Siyaset Tarikat İlişkisi
___ NTV’de 10 Şub 2007 ___
Tarikat
lideri Esat Coşan’ın ölümüyle yeniden gündeme gelen tarikat-siyaset ilişkisi,
dün akşam NTV’de Oğuz Haksever’in yönettiği tartışma programında ele alındı.
Programa katılan
uzmanlar, özellikle 1950’lerden bu yana tarikatlarla siyasetin iç içe
girdiğinin altını çizdi. Esat Coşan’ın Bakanlar Kurulu kararıyla Süleymaniye
Camii haziresine defnedilmek istenmesine dikkat çeken katılımcılar, siyasetin
tarikatları kullanmaması gerektiği görüşünde birleşti.
Trafik
kazası sonucu Avustralya’da yaşamını yitiren Nakşibendi Tarikatı’na bağlı
İskenderpaşa Cemaati lideri Esat Coşan’ın cenazesinin Süleymaniye Camii
haziresine defnedilmek istenmesi üzerine gündeme gelen tarikat-siyaset
ilişkisi, dün akşam NTV’de Oğuz Haksever’in yönettiği tartışmada ele alındı.
İzleyicilerin
e-posta aracılığıyla gönderdikleri sorularıyla yön verdiği ve yaklaşık 3 saat
süren “Tarikat-Siyaset İlişkisi” başlıklı tartışmaya; NTV Siyaset Danışmanı
Ruşen Çakır, NTV Strateji ve Savunma Danışmanı emekli Koramiral Atilla Kıyat,
Radikal Gazetesi yazarı Tarhan Erdem, Bilgi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
İlter Turan, Sosyolog Prof. Dr. Nur Vergin ve politika sosyoloğu Gürbüz Evren
ve Demokrat Parti Genel Başkanı Korkut Özal katıldı.
SİYASETİN DİNE BAKIŞI
DEĞİŞMELİ
Programda, tarikatları yasaklamanın sorunu çözmediğinin altı çizilerek, siyasetin dine bakışının sorgulanması gerektiği vurgulandı. Türk siyasetinin 1950’lerden bu yana dini siyasete alet ederek oya dönüştürme çabası olduğuna dikkat çeken katılımcılar, buna rağmen seçmenlerin siyasal İslama prim vermediğini belirtti.
ÇAKIR: DEVLET TARİKATLARI KULLANDI
Siyasal İslam üzerine araştırmalarıyla tanınan gazeteci-yazar Ruşan Çakır, tarikatların çok köklü yapıları olduğunu belirterek, Türkiye’de önde gelen bazı tarikatların dünyada yansımaları olduğunu söyledi. Tarikatların Cumhuriyet’ten sonra da varlığını sürdürdüğünü kaydeden Çakır, devletin bazı dönemlerde tarikatları kullandığını söyledi. Çakır, şunları söyledi:
Programda, tarikatları yasaklamanın sorunu çözmediğinin altı çizilerek, siyasetin dine bakışının sorgulanması gerektiği vurgulandı. Türk siyasetinin 1950’lerden bu yana dini siyasete alet ederek oya dönüştürme çabası olduğuna dikkat çeken katılımcılar, buna rağmen seçmenlerin siyasal İslama prim vermediğini belirtti.
ÇAKIR: DEVLET TARİKATLARI KULLANDI
Siyasal İslam üzerine araştırmalarıyla tanınan gazeteci-yazar Ruşan Çakır, tarikatların çok köklü yapıları olduğunu belirterek, Türkiye’de önde gelen bazı tarikatların dünyada yansımaları olduğunu söyledi. Tarikatların Cumhuriyet’ten sonra da varlığını sürdürdüğünü kaydeden Çakır, devletin bazı dönemlerde tarikatları kullandığını söyledi. Çakır, şunları söyledi:
“En önemlisi Nakşibendiler. Bir ekol oluşturdular. İkincisi Kadiricilik.
Cerrahilik var, Mevlevilik var, Menzil Cemaati var. Yoksulların tarikatı.
İsmail Ağa tarikatı esnafa hitap eder. Işıkçılık olarak adlandırılan bir başka
Nakşibendi kolu var. Nurculuk da kendi içinde bir çok kola ayrılmış durumda.
Zehra Vakfı, Güneydoğu kökenli bir Nurcu hareketi. Süleymancılık, Rufaicilik
var. Tarikatlar gizli kapaklı Masonik teşkilatlar gibi algılanıyor. Devlet kimi
zaman hoşgörü gösteriyor, kimi zaman baskı uyguluyor. Kimi zaman birini
diğerine tercih ediyor.
Siyasetçilerin dini kullandığının altını çizen Çakır, “İki tarafın da birbirine karşı bir pozisyonu var. İki taraf da az verip çok almaya çalışıyor. Genellikle tarikatlar suçlanagelmiştir. Bence asıl sorgulanması gereken siyasetçinin dine bakışıdır” diye konuştu.
“ÖNCELİKLİ HEDEF, BU TOPLUMUN İÇİNDE YAŞAYAN BİREYLER OLDUĞUMUZU KARŞILIKLI OLARAK KABUL ETMEKTİR”
Esat Coşan’ın adının, ölümünden önce çok az bir kesim tarafından bilindiğini belirten Çakır, şöyle konuştu:
“Halbuki kendisi Türkiye’nin en eski dini gruplarından birinin lideridir. Adını da koyalım şeyhtir. Bunun nedeni, birincisi, kendisi gizliyordu, çok öne çıkmak istemiyordu. İkincisi de toplumun ona karşı olan kesimleri de onu ihmal ediyordu, görmezden geliyordu. Ama sonuçta bir bakıyoruz bu cenaze olayında gördüğümüz gibi, hepimiz aynı toplumda yaşıyoruz. Yani Esat Coşan’ın kendisini gizlemesi de, ya da karşıtlarının bu ismi gizlemesi de mesela bir ölüm olayıyla beraber ortadan kalktı. Demek ki burada yapılması gereken bence çok kapsamlı bir şekilde herkesin, öncelikle bu toplumun içinde yaşayan bireyler olduğunu karşılıklı olarak kabul etmesidir. Herkesin -bunu illa ki bir dialog, hoşgörü gibi adlandırmaya gerek yok- en azından birbirimizin varlığını cenazeden cenazeye hatırlamaması gerekiyor.”
ERDEM: SEÇMENLER PRİM VERMEDİ
Siyasetçilerin dini kullandığının altını çizen Çakır, “İki tarafın da birbirine karşı bir pozisyonu var. İki taraf da az verip çok almaya çalışıyor. Genellikle tarikatlar suçlanagelmiştir. Bence asıl sorgulanması gereken siyasetçinin dine bakışıdır” diye konuştu.
“ÖNCELİKLİ HEDEF, BU TOPLUMUN İÇİNDE YAŞAYAN BİREYLER OLDUĞUMUZU KARŞILIKLI OLARAK KABUL ETMEKTİR”
Esat Coşan’ın adının, ölümünden önce çok az bir kesim tarafından bilindiğini belirten Çakır, şöyle konuştu:
“Halbuki kendisi Türkiye’nin en eski dini gruplarından birinin lideridir. Adını da koyalım şeyhtir. Bunun nedeni, birincisi, kendisi gizliyordu, çok öne çıkmak istemiyordu. İkincisi de toplumun ona karşı olan kesimleri de onu ihmal ediyordu, görmezden geliyordu. Ama sonuçta bir bakıyoruz bu cenaze olayında gördüğümüz gibi, hepimiz aynı toplumda yaşıyoruz. Yani Esat Coşan’ın kendisini gizlemesi de, ya da karşıtlarının bu ismi gizlemesi de mesela bir ölüm olayıyla beraber ortadan kalktı. Demek ki burada yapılması gereken bence çok kapsamlı bir şekilde herkesin, öncelikle bu toplumun içinde yaşayan bireyler olduğunu karşılıklı olarak kabul etmesidir. Herkesin -bunu illa ki bir dialog, hoşgörü gibi adlandırmaya gerek yok- en azından birbirimizin varlığını cenazeden cenazeye hatırlamaması gerekiyor.”
ERDEM: SEÇMENLER PRİM VERMEDİ
Radikal Gazetesi yazarı Tarhan Erdem de, tüm siyasi partilerin
tarikatlardan oy istediğini, ancak buna rağmen seçmenlerin oylarını dini
nedenlerle değil, daha çok ekonomik ve diğer toplumsal ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak kullandıklarını söyledi. Erdem, şöyle devam etti:
“Her tarikata her parti gitmiştir. Ve buna rağmen şuanda bizim beceremediğimiz bir şey yoktur demokrasi bakımından. Demokrasi netice etibarıyla İslamcılık cereyanının 1980 sonrasındaki mümessilleri (temsilcileri), tarihe gitmeyelim, 80 sonrasındaki mümessillerinin alabildiği, konjonktürel aldığı oyları bir tarafa koyarsanız, en fazla yüzde 15’tir, 12’dir aslında.
“Her tarikata her parti gitmiştir. Ve buna rağmen şuanda bizim beceremediğimiz bir şey yoktur demokrasi bakımından. Demokrasi netice etibarıyla İslamcılık cereyanının 1980 sonrasındaki mümessilleri (temsilcileri), tarihe gitmeyelim, 80 sonrasındaki mümessillerinin alabildiği, konjonktürel aldığı oyları bir tarafa koyarsanız, en fazla yüzde 15’tir, 12’dir aslında.
Yani siyasete doğrudan doğruya katılmak isteyen, katılan bir öğreti,
İslam dini, bu öğretiye rağmen, siyasete katılma isteğini, dünyayı düzenleme
amacına ve kararına rağmen, Türkiye, Türk seçmeni, okuma yazması bu seviyede
olan, eğitimi bu seviyede olan Türk seçmeni büyük ölçüde prim vermemiştir.
Bütün seçimlerde bence etkin olan dini tercihler değildir. Daha çok ekonomik ve
diğer toplumsal ihtiyaçlardır. Bu ihtiyaçlara göre oy verilmiştir. Dolayısıyla
Türk toplumu şuanda İslam dininin veya tarikatların isteklerine netice
itibarıyla boyun eğmemiştir.”
ÖZAL: TARİKATLARIN İYİSİ DE VAR
Geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada sarf ettiği, “Ben de, kardeşim Turgut Özal da, Esat Coşan’ın müretleriydik” sözleriyle dikkat çeken Demokrat Parti Genel Başkanı Korkut Özal, tarikatların Hz. Muhammet’ten bu yana faaliyet gösterdiğini belirterek, “Tarikat çok, bunların iyisi de var, kötüsü var” dedi. Cemaatlerle tarikatların ayrı tutulması gerektiğini savunan Özal, şöyle devam etti:
“Aczimendilik diye bir tarikat var, bir de Nakşilik diye bir tarikat var. Bunların ikisi aynı kaba konulamaz. Apayrı şeyler. Aczimendilik’in kökü yok, bir yere bağlantısı yok. Yani onun için yanlış oluyor. Tarikat, yüksek ahlak sahibi insanı yetiştirmeyi amaçlar, usta çırak ilişkisi içinde... Tarikate girmenin amacı daha iyi bir müslüman olmaktır. O insanlar çok özel insanlardır.”
KIYAT: ÇOK PARTİLİ DÜZENE GEÇTİKTEN SONRA SİYASETÇİLER DİNİ KULLANDI
ÖZAL: TARİKATLARIN İYİSİ DE VAR
Geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada sarf ettiği, “Ben de, kardeşim Turgut Özal da, Esat Coşan’ın müretleriydik” sözleriyle dikkat çeken Demokrat Parti Genel Başkanı Korkut Özal, tarikatların Hz. Muhammet’ten bu yana faaliyet gösterdiğini belirterek, “Tarikat çok, bunların iyisi de var, kötüsü var” dedi. Cemaatlerle tarikatların ayrı tutulması gerektiğini savunan Özal, şöyle devam etti:
“Aczimendilik diye bir tarikat var, bir de Nakşilik diye bir tarikat var. Bunların ikisi aynı kaba konulamaz. Apayrı şeyler. Aczimendilik’in kökü yok, bir yere bağlantısı yok. Yani onun için yanlış oluyor. Tarikat, yüksek ahlak sahibi insanı yetiştirmeyi amaçlar, usta çırak ilişkisi içinde... Tarikate girmenin amacı daha iyi bir müslüman olmaktır. O insanlar çok özel insanlardır.”
KIYAT: ÇOK PARTİLİ DÜZENE GEÇTİKTEN SONRA SİYASETÇİLER DİNİ KULLANDI
İslam dininde ruhbanlık sınıfının olmadığının altını çizen emekli
Oramiral Atilla Kıyat ise, “Din kimsenin tekelinde değildir. Toplumu laik ve
Müslüman gibi ikiye bölmemeye çalışırken, iyi Müslüman az iyi Müslüman gibi bir
ayrım yapmamak gerekir” diye konuştu. Atatürk’ün “Hayatta En Hakiki Mürşit
İlimdir” sözüne atıfta bulunan Kıyat, şöyle devam etti:
“Atatürk hep dini kullananlara dikkat çekti. Anzavur isyanları, Hilafet ordusu, bölgesel isyanlar… Çerkez Ethem ve Yeşil Ordu, Şeyh Sait İsyani, Kubilay olayı. Bunların hepsini Atatürk gördü. En önemli tarikatın medeniyet olduğu keşke savunup yaşatabilseydik. Onun ölümüne kadar bu değer yaşadı. Fakat çok partili düzene geçtikten sonra dünyanın her yerinde olduğu parti yöneticileri dini kullandılar.
“Atatürk hep dini kullananlara dikkat çekti. Anzavur isyanları, Hilafet ordusu, bölgesel isyanlar… Çerkez Ethem ve Yeşil Ordu, Şeyh Sait İsyani, Kubilay olayı. Bunların hepsini Atatürk gördü. En önemli tarikatın medeniyet olduğu keşke savunup yaşatabilseydik. Onun ölümüne kadar bu değer yaşadı. Fakat çok partili düzene geçtikten sonra dünyanın her yerinde olduğu parti yöneticileri dini kullandılar.
CHP 7. kurultayında laikliğin biraz yumuşatılması gerektiği konuşmalarına
sahne oldu. Demokrat Parti döneminde 14 Mayıs zaferinden sonra ezanı Arapça’ya
döndürme icraatı başladı. Tarikatlar için Türkiye’de bir cennet ortamı
yaratılmış oldu. Said-i Nursi, fikirlerini rahatça yayabildi. DP de din
oylarını istismar ederek ilerledi. Çok partili düzene geçtikten sonra dini
kaçınılmaz olarak kullanmaya kalkanlar bugünü göremediler.”
ECEVİT’E ELEŞTİRİ
Atilla Kıyat; Başbakan Bülent Ecevit’in, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, tarikat lideri Esat Coşan’ın Süleymaniye’ye defnini öngören kararnameyi geri göndermesinin ardından yaptığı açıklamayı da eleştirdi. Ecevit’in, daha önce benzer definlerin yapıldığını ortaya koyarak “Bu yolu ben açmadım, bu yol açılmıştı” şeklindeki sözlerine tepki gösteren Kıyat, “Bu mantıkla yolsuzlukları da ben başlatmadım diyebilir” diye konuştu.
EVREN: TARİKATLAR AMAÇLARINDAN SAPTI
Politika sosyoloğu Gürbüz Evren ise; tarikatların, ortaya çıktıkları zamandan bugüne dek bir değişime uğradıklarını, kaynaktaki amaçlarından çok büyük bir oranda saptıklarını söyledi.
ECEVİT’E ELEŞTİRİ
Atilla Kıyat; Başbakan Bülent Ecevit’in, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, tarikat lideri Esat Coşan’ın Süleymaniye’ye defnini öngören kararnameyi geri göndermesinin ardından yaptığı açıklamayı da eleştirdi. Ecevit’in, daha önce benzer definlerin yapıldığını ortaya koyarak “Bu yolu ben açmadım, bu yol açılmıştı” şeklindeki sözlerine tepki gösteren Kıyat, “Bu mantıkla yolsuzlukları da ben başlatmadım diyebilir” diye konuştu.
EVREN: TARİKATLAR AMAÇLARINDAN SAPTI
Politika sosyoloğu Gürbüz Evren ise; tarikatların, ortaya çıktıkları zamandan bugüne dek bir değişime uğradıklarını, kaynaktaki amaçlarından çok büyük bir oranda saptıklarını söyledi.
İlk zamanlarda tarikatların amacının, “himmetli insan yetiştirmek,
İslam’ın erdemli insanını ortaya çıkarmak ve ibadetin iyisini gösterebilmek”
olduğunu ifade eden Evren, Osmanlıların topluma müdahale edebilmek amacıyla
tarikatları kullandığını söyledi. Cumhuriyet döneminde de bazı tarikatların
kullanıldığını söyleyen Evren, özetle şunları söyledi:
“TARİKATLAR ŞEFFAF OLMALI”
“Tarikatların yapısını beğensek de beğenmesek de, hoşumuza gitse de gitmese de çok büyük toplumsal bir gerçek olarak, çok ağır bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Önce onun ne olduğunu anlamamız gerekiyor. Ama biz anlarken yani toplumdaki insanlar, bunu anlarken; her şeyden önce tarikatlara düşen de bir görev var: Şeffaflık ilkesi. Yani saydam olmak zorundalar. Dışarıya bir fazla bilgi akışı sağlamak zorundalar. O kapalı kutu olma özelliklerini bir kenara bırakmaları lazım.”
Türkiye’deki nüfusun yaklaşık yüzde 40’ının köylü olduğunu, büyük kentlerin varoşlarında yaşayan yüzde 25’lik bir kitlenin de gizli bir köylülük yaşadıklarını anımsatan Evren, şöyle devam etti:
“TARİKATLARIN YOĞUN OLARAK ÇALIŞACAKLARI BİR TARLA: VAROŞLAR”
“Yani bu insanlar metropollerdeki birtakım olanaklardan yararlanamayarak, sıkıntı içerisinde ve yalnızca tarikatlar değil başka radikal söylemlere de aynı şekilde meyil edebiliyorlar. Ama, o Türkiye’nin hızlı kentleşememesi, o kentleşememeden kaynaklanan sorunlar sonrasında bu insanlar hangi toplum içerisinden geliyorlar? Feodal bir toplum içerisinde geliyorlar. Feodal toplumda iki tane önemli unsur var. Nedir etkili olan, hakim olan unsur? Bir tanesi ağalık, bir tanesi din. Ağalık baktığımız zaman geldiği yerde, yani o tarımsal toplumda, kırsal kesimde ağalığı bırakıyor. Ama kente geldiği zaman, kentte din öğesi yine ağır basıyor. Ta ki o kentleşme tamamlanıncaya kadar. Din ögesi ağır basarken de bir yerde bakıyorsunuz yine şeyhlerin, tarikatların çok yoğun olarak çalışabilecekleri bir tarla ortaya çıkmış oluyor. Ve bununla birlikte bunun sonucunda ben doğal olarak İslam’ın da siyasallaşmasından dolayı, yani bir siyasal İslam’ın ortaya çıkmasıyla birlikte tarikatlar da bu siyasal İslam’ın ister istemez, ya da dinlere ki tabi bilinmeyerek kullanıldıkları, onlara hizmet eden ögeler haline geliyorlar.”
VERGİN: TÜM TOPLUMLARDA DİN KULLANILMAK İSTENDİ
Sosyolog Prof. Dr. Nur Vergin de, tarikatların sosyal boyutları olduğunu belirterek, “Başlangıç noktası itibariyle ve sonuç itibariyle tarikatların tabii ki bir de siyasal boyutu da var. Bu da çok normal bir şey” dedi. Din ve siyasetin sadece İslam toplumunda değil, diğer toplumlarda da iç içe olduğunu savunan Prof. Vergin, şöyle devam etti:
“TARİKATLAR ŞEFFAF OLMALI”
“Tarikatların yapısını beğensek de beğenmesek de, hoşumuza gitse de gitmese de çok büyük toplumsal bir gerçek olarak, çok ağır bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Önce onun ne olduğunu anlamamız gerekiyor. Ama biz anlarken yani toplumdaki insanlar, bunu anlarken; her şeyden önce tarikatlara düşen de bir görev var: Şeffaflık ilkesi. Yani saydam olmak zorundalar. Dışarıya bir fazla bilgi akışı sağlamak zorundalar. O kapalı kutu olma özelliklerini bir kenara bırakmaları lazım.”
Türkiye’deki nüfusun yaklaşık yüzde 40’ının köylü olduğunu, büyük kentlerin varoşlarında yaşayan yüzde 25’lik bir kitlenin de gizli bir köylülük yaşadıklarını anımsatan Evren, şöyle devam etti:
“TARİKATLARIN YOĞUN OLARAK ÇALIŞACAKLARI BİR TARLA: VAROŞLAR”
“Yani bu insanlar metropollerdeki birtakım olanaklardan yararlanamayarak, sıkıntı içerisinde ve yalnızca tarikatlar değil başka radikal söylemlere de aynı şekilde meyil edebiliyorlar. Ama, o Türkiye’nin hızlı kentleşememesi, o kentleşememeden kaynaklanan sorunlar sonrasında bu insanlar hangi toplum içerisinden geliyorlar? Feodal bir toplum içerisinde geliyorlar. Feodal toplumda iki tane önemli unsur var. Nedir etkili olan, hakim olan unsur? Bir tanesi ağalık, bir tanesi din. Ağalık baktığımız zaman geldiği yerde, yani o tarımsal toplumda, kırsal kesimde ağalığı bırakıyor. Ama kente geldiği zaman, kentte din öğesi yine ağır basıyor. Ta ki o kentleşme tamamlanıncaya kadar. Din ögesi ağır basarken de bir yerde bakıyorsunuz yine şeyhlerin, tarikatların çok yoğun olarak çalışabilecekleri bir tarla ortaya çıkmış oluyor. Ve bununla birlikte bunun sonucunda ben doğal olarak İslam’ın da siyasallaşmasından dolayı, yani bir siyasal İslam’ın ortaya çıkmasıyla birlikte tarikatlar da bu siyasal İslam’ın ister istemez, ya da dinlere ki tabi bilinmeyerek kullanıldıkları, onlara hizmet eden ögeler haline geliyorlar.”
VERGİN: TÜM TOPLUMLARDA DİN KULLANILMAK İSTENDİ
Sosyolog Prof. Dr. Nur Vergin de, tarikatların sosyal boyutları olduğunu belirterek, “Başlangıç noktası itibariyle ve sonuç itibariyle tarikatların tabii ki bir de siyasal boyutu da var. Bu da çok normal bir şey” dedi. Din ve siyasetin sadece İslam toplumunda değil, diğer toplumlarda da iç içe olduğunu savunan Prof. Vergin, şöyle devam etti:
“Bundan epey yıl önce Karadeniz Ereğlisi bölgesinde bir köy araştırması
yapmış bulunuyorum. Söz konusu bölgede, yani demirçelik fabrikası kurulmadan
önce olmayan Nakşibendilik orada yeşermeye başlamış. Ve bu tabi tamamen
sosyolojik. Neden olmuş? Çünkü birden bire ‘insancıkların’ hayatları alabora olmuş.
Şimdi yeni bir uyum sağlamak için, adaptasyon sağlamak için insanlar hangi
olaylara başvuruyorlar ayakta durabilmek için? En iyi bildikleir dili
kullanıyorlar. En iyi bildikleri dil de dinin dili. Şimdi bu siyasetle ilgili
mi, sosyolojik kökeni nedir? Sonuçları siyasi midir? Tabii ki öyledir...
Bakınız,
Fuat Köprülü’nün ‘kolonizatör dervişler’ diye birçok ünlü makalesi vardır.
Şimdi bizim Anadolu’yu Türkleştiren, kolonisi eden kimlerdir? Dervişlerdir,
yani birtakım tarikat mensupları. Tabii ki bunlar toplumsal dokuyla, siyasetle
iç içe. Evet, Osmanlı devleti, tarikatları kullanmıştır ve Cumhuriyet Devleti
de kısmen bu işbirliğine gitmeye devam etmektedir. Bütün dünyada bütün
devletler, ben devletim diyen devletler, her zaman dini kullanmaya çalışmışlardır.
Yani bunu şey önermiştir. ‘Bir zahmet lütfen dindar gibi gözükür müsünüz?’
demiştir prensine. Bunu İngiltere yapmıştır...”
TURAN: ATATÜRK’ÜN AMACI, ÖZGÜR DÜŞÜNCEYE ELVERİŞLİ BİR ORTAM YARATMAKTI
Prof. Dr. İlter Turan da, Türkiye’nin laiklik tarihini, Osmanlı döneminden miras alınan süreçle birlikte değerlendirerek şöyle aktardı:
Prof. Dr. İlter Turan da, Türkiye’nin laiklik tarihini, Osmanlı döneminden miras alınan süreçle birlikte değerlendirerek şöyle aktardı:
“Türkiye’de Atatürk laikleşme
devrimlerini gerçekleştirdiği zaman, hangi siyasi ihtiyaçlar içerisinde
bulunuyorduk ve hangi siyasi miras üzerine bu inşaa edildi? Buna bakmamız
lazım. Birincisi, Osmanlı’nın son dönemindeki çağdaşlaşma hareketlerinin ortaya
çıkardığı laik bir aydın tipine karşı, özellikle Abdülhamit’ten başlayarak bir
siyasi meşruiyetini din kanalıyla güçlendirmek için bir girişim var. Yani
Abdülhamit bir anlamda bu çağdaş işte mekteplilerin laik belki de hükümdar
tanımaz, hükümdarın iradesini tanımaz havasına karşı bir mistik dinci grupları
teşvik etmiştir. Şimdi bunun çözülmesi gerekiyordu, bir.
İkincisi; biz bir imparatorluktan, o imparatorluk içerisinde kendisini
bir millet olarak görme alışkanlığını kazanmamış, ümmet olarak gören bir şeyden
bir millet yaratma ihtiyacıyla karşı karşıyayız. Ve millet yaratma da hani dini
unsurların bir süre için arka plana atılması, ulusal nitelikteki unsurların da ön
plana çıkarılmasıyla gerçekleştirilebiliyor. Dolayısıyla Atatürk derinliğini bu
şekilde anlamlandırmak lazım.
Ve yani Atatürk’ün yapmaya çalıştığı neydi dediğiniz zaman, dini ortadan kaldırmak değil, özgür düşünceye elverişli bir ortam yaratmak. O ortam geliştikçe zaten tabi olarak yani dine karşı özel bir mücadele vermek ihtiyacı da ortadan kalkıyor. Tabii ki dünyanın her yerinde olduğu ölçüde fakat belki kendi ülkemizde daha da fazla, hani dini hareketleri kendi amaçları için kullananlar olabiliyor. Bunlar son derece laik siyasetçiler de olabiliyor. Yani bu ve burda belki tarikatlardan çok bunu acaba kendi siyasi ihtiyaçlarım için kullanabilir miyim diye düşünen siyasetçiler de...
Ve yani Atatürk’ün yapmaya çalıştığı neydi dediğiniz zaman, dini ortadan kaldırmak değil, özgür düşünceye elverişli bir ortam yaratmak. O ortam geliştikçe zaten tabi olarak yani dine karşı özel bir mücadele vermek ihtiyacı da ortadan kalkıyor. Tabii ki dünyanın her yerinde olduğu ölçüde fakat belki kendi ülkemizde daha da fazla, hani dini hareketleri kendi amaçları için kullananlar olabiliyor. Bunlar son derece laik siyasetçiler de olabiliyor. Yani bu ve burda belki tarikatlardan çok bunu acaba kendi siyasi ihtiyaçlarım için kullanabilir miyim diye düşünen siyasetçiler de...
http://arsiv.ntv.com.tr/news/62972.asp
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder