İnsan Zihninin Ardındaki
şey "bilinç"
olmayabilir
5 Aralık 2017
Herkes
bilinçli olmanın nasıl bir his olduğunu bilir.
Bilinçli
olmak, her geçen gün, sahip olduğumuz deneyimlerin, duyguların ve düşüncelerin
kontrol ve sahiplik hissini bize veren kişisel farkındalığın kendine özgü
anlamıdır.
Birçok
uzman, bilincin iki kısma ayrılabileceğini düşünüyor.
Bunlar,
bilinç deneyimi (kişisel farkındalık) ve düşünceleri, inançları, hisleri,
algıları, niyetleri, anıları ve duyguları içeren bilinç içeriğidir.
Bilinç
içeriğinin kişisel farkındalığımız tarafından bir şekilde seçildiğini ve
kontrol edildiğini varsaymak kolaydır.
Sonuçta,
düşünceler düşünülene kadar var olamaz. Ancak Frontiers of Psychology dergisinde yayımlanan yeni bir
araştırma yazısında, bunun bir hata olduğunu iddia ediyoruz.
Kişisel
farkındalığın inançlarımızı, duygularımızı veya algılarımızı yaratmadığına,
seçmediğine veya bunlara neden olmadığına inanıyoruz.
Bunun
yerine, bilinç içeriğinin beyinlerimizdeki hızlı, verimli ve bilinçsiz
sistemler tarafından “sahne arkasında” üretildiğini düşünüyoruz.
Bütün
bunlar, bu süreçler gerçekleşirken yolcu koltuğunda pasif şekilde oturan
kişisel farkındalığımız tarafından herhangi bir müdahale olmadan gerçekleşiyor.
Bu yalnızca bir öneri değil!
Eğer
bunlar size garip geliyorsa, her sabah bir önceki gece bilincinizi kaybettikten
sonra hiç bir çaba göstermeden bilinci nasıl geri kazandığınızı; düşüncelerin
ve duyguların, zihnimize önceden oluşmuş bir şekilde nasıl ulaştığını;
gördüğünüz şekillerin ve renklerin hiç bir çaba sarf etmeden, akılda kalıcı
yüzler ve anlamlı nesneler halinde nasıl oluştuğunu düşünebilirsiniz.
Bedeninizi
hareket ettirmek veya cümle kurmak için sözcükleri kullanmak gibi görevlerden
sorumlu olan tüm nöropsikolojik süreçlerin, kişisel farkındalığınızla ilişkiye
girmeden gerçekleştiğini düşünün.
Biz,
bilinç içeriğinin oluşumundan sorumlu süreçlerin de aynı şekilde çalıştığını
savunuyoruz.
Düşüncemiz,
nöropsikolojik ve nöropsikiyatrik sorunlara odaklanan araştırmalardan ve yakın
zamanda hipnoz yöntemi kullanılarak yapılan algısal nörobilim çalışmalarından
etkilendi.
Ayrıca
hipnoz yöntemi kullanılarak yapılan bu çalışmalar; kişinin ruh halinin,
duygularının, düşüncelerinin ve algılarının öneri yoluyla değiştirebileceğini
gösteriyor.
Bu tür
çalışmalarda katılımcılar, zihinsel olarak odaklanılmış bir duruma
girebilmelerine yardımcı olması için hipnoz başlatma işlemine girerler.
Ardından,
katılımcılara algılarını ve deneyimlerini değiştirmeleri için öneriler sunulur.
Örneğin
bir çalışma esnasında katılımcılar, kollarını bilinçli bir şekilde yukarı
kaldırdıklarında, bir makara tarafından kolları yukarı kaldırıldığında veya bir
hipnoz telkini sırasında kollarının makara ile kaldırıldığı söylenirken, kollar
buna tepki olarak hareket ettiğinde araştırmacılar katılımcıların beyin
aktivitelerini kayıt altına aldılar.
İsteğe
bağlı olmayan ancak yapılması istenen olan “yabancı” bir hareket sırasında,
beynin benzer alanları aktifti.
Bununla
birlikte, bilinçli yapılan eylem sırasında beyin hareketleri diğerlerinden farklıydı.
Bu
nedenle, hipnotik öneriler, kabul edildiğinde, kişinin algılarını ve
davranışlarını değiştirme gücüne sahip bir fikir veya inanç iletmenin aracı
olarak görülebilir.
Kişisel Anlatı
Tüm
bunlar düşüncelerimizin, duygularımızın ve algılarımızın aslında nereden
geldiği hakkında merak uyandırabilir.
Biz,
bilincin içeriğinin, beynimizdeki bilinçsiz süreçler tarafından üretilen
deneyimlerin, duyguların, düşüncelerin ve inançların bir alt kümesi olduğunu
savunuyoruz.
Bu alt
küme, sürekli güncellenen bir kişisel anlatı şeklini alıyor.
Kişisel
anlatı, kişisel farkındalığımız ile paralel olarak ortaya çıkıyor; kişisel
farkındalığın kişisel anlatı üzerinde etkisi bulunmuyor.
Kişisel
anlatı oldukça önemlidir.
Çünkü,
otobiyografik bilgileri (kendinize, kendiniz hakkında anlattığınız hikayeyi)
hafızada saklamayı sağlar; ayrıca insana algıladığı ve deneyimlediği şeyleri
başkalarına iletme imkanı sağlar.
Böylece
bu durum, diğer insan davranışlarını tahmin edebilmek gibi hayatta kalma
becerileri üretmemize olanak sağlar.
Bunun
gibi kişiler arası özellikler, binlerce yıldır insan evladının hayatta
kalmasını sağlayan kültürel ve toplumsal yapıların gelişimini destekler.
Dolayısıyla,
insanın, benzersiz evrimsel avantajlarını içeren kişisel anlatısının -kişisel
farkındalık değil- içeriğini diğer insanlara iletebilme kabiliyeti olduğunu
savunuyoruz.
Peki bunların amacı nedir?
Bilinç
deneyimi, herhangi bir avantaja sahip değilse, amacının ne olduğu tartışılır.
Ancak
biz, bilinçsiz süreçlere pasif bir şekilde eşlik eden kişisel farkındalık
olgusunun, tıpkı bir gökkuşağı gibi bir amaca sahip olmadığını düşünüyoruz.
Gökkuşağı
basit bir şekilde, güneş ışığının
yansıması, kırılması ve dağılmasından kaynaklanır.
Bu
yüzden bu süreçlerin hiçbiri belirli bir amaca hizmet etmez.
Ayrıca,
sonuçlarımız kişisel sorumluluk ve özgür irade kavramlarıyla ilgili soruları da
beraberinde getiriyor.
Kişisel
farkındalığımız düşüncelerimizi, hislerimizi, duygularımızı, eylemlerimizi ve
kararlarımızı yansıtan kişisel anlatı içeriklerini kontrol etmiyorsa, belki de
onlardan sorumlu tutulmamalıyız.
Buna
karşılık, özgür irade ve kişisel farkındalığın toplum tarafından inşa edilmiş
kavramlar olduklarını savunuyoruz.
Bu
nedenle, özgür irade ve kişisel farkındalık, kendimizi birey ve tür olarak
görüp anladığımız şekilde inşa edilir; ayrıca kişisel anlatılarımızı oluşturan
bilinçsiz süreçler içinde temsil edilir.
Bu
şekilde, kişisel anlatıları diğer insanlara iletebiliriz.
Bilincin
yolcu koltuğunda pasif olarak seyahat ediyor olması, özgür irade ve kişisel
sorumluluk gibi önemli gündelik anlayışları ortadan kaldırmamız gerektiği
anlamına gelmiyor.
Aslında
bu anlayışlar, bilinçsiz beyin sistemimizin işleyişinde saklıdır.
Toplumda güçlü amaçlara ve kendimizi nasıl anladığımız
konusunda da derin bir etkiye sahiplerdir.
Yazarlar: David A. Oakley
ve Peter Halligan
Çeviren: Cavit Karakuzu
Kaynak: The Conversation
Çeviren: Cavit Karakuzu
Kaynak: The Conversation
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder