DEVLET TEORİSİNDE
KUVVETLER AYRILIĞININ DOĞUŞU:
LOCKE VE
MONTESQUIEU
Dr. Öğr. Üyesi Ayşe ÖZKAN DUVAN
ÖZET
Kuvvetler
ayrılığı ilkesi günümüzde demokratik anayasal yönetim anlayışının tartışmasız
temel unsuru olarak kabul edilmektedir.
İktidarı
kullananların yetkilerini sınırlama ihtiyacıyla ortaya çıkan bu ilkenin
tarihsel gelişim süreci İlk Çağ’a kadar uzanmaktadır.
Ancak
modern anlamıyla kuvvetler ayrılığı anlayışının kökenleri büyük ölçüde İngiliz
filozof Locke ve Fransız düşünür Montesquieu’nun çalışmalarına dayanmaktadır.
Locke’un
yasamayürütme-federatif erkler ayrımı, Montesquieu’da yasama-yürütme-yargı
ayrımı formunu kazanmıştır.
Bu
çalışmada, öncelikle üçlü erkler ayrımının gelişim süreci, düşünürlerin
yaklaşımları bakımından ayrı ayrı ele alınmaktadır.
Ardından
farklı özellikleri bakımından erkler ayrılığı düşüncelerinin analizi
yapılmaktadır.
Locke,
Montesquieu, hatta son bölümde kuvvetler ayrılığının yanlış olduğunu savunan
muhaliflerin, Rousseau’nun düşünceleri ele alınmaktadır.
Yasamanın
üstünlüğü görüşünün öne çıkması nedeniyle erkler arasındaki ilişkiler için
öngörülen fren ve denge mekanizmasının ancak devrimler döneminden sonra etkin
şekilde uygulama alanı bulduğu öne sürülmektedir.
GİRİŞ
Siyaset
teorisinde devlet olarak tanımlanan yapı, bir bütün olarak kabul edilmekle
birlikte devlet gücünün kullanılması söz konusu olduğunda bütünlükten söz
edilememektedir.
İktidarın
sınırlanması ihtiyacıyla gelişen erkler ayrımı, devletin yerine getirdiği
görevlerin ayrılması olarak anlaşılmaktadır.
Devletin
bu görevlerinin her biri belirli bir organa verilir ve bu organların yapısal
bakımdan göreceği işler onların fonksiyonu olarak biçimlenir.
Kuvvetler
arasındaki ilişki ve meydana gelen karşılıklı etkileşim, siyasal rejimlerin
niteliklerini saptayıcı niteliktedir.
Özellikle
de yasama erki ile yürütme erki arasındaki ilişki bu anlamda daha belirleyici
bir mahiyet arz eder.1
Devlet
olarak tanımlanan yapının egemen iradesini kullanma şeklini belirlemede çözüm
olarak sunulan kuvvetler ayrılığı ilkesi, uzun bir süreçte olgunlaşmıştır.
Kuvvetler
ayrılığı düşüncesinin gelişim sürecini, ideal devlet arayışına katkıda bulunan
İlk Çağ düşünürlerine kadar götürmek mümkündür.
Sürece
katkısı bakımından bu dönemin düşünürleri arasında Aristoteles’in çalışmaları
ön plana çıkmaktadır.
Erdemlilikten
hareketle en iyi hükümet fikrini arayan Aristoteles, devletin faaliyetlerini
üçe ayırarak her faaliyetin bir organa verilmesi gerektiği düşüncesini ilk kez
ortaya atmış; bu düşünceye dayanan güçler ayrımının ilk tasvirini ve tahlilini
yapmıştır. 2
Aristoteles’e
göre, en iyi anayasa, iki yanlış yönetim şekli olan oligarşi ile demokrasinin
karışımı sonucunda ortaya çıkacak doğru bir yönetim şekli olan bir karma
anayasa olacaktır.
Böyle
bir anayasa Aristoteles tarafından “her devlette bulunan erklerin dağılımının,
egemenliğin yerinin ve siyasal toplumun gerçekleştirmeyi amaçladığı hedefin
belirlenmesi için benimsenen düzenleniş biçimi” şeklinde tanımlanmıştır.3
Üçlü
iktidar anlayışını geliştiren Aristoteles, yönetimin üç işlevle
sağlanabileceğini savunmuştur.4
Bu
işlevler, yasamaya tekabül eden müzakere makamı, yürütmeye tekabül eden kumanda
makamı ve yargıya tekabül eden adalet makamıdır.5
Yasama
erki Aristoteles’in düşüncesinde, savaş ve barışa karar verme, anlaşma yapma ve
bozma, yasa koyma ve kaldırma, ölüm, sürgün veya mala el koyma cezası verme
yetkisiyle donatılmış en üstün güç olarak tasarlanmıştır.
Yürütme
erki, belirli konularda görüşme yapıp karar alma ve buna ilişkin buyruk verme
yetkisiyle donatılmıştır. Aristoteles’in düşüncesinde yargı erkine davalara
bakma yetkisine sahip olarak daha kısa bir şekilde değinilmiştir.
Geliştirdiği
bu görüşlerle üç ayrı iktidar alanı ayrımını yapmış olmakla birlikte,
Aristoteles’in modern anlamda, erklerin birbirlerini dengeleyip frenledikleri
kuvvetler ayrılığı düşüncesine sahip olmadığı kabul edilmektedir.6
Aristoteles’in
üçlü erkler ayrımını yapmasındaki amaç, devlet şekillerini daha belirgin
şekilde analiz etmek, bunlar arasındaki anayasal farklılıkları daha açık şekilde
ortaya koymak ve karakterize etmek olarak anlaşılmıştır.
Meclislerin,
yöneticilerin ve yargıçların belirlenmesi ve işlevlerinin saptanması, esas
alınacak rejim türüne göre değişiklik arz etmektedir.
Dolayısıyla
söz konusu ayrım, bir gelecek vaat eden ancak kesinlikle bir kuvvetler ayrılığı
öğretisi olarak nitelenemeyecek işlevsel bir ayrımdır.7
Roma
döneminin siyaset kuramcılarından olan Polybios da Yunan düşünürleri tarafından
geliştirilen karma anayasa kuramının bir başka temsilcisidir.
Polybios,
yönetimin bozulmasının önüne geçmek için siyasal gücün, birbirini
denetleyebilecek çeşitli kurumlar arasında dağıtılmasını uygun bulmuştur.8
Kuşkusuz
çağdaş hukuk ve egemenlik teorileri ile İlk Çağ düşünürlerinin geliştirdiği bu
yaklaşımlar arasında yakın bir ilişki vardır.9
Modern
anlamıyla kuvvetler ayrılığı anlayışının kökenleri büyük ölçüde İngiliz filozof
John Locke ve Fransız düşünür Baron de Montesquieu’nun çalışmalarına
dayanmaktadır.
Kavramın
oluşmasında ise iki düşünürle birlikte Lord Bolinbroke’un çalışmaları da pay
sahibidir. Voltaire’i ve Montesquieu’yuderinden etkilediği kabul edilen
Bolinbroke, İngiltere’de parlamentonun, kraliyet bakanlarının her dediğini
onaylayan bir araç haline gelmesine karşı çıkmış ve yasamanın yürütmeden
bağımsız olmasını savunmuştur.10
Bu
bağlamda geliştirilen kuvvetler ayrılığı kavramı on sekizinci ve on dokuzuncu
yüzyıllarda bilimsel çerçeveye oturtulmuştur.
Öte
yandan on üçüncü yüzyılda Magna Carta ile İngiliz Kralının yetkilerinin
sınırlandırılmasına yönelik gelişmeler de güçler ayrımı anlayışıyla
bağdaştırılabilmektedir.11
Anayasacılığın
özünü oluşturan siyasi iktidarın sınırlanması düşüncesi ile kuvvetler ayrılığı
teoremi Orta Çağ’da John Locke tarafından ortaya atılmıştır.
On
yedinci yüzyılda mutlakiyetçi devlet anlayışına ağır bir darbe indiren Locke,
liberal devlet sisteminin öncüsü olarak kabul edilmektedir.
1690
yılında “Hükümet Üzerine İnceleme”12 adlı çalışmasıyla kuvvetler ayrılığı
teorisinin temellerini oluşturmuştur.
Kuvvetler
ayrılığı yaklaşımı daha sonra Fransız filozof Montesquieu’nun 1748 yılındaki
“Yasaların Ruhu Üzerine”13 adlı çalışmasıyla geliştirilmiş ve modern dönemdeki
formunu kazanmıştır.
Çalışmamızda
kronolojik gelişimine uygun olarak önce Locke’un, ardından Montesquieu’nun
erkler ayrımına, son olarak Rousseau’nun kuvvetler ayrılığı karşıtı siyaset
teorisine yer verilecektir.
Düşünürlerin
kuvvetler ayrılığı ilkesinin gelişimine katkıları ele alınacaktır.
YASAMA-YÜRÜTME-YARGI AYRIMI
“Yasaların
Ruhu Üzerine” adlı eserinin başlangıcında Montesquieu, yasa koyucunun niyet ve
hedeflerinin ötesinde yasaların yapılmasına hâkim olan ilkeleri ortaya
koymuştur.
Montesquieu,
toplumları yöneten yasaların da başka yasalara bağlı olduğunu göstermek
istemiştir.45
Yasaların
bulunduğu bir toplumda -devlet düzeninde- özgürlüğün anlamı da bireyin yasalar
çerçevesinde isteyebileceklerini istemesi, yasalara göre isteyemeyeceklerini de
istememesidir.
Başka
bir deyişle özgürlük, yasaların izin verdiği her şeyi yapabilmek ve izin
vermediklerini yapmamaktır.46
Buna
göre özgürlükten söz edebilmek için, iktidarın kötüye kullanılmadığı ılımlı
yönetimler gereklidir.
İktidar
yetkilerinin kötüye kullanılmasını önlemenin yolu da iktidarı iktidarla
durdurmaktır, frenlemektir.
Herhangi
bir siyasal düzende özgürlüğün var olup olmadığını ölçmek için, iktidarın
iktidarla sınırlandırılmış olup olmadığına bakmak gerekmektedir.47
Montesquieu
kuvvetler ayrılığını günümüzde kullanılan biçimiyle, yasama yürütme ve yargı
erkleri ayrımına dayalı olarak ilk kez formüle etmiştir.
Onun
geliştirdiği kavramsallaştırmaya göre her devlette yasama, yürütme ve yargı
olmak üzere üç tür erk mevcuttur.48
Montesquieu’nun
kuvvetler ayrılığı doktrini, İngiliz Anayasasında birbirinden ayrılmış yasama
yürütme ve yargı erklerinin despotluğa kaymayı önleyecek şekilde birbirini
denetlemesine dayalı olduğu varsayımını temel almıştır.
İngiliz
anayasal sisteminde, kralın yürütme, parlamentonun yasama, mahkemelerin de
yargı erkini elinde bulundurduğunu değerlendirmiş ve kendi içinde eksikleri
bulunan bu uygulamanın sisteminden esinlenmiştir.
Bu
doğrultuda Fransa’da da temel hak ve özgürlüklerin teminat altına alınabilmesi
için yasama yürütme ve yargı erklerinin ayrı organlara verilmesi gerektiğini
savunmuştur.49
Aslında
dönemin İngiliz siyasal sistemindeki gelişmeler bir yanıyla katı kuvvetler
ayrılığına dayalı başkanlık sistemine esin kaynağı olurken, öte yandan yumuşak
kuvvetler ayrılığı sistemine dayalı parlamenter sisteme dönüşme sürecindeydi.
İngiliz
siyasetindeki yapısal değişiklikler 1787 Anayasası başkanlık sistemi modeline
yol göstericilik yapmıştır.
Bununla
birlikte Lordlar Kamarasının yetkilerinin kısıtlanmasıyla şekillenen yasamanın
kısıtlanması süreci de İngiliz siyasal sistemini parlamenter sisteme
yönlendirmiştir.50
Dönemin
İngiliz kamu hukukunda yaşanan gelişmelerin etkisi altında kalan Montesquieu,
Locke’un yasama-yürütme-federatif erkler ayrımının yerine yasama-yürütme-yargı
ayrımını getirmiştir.
Yasa
koyma, değiştirme ve kaldırma yetkisine sahip olan yasama erki genel iradenin temsilcisidir.
Yasaların
iyi uygulanıp uygulanmadığını denetlemekle yükümlüdür. Montesqieu, halkın
temsilcilerinden oluşan meclisin yanında soyluların temsilcilerinden oluşan
ikinci bir meclis öngörmüştür.
Bu
iki meclis ayrı ayrı toplanacak ve farklı bakış açılarına sahip olacaktır.51
Bu
meclisler İngiliz siyasal sistemindeki adıyla Lordlar Kamarası ile Avam
Kamarasıdır.
İkinci
mecliste üyelik babadan oğula geçeceği için kendi menfaatleri doğrultusunda
tercihte bulunabileceği düşüncesiyle bu meclise vergi koyma gibi konularda
karar verme yetkisi tanınmamıştır.52
Montesqieu,
iki meclisli yapının gerekliliğini toplumda mevcut iki sınıfın çıkarlarının
dengelenmesi ihtiyacına ve karşılıklı kontrol sağlama ihtiyacına dayanarak
açıklamıştır. Montesquieu’nun siyaset teorisinde yürütme erki genel iradenin
yürütülmesi olup, bu işlevi yerine getirmek üzere tayin edilen organın savaşa
ve barışa karar verme yetkisini kullanarak gerekli güvenlik tedbirlerini alması
öngörülmüştür.
Yürütme
organı yabancı devletlere temsilci gönderir ve yabancı temsilcileri kabul
eder.53 Montesquieu, yürütme erkinin yasama organı içinden seçilecek bir kişi
ya da kurula verilmesini, kuvvetlerin birbirinden ayrılması yaklaşımıyla
bağdaştırmadığı gerekçesiyle yürütme erkinin monarka ait olduğunu kabul
etmiştir.
Montesquieu’nun
üçlü kuvvetler ayrımında yer verdiği yargı erkini, diğer erklerden daha sonra
teorisine dâhil ettiği öne sürülmektedir.54
Üçüncü
erk olan yargı, uyuşmazlıkları çözümleyerek yaptırım uygulanmasına karar veren
bir güç olarak tasarlanmıştır. 55
Buna
göre yargılama görevinin, halk tarafından seçilen mahkemelerce yerine
getirilmesi gerekmektedir.
Yargı
yetkisini kullanan kişilerin, yasalarla ilgili olarak yorum yapmadan,
inisiyatif kullanmadan, tıpatıp uygulama görevini icra etmeleri öngörülmüştür.
56
Yargı
erki, bir tür jüri sistemi ve habeas corpus aracılığıyla yurttaşların siyasal
özgürlüğüne güvence oluşturacaktır.
Yargıçların
halk tarafından seçilmesi ve belirli bir süreyle sınırlı olarak görev yapmaları
öngörülmüştür.
Yargı
erkini kullanan mahkemelerin, sürekli olarak bu görevde bulunmamaları
gereklidir.
Eğer
süreklilik ve bir düzen içinde bu görev ifa edilirse bir süre sonra kuvvetlerin
birleşmesi sonucu ortaya çıkacaktır.
Bu
özellikleri yargı organını, yasama ve yürütme organından
farklılaştırmaktadır.57
Montesquieu
yargıyı, yasaların lafzından fazlasıyla uğraşmayan, pek bir yaratıcı işlevli
olmayan erk olarak nitelemiştir.
Böylece
yargı erki, yasama ve yürütmeden farklı olarak siyasal bakımdan etkin ve
hukuksal bakımdan biçimlendirici olmayan bir devlet gücü olarak
konumlandırılmıştır.
Yargıya
ilişkin bu konumlandırma şeklinin, ne Anglo-Sakson hukuk modeliyle ne de Kıta
Avrupası hukukunda gelişen içtihat hukuku anlayışıyla bağdaşmadığını belirtmek
gerekir.58
Montesquieu,
siyasal özgürlüğün sağlanmasını ve sürdürülmesini yasama, yürütme ve yargı
erkinin farklı ellere verilmesine bağlamıştır.
Eğer
bir devlette yasama, yürütme ve yargı yetkileri aynı kişi ya da organda
toplanırsa özgürlük ortadan kalkar.
Sadece
yasama erki ile yürütme erki aynı kişide ya da kurulda birleştiğinde yine
özgürlükten söz edilemeyecektir.
Çünkü
bu durumda aynı monarkın ya da kurulun yasaları despotça uygulamak için
despotik yasalar çıkarması olanaklı hale gelmektedir.59
Yargı
erkinin yasama erkiyle ya da yürütme erkiyle birleştiği durumda da yine
özgürlük söz konusu olamaz.
Çünkü
böyle bir durumda birey özgürlüklerini ve yaşamlarını tehlikeye sokan bir güç
meydana gelmiş olur.
Bu
üç erk, ister bir kişi, ister yüksek memurlar, ister aristokratlar ve isterse
halk olsun, aynı kesimin elinde toplandığı takdirde devletteki her şey
yıkılır.60
SONUÇ
Kuvvetler
ayrılığı düşüncesi İlk Çağ’dan itibaren temelleri atılmaya başlanan bir
yaklaşımın ürünü olmuştur.
İdeal
yönetim anlayışıyla yola çıkan ve en iyi hükümet fikrini arayan Aristoteles,
devletin faaliyetlerini üçe ayırarak her faaliyetin bir organa verilmesi
gerektiği düşüncesini ilk kez ortaya atmıştır.
Böylece
üçlü görev paylaşımı düşüncesi tamamıyla işlevsel bir ayrım olarak doğmuştur.
Polybios
döneminde ise, yönetimin bozulmasının önüne geçmek için siyasal gücün,
birbirini denetleyebilecek çeşitli kurumlar arasında dağıtılması düşüncesi
savunulmuştur.
Modern
anlamıyla kuvvetler ayrılığı anlayışının temellerini ise John Locke ve Baron de
Montesquieu’nun çalışmaları oluşturmuştur.
Locke,
yasama ve yürütmenin yanındaki üçüncü erki, federatif erk olarak tasarlamış ve
yasamanın üstünlüğü esasını savunmuştur.
Locke,
Montesquieu’dan farklı olarak erklerin sınırlandırılmasından ziyade üstün olan
yasama iktidarının sınırlandırılması gereği üzerinde durmuştur.
Montesquieu
ise erkleri yasama, yürütme ve yargı erkleri olarak tasarlamış ve birbirini
frenleyip dengeledikleri bir sistem içinde ele almıştır.
Böylece
modern anlamdaki üçlü kuvvetler ayrılığı anlayışını Montesquieu, hem
betimleyici hem kuramsal bir yaklaşımla geliştirmiştir.
Erkler
arasındaki ilişkilere odaklanan Montesquieu, yasama erki için olduğu gibi
yürütme erki için de iktidarı tek başına kullanma ve mutlak iktidara yönelme
riskinin bulunduğunu; bu riski bertaraf etmek üzere erklerin sahip oldukları
gücün ve yetkilerin birbirine karşı sınırlandırılmasına ilişkin mekanizmalara
başvurulmasını savunmuştur.
Locke’un
kuvvetler ayrılığı teorisi, iktidarın sınırlılığı ve temel hakların iktidar
tarafından kaldırılamayacağı yönündeki boyutuyla Amerikan Bağımsızlık
Bildirgesinde ve Amerikan Anayasasında açık şekilde etki yapmıştır.
İngiltere’deki
düşünsel gelenek üzerinde ise daha çok yasamanın (parlamentonun) üstünlüğü
teorisiyle iz bırakmıştır.82
Montesquieu’nun
halk otoritesinin, yönetimin yasama, yürütme ve yargı organlarına
devredilmesini öngören ve doktrin olarak gelişen güçler ayrılığı düşüncesi de
devrim dönemine güçlü etkiler yapmıştır.
Fransız
İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinde “Halkların emniyet altına alınmadığı ve
güçler ayrımının sağlanmadığı bir toplumun meşruiyeti yoktur” hükmü yer
bulmuştur.
Bu
dönemde siyasal erklerin birbirinden ayrılması ve karşılıklı birbirlerini
sınırlandırması anlayışı, siyasal gücün hükümdarda toplanması anlayışına tercih
edilmiştir.83
Bununla
birlikte Fransız Devriminin yapıcıları, Montesquieu’nun kuvvetler ayrılığına
ilişkin pratik anlayışını efsaneleştirme yoluna gitmeyi tercih etmişlerdir.
Devrimden
sonra anayasal hareketlerin esin kaynağını oluşturan, kuvvetlerin birbirinden
bağımsız olarak ayrı ayrı kullanılması anlayışı, İhtilalin metafizikleştirdiği,
hatta tabulaştırdığı bir siyasal felsefenin ürünü haline gelmiştir. 84
tarihli
Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisinin 16. maddesi kuvvetler ayrılığının
anayasal devlet için zorunlu bir unsur olduğunu belirtmekteydi.
Ancak
İhtilalin dogmatizmi, kuvvetler arasında herhangi bir ilişki ve orantı
mekanizması kurulmasının önüne geçmeye başlamıştır.
Bunun
sonucunda bir zamanlar Avrupa’da örnek alınan Fransız yönetim sistemi devrim
sonrası yıllarda ününü yitirme yoluna girmiştir.
Rousseau’nun
mutlak egemenlik anlayışı, genel iradenin yanılmazlığı ile egemenin gücün
sınırlılığına ilişkin çelişik görüşleri, Fransız Devrimini ve sonraki
dönemlerin siyaset bilimcilerini bu doğrultuda etkilemiştir.85
Locke
gibi Rousseau da doğal yaşam ve doğal hukuk anlayışını temel aldığı halde
siyasal erklere ilişkin olarak Locke ve Montesquieu’nun ulaştığı düşüncelerin
tam tersi görüşler geliştirmiştir.
Halkın
egemenliği bölünmez ve devredilmez olarak nitelendiğinde, iktidarı kullanan
organların da ayrılması kabul edilemez.
Locke’ta
ve Montesquieu’da halkın üstün otoritesi, yönetimin yasama, yürütme ve yargı
organlarına devredilirken; Rousseau’nun bölünemez ve ayrıştırılamaz egemenlik
kavramı, otoritenin yönetim organları arasında bölüşülmesine engel olarak
görülmüştür.
Locke
tarafından açılan yolda Montesquieu’nun geliştirdiği kuvvetler ayrılığı
anlayışının erkler arasında fren ve denge mekanizması tesis ederek uygulanması,
devrim koşulları ve genel irade teorisinin sonucu olan yasamanın üstünlüğü
anlayışı nedeniyle mümkün olmamıştır.
Devrimler
döneminde yasamanın üstünlüğü düşüncesi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin fren ve
denge mekanizmalarıyla uygulanmasının önüne geçmiştir.
Rousseaucu
düşünce ekseninde ulusal egemenliğin bir tür dogma olarak görülmesi,
egemenliğin tanrısal bir yetkilendirme olarak temellendirilmesi, bir dönem
boyunca çoğunluk tahakkümüne dayalı iktidar anlayışını hâkim kılmıştır.86
Çoğunlukçu
genel irade anlayışının etkileri, Kıta Avrupası’nda yasamaya yönelik anayasal
yargı denetiminin gelişmesini geciktirmiş olsa da; çağdaş anayasal sistemlerde
üçlü erkler ayrımı demokrasinin vazgeçilmez unsuru olarak yer bulmuştur.
Locke’un
ve Montesquieu’nun çalışmalarıyla on yedinci-on sekizinci yüzyıllarda
geliştirilen kuvvetler ayrılığı ilkesinin çağdaş demokrasi anlayışı bakımından
taşıdığı önem tartışmasızdır.
Günümüzde
kuvvetler ayrılığına dayanmayan bir yönetimin, demokratik olma vasfına sahip
olamayacağı anlayışı hâkimdir.
Dolayısıyla kuvvetler
ayrılığı prensibi, anayasacılık ve demokrasi tarihinin en önemli kazanımları
arasında yer almaktadır.
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/666744#:~:text=1690%20y%C4%B1l%C4%B1nda%20%E2%80%9CH%C3%BCk%C3%BCmet%20%C3%9Czerine%20%C4%B0nceleme,ve%20modern%20d%C3%B6nemdeki%20formunu%20kazanm%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1r.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder