasyon programı bu vakaların hayata kazandırılmasında büyük rol oynamaktadır.

Otizmin nedeni tam olarak bilinmemektedir.

Genetik olduğu düşünülmektedir.

Erkeklerde kızlara oranla daha sık görülür.

Otizmlilerin %70'inde zeka geriliği vardır. %'10 unda ise üstün zeka görülebilir.

Otizm ile birlikte dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, duygu durum bozuklukları ve epilepsi görülebilir. 

- Otizm belirtileri nelerdir? 

Bir çocuğa otizm tanısı konulabilmesi için aşağıda sayılan belirtilerden en az 6 tanesini taşıyor olması gereklidir.

Sosyal etkileşimde yetersizlik ( göz teması kuramama, yaşıtlarıyla ilgilenmeme ve oyun oynamama, normal mimik ve duygusal ifadeleri göstermeme, etkileşim başlatma ve sürdürmede zorluk)

İletişim bozukluğu (konuşamama, aynı kelimenin sürekli tekrarı (ekolali), konuşan çocuklarla iletişim kurmaya çalışmama)

Hayali veya sembolik oyunlar oynamama (hayali oyunlar kurmama, tekrarlayan basit aktiviteler, sürekli aynı rutin hareketleri tekrar etmek, bir nesnenin bir parçasına aşırı takıntılı olmak, duygusal olarak uyarılamama veya aşırı tepki)

- Otizmli çocuklar aşağıda sıraladığımız belirtilerin çoğunu gösterirler.

Göz teması ya yoktur ya da kısıtlıdır.

Adı ile seslenince tepki vermezler

Aşırı hareketli veya hareketsiz olabilirler.

Çevreleri ile ilgilenmezler

Sarılma ve öpme gibi fiziksel temastan hoşlanmazlar.

Konuşmada gecikme vardır.

İnsanlarla iletişim yerine cansız varlıklarla ilgilenirler.

Topluluk içinde yaşıtları ile diyalog kurmazlar, oyunlara katılmazlar, kendilerini izole ederler.

Konuşmayı öğrenseler bile hep aynı kelimeyi tekrar ederler.

Konuşmayı iletişim aracı olarak kullanmazlar

Uygun olmayan cümleler kurar kalıp gibi konuşurlar.

Konuşma şekilleri ve ses tonları tekdüzedir.

İlgisiz şekilde her şeye gülebilir ve kıkırdayabilirler.

Bir cismin bir parçasına takıntı yapabilirler. (örneğin sürekli arabanın tekerleği ile oynamak)

Bazı objelere aşırı bağlanabilirler.

Düzen takıntıları vardır. Rutinleri bozulduğunda hırçınlaşabilirler.

Tekrarlayan bir hareketi örneğin el çırpma, zıplama, kendi etrafında dönme, sürekli öne arkaya sallanma, kanat çırpma gibi yaparlar.

Normal çocuklar gibi hayal kurarak oyun oynamazlar, arabaları dizer sürekli tekerini çevirirler.

Sürekli aynı oyunları oynarlar.

Bazıları çok inatçı ve hırçın olabilir. 

Sosyal ortama girdiklerinde aşırı korkup tepki verebilirler.

Sıklıkla yemek yeme bozukluğu gösterirler.

Kendilerine ve etrafındaki eşyalara zarar verebilirler.

Tehlikeye karşı duyarsızdırlar.

Acıya karşı duyarsızdırlar.

Yapılan espriyi veya imayı anlamazlar.

Normal öğrenme metotlarına duyarsızdırlar

- Otizm tedavisi nasıl olur? 

Otizm tedavisinde erken teşhis ve tedavi büyük önem taşır.

Tedavinin amacı otizmli bireyin sosyal ve bireysel yeteneklerini geliştirmektir.

Bu amaçla davranışsal eğitim ve özel terapiler uygulanır.

Uygulanacak tedavinin aileye uygun olması da önemlidir.

Konuşma terapisi, motor yetenekleri artırmaya yönelik terapiler, sosyal iletişim becerisini kazandırmaya yönelik terapiler uygulanan tedaviler arasındadır. 

İlaçlar, depresyon, dikkat eksikliği-hiperaktivite, obsesif kompulsif bozukluk gibi otizme eşlik eden durumlarda kullanılabilir. 

Otizm tedavisinde ebeveyn eğitimi de son derece önemlidir.

Otizm konusunda ailelere destek veren yasal sivil toplum kuruluşları vardır. 

 - Yetişkinlikte Otizm

Erken tanı konmuş ve yeterli tedavi edilmiş bazı yetişkin otizmliler çalışabilir ve kendi kendilerine yaşayabilirler.

Zeka geriliği olanlar ve konuşamayanlar sürekli yardıma ihtiyaç duyarlar.

Bunun yanı sıra üstün zekalı otizmliler, birçok alanda (resim yapma, müzik aleti çalma gibi) başarılı olabilir.

Ancak sosyal becerileri her zaman sınırlıdır. 

Çocuğunuzun davranışlarının diğer çocuklardan farklı olduğunu düşünüyorsanız, yukarıda saydığımız belirtilerden bazıları çocuğunuzda varsa hiç vakit kaybetmeden bir çocuk psikiyatristi ile görüşmelisiniz.

Unutmayın otizmde erken tanı ve tedavi çok önemlidir.

https://www.medicalpark.com.tr/otizm-nedir-belirti-ve-tedavi-yontemleri-nelerdir/hg-1743

+

https://fb.watch/c8zWaJJ33f/

+

https://www.memorial.com.tr/hastaliklar/otizm-nedir-belirtileri-nelerdir

 


CADILAR BAYRAMI?

.   BİR GÜN CUMHURİYET, BİR HAFTA CADILAR .   Bir günlüğüne Cumhuriyet. .   Yalnızca bir gün. Bayraklarımızı çıkarıyoruz, şiirlerimizi okuyo...