6 Eylül 2020 Pazar

KUVVETLER AYRILIĞININ DOĞUŞU


DEVLET TEORİSİNDE KUVVETLER AYRILIĞININ DOĞUŞU:
LOCKE VE MONTESQUIEU
Dr. Öğr. Üyesi Ayşe ÖZKAN DUVAN

ÖZET
Kuvvetler ayrılığı ilkesi günümüzde demokratik anayasal yönetim anlayışının tartışmasız temel unsuru olarak kabul edilmektedir.
İktidarı kullananların yetkilerini sınırlama ihtiyacıyla ortaya çıkan bu ilkenin tarihsel gelişim süreci İlk Çağ’a kadar uzanmaktadır.
Ancak modern anlamıyla kuvvetler ayrılığı anlayışının kökenleri büyük ölçüde İngiliz filozof Locke ve Fransız düşünür Montesquieu’nun çalışmalarına dayanmaktadır.
Locke’un yasamayürütme-federatif erkler ayrımı, Montesquieu’da yasama-yürütme-yargı ayrımı formunu kazanmıştır.
Bu çalışmada, öncelikle üçlü erkler ayrımının gelişim süreci, düşünürlerin yaklaşımları bakımından ayrı ayrı ele alınmaktadır.
Ardından farklı özellikleri bakımından erkler ayrılığı düşüncelerinin analizi yapılmaktadır.
Locke, Montesquieu, hatta son bölümde kuvvetler ayrılığının yanlış olduğunu savunan muhaliflerin, Rousseau’nun düşünceleri ele alınmaktadır.
Yasamanın üstünlüğü görüşünün öne çıkması nedeniyle erkler arasındaki ilişkiler için öngörülen fren ve denge mekanizmasının ancak devrimler döneminden sonra etkin şekilde uygulama alanı bulduğu öne sürülmektedir.
GİRİŞ
Siyaset teorisinde devlet olarak tanımlanan yapı, bir bütün olarak kabul edilmekle birlikte devlet gücünün kullanılması söz konusu olduğunda bütünlükten söz edilememektedir.
İktidarın sınırlanması ihtiyacıyla gelişen erkler ayrımı, devletin yerine getirdiği görevlerin ayrılması olarak anlaşılmaktadır.
Devletin bu görevlerinin her biri belirli bir organa verilir ve bu organların yapısal bakımdan göreceği işler onların fonksiyonu olarak biçimlenir.
Kuvvetler arasındaki ilişki ve meydana gelen karşılıklı etkileşim, siyasal rejimlerin niteliklerini saptayıcı niteliktedir.
Özellikle de yasama erki ile yürütme erki arasındaki ilişki bu anlamda daha belirleyici bir mahiyet arz eder.1
Devlet olarak tanımlanan yapının egemen iradesini kullanma şeklini belirlemede çözüm olarak sunulan kuvvetler ayrılığı ilkesi, uzun bir süreçte olgunlaşmıştır.
Kuvvetler ayrılığı düşüncesinin gelişim sürecini, ideal devlet arayışına katkıda bulunan İlk Çağ düşünürlerine kadar götürmek mümkündür.
Sürece katkısı bakımından bu dönemin düşünürleri arasında Aristoteles’in çalışmaları ön plana çıkmaktadır.
Erdemlilikten hareketle en iyi hükümet fikrini arayan Aristoteles, devletin faaliyetlerini üçe ayırarak her faaliyetin bir organa verilmesi gerektiği düşüncesini ilk kez ortaya atmış; bu düşünceye dayanan güçler ayrımının ilk tasvirini ve tahlilini yapmıştır. 2
Aristoteles’e göre, en iyi anayasa, iki yanlış yönetim şekli olan oligarşi ile demokrasinin karışımı sonucunda ortaya çıkacak doğru bir yönetim şekli olan bir karma anayasa olacaktır.
Böyle bir anayasa Aristoteles tarafından “her devlette bulunan erklerin dağılımının, egemenliğin yerinin ve siyasal toplumun gerçekleştirmeyi amaçladığı hedefin belirlenmesi için benimsenen düzenleniş biçimi” şeklinde tanımlanmıştır.3
Üçlü iktidar anlayışını geliştiren Aristoteles, yönetimin üç işlevle sağlanabileceğini savunmuştur.4
Bu işlevler, yasamaya tekabül eden müzakere makamı, yürütmeye tekabül eden kumanda makamı ve yargıya tekabül eden adalet makamıdır.5
Yasama erki Aristoteles’in düşüncesinde, savaş ve barışa karar verme, anlaşma yapma ve bozma, yasa koyma ve kaldırma, ölüm, sürgün veya mala el koyma cezası verme yetkisiyle donatılmış en üstün güç olarak tasarlanmıştır.
Yürütme erki, belirli konularda görüşme yapıp karar alma ve buna ilişkin buyruk verme yetkisiyle donatılmıştır. Aristoteles’in düşüncesinde yargı erkine davalara bakma yetkisine sahip olarak daha kısa bir şekilde değinilmiştir.
Geliştirdiği bu görüşlerle üç ayrı iktidar alanı ayrımını yapmış olmakla birlikte, Aristoteles’in modern anlamda, erklerin birbirlerini dengeleyip frenledikleri kuvvetler ayrılığı düşüncesine sahip olmadığı kabul edilmektedir.6
Aristoteles’in üçlü erkler ayrımını yapmasındaki amaç, devlet şekillerini daha belirgin şekilde analiz etmek, bunlar arasındaki anayasal farklılıkları daha açık şekilde ortaya koymak ve karakterize etmek olarak anlaşılmıştır.
Meclislerin, yöneticilerin ve yargıçların belirlenmesi ve işlevlerinin saptanması, esas alınacak rejim türüne göre değişiklik arz etmektedir.
Dolayısıyla söz konusu ayrım, bir gelecek vaat eden ancak kesinlikle bir kuvvetler ayrılığı öğretisi olarak nitelenemeyecek işlevsel bir ayrımdır.7
Roma döneminin siyaset kuramcılarından olan Polybios da Yunan düşünürleri tarafından geliştirilen karma anayasa kuramının bir başka temsilcisidir.
Polybios, yönetimin bozulmasının önüne geçmek için siyasal gücün, birbirini denetleyebilecek çeşitli kurumlar arasında dağıtılmasını uygun bulmuştur.8
Kuşkusuz çağdaş hukuk ve egemenlik teorileri ile İlk Çağ düşünürlerinin geliştirdiği bu yaklaşımlar arasında yakın bir ilişki vardır.9
Modern anlamıyla kuvvetler ayrılığı anlayışının kökenleri büyük ölçüde İngiliz filozof John Locke ve Fransız düşünür Baron de Montesquieu’nun çalışmalarına dayanmaktadır.
Kavramın oluşmasında ise iki düşünürle birlikte Lord Bolinbroke’un çalışmaları da pay sahibidir. Voltaire’i ve Montesquieu’yuderinden etkilediği kabul edilen Bolinbroke, İngiltere’de parlamentonun, kraliyet bakanlarının her dediğini onaylayan bir araç haline gelmesine karşı çıkmış ve yasamanın yürütmeden bağımsız olmasını savunmuştur.10
Bu bağlamda geliştirilen kuvvetler ayrılığı kavramı on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda bilimsel çerçeveye oturtulmuştur.
Öte yandan on üçüncü yüzyılda Magna Carta ile İngiliz Kralının yetkilerinin sınırlandırılmasına yönelik gelişmeler de güçler ayrımı anlayışıyla bağdaştırılabilmektedir.11
Anayasacılığın özünü oluşturan siyasi iktidarın sınırlanması düşüncesi ile kuvvetler ayrılığı teoremi Orta Çağ’da John Locke tarafından ortaya atılmıştır.
On yedinci yüzyılda mutlakiyetçi devlet anlayışına ağır bir darbe indiren Locke, liberal devlet sisteminin öncüsü olarak kabul edilmektedir.
1690 yılında “Hükümet Üzerine İnceleme”12 adlı çalışmasıyla kuvvetler ayrılığı teorisinin temellerini oluşturmuştur.
Kuvvetler ayrılığı yaklaşımı daha sonra Fransız filozof Montesquieu’nun 1748 yılındaki “Yasaların Ruhu Üzerine”13 adlı çalışmasıyla geliştirilmiş ve modern dönemdeki formunu kazanmıştır.
Çalışmamızda kronolojik gelişimine uygun olarak önce Locke’un, ardından Montesquieu’nun erkler ayrımına, son olarak Rousseau’nun kuvvetler ayrılığı karşıtı siyaset teorisine yer verilecektir.
Düşünürlerin kuvvetler ayrılığı ilkesinin gelişimine katkıları ele alınacaktır.
YASAMA-YÜRÜTME-YARGI AYRIMI
“Yasaların Ruhu Üzerine” adlı eserinin başlangıcında Montesquieu, yasa koyucunun niyet ve hedeflerinin ötesinde yasaların yapılmasına hâkim olan ilkeleri ortaya koymuştur.
Montesquieu, toplumları yöneten yasaların da başka yasalara bağlı olduğunu göstermek istemiştir.45
Yasaların bulunduğu bir toplumda -devlet düzeninde- özgürlüğün anlamı da bireyin yasalar çerçevesinde isteyebileceklerini istemesi, yasalara göre isteyemeyeceklerini de istememesidir.
Başka bir deyişle özgürlük, yasaların izin verdiği her şeyi yapabilmek ve izin vermediklerini yapmamaktır.46
Buna göre özgürlükten söz edebilmek için, iktidarın kötüye kullanılmadığı ılımlı yönetimler gereklidir.
İktidar yetkilerinin kötüye kullanılmasını önlemenin yolu da iktidarı iktidarla durdurmaktır, frenlemektir.
Herhangi bir siyasal düzende özgürlüğün var olup olmadığını ölçmek için, iktidarın iktidarla sınırlandırılmış olup olmadığına bakmak gerekmektedir.47

Montesquieu kuvvetler ayrılığını günümüzde kullanılan biçimiyle, yasama yürütme ve yargı erkleri ayrımına dayalı olarak ilk kez formüle etmiştir.
Onun geliştirdiği kavramsallaştırmaya göre her devlette yasama, yürütme ve yargı olmak üzere üç tür erk mevcuttur.48
Montesquieu’nun kuvvetler ayrılığı doktrini, İngiliz Anayasasında birbirinden ayrılmış yasama yürütme ve yargı erklerinin despotluğa kaymayı önleyecek şekilde birbirini denetlemesine dayalı olduğu varsayımını temel almıştır.
İngiliz anayasal sisteminde, kralın yürütme, parlamentonun yasama, mahkemelerin de yargı erkini elinde bulundurduğunu değerlendirmiş ve kendi içinde eksikleri bulunan bu uygulamanın sisteminden esinlenmiştir.
Bu doğrultuda Fransa’da da temel hak ve özgürlüklerin teminat altına alınabilmesi için yasama yürütme ve yargı erklerinin ayrı organlara verilmesi gerektiğini savunmuştur.49
Aslında dönemin İngiliz siyasal sistemindeki gelişmeler bir yanıyla katı kuvvetler ayrılığına dayalı başkanlık sistemine esin kaynağı olurken, öte yandan yumuşak kuvvetler ayrılığı sistemine dayalı parlamenter sisteme dönüşme sürecindeydi.
İngiliz siyasetindeki yapısal değişiklikler 1787 Anayasası başkanlık sistemi modeline yol göstericilik yapmıştır.
Bununla birlikte Lordlar Kamarasının yetkilerinin kısıtlanmasıyla şekillenen yasamanın kısıtlanması süreci de İngiliz siyasal sistemini parlamenter sisteme yönlendirmiştir.50
Dönemin İngiliz kamu hukukunda yaşanan gelişmelerin etkisi altında kalan Montesquieu, Locke’un yasama-yürütme-federatif erkler ayrımının yerine yasama-yürütme-yargı ayrımını getirmiştir.
Yasa koyma, değiştirme ve kaldırma yetkisine sahip olan yasama erki genel iradenin temsilcisidir.
Yasaların iyi uygulanıp uygulanmadığını denetlemekle yükümlüdür. Montesqieu, halkın temsilcilerinden oluşan meclisin yanında soyluların temsilcilerinden oluşan ikinci bir meclis öngörmüştür.
Bu iki meclis ayrı ayrı toplanacak ve farklı bakış açılarına sahip olacaktır.51
Bu meclisler İngiliz siyasal sistemindeki adıyla Lordlar Kamarası ile Avam Kamarasıdır.
İkinci mecliste üyelik babadan oğula geçeceği için kendi menfaatleri doğrultusunda tercihte bulunabileceği düşüncesiyle bu meclise vergi koyma gibi konularda karar verme yetkisi tanınmamıştır.52
Montesqieu, iki meclisli yapının gerekliliğini toplumda mevcut iki sınıfın çıkarlarının dengelenmesi ihtiyacına ve karşılıklı kontrol sağlama ihtiyacına dayanarak açıklamıştır. Montesquieu’nun siyaset teorisinde yürütme erki genel iradenin yürütülmesi olup, bu işlevi yerine getirmek üzere tayin edilen organın savaşa ve barışa karar verme yetkisini kullanarak gerekli güvenlik tedbirlerini alması öngörülmüştür.
Yürütme organı yabancı devletlere temsilci gönderir ve yabancı temsilcileri kabul eder.53 Montesquieu, yürütme erkinin yasama organı içinden seçilecek bir kişi ya da kurula verilmesini, kuvvetlerin birbirinden ayrılması yaklaşımıyla bağdaştırmadığı gerekçesiyle yürütme erkinin monarka ait olduğunu kabul etmiştir.
Montesquieu’nun üçlü kuvvetler ayrımında yer verdiği yargı erkini, diğer erklerden daha sonra teorisine dâhil ettiği öne sürülmektedir.54
Üçüncü erk olan yargı, uyuşmazlıkları çözümleyerek yaptırım uygulanmasına karar veren bir güç olarak tasarlanmıştır. 55
Buna göre yargılama görevinin, halk tarafından seçilen mahkemelerce yerine getirilmesi gerekmektedir.
Yargı yetkisini kullanan kişilerin, yasalarla ilgili olarak yorum yapmadan, inisiyatif kullanmadan, tıpatıp uygulama görevini icra etmeleri öngörülmüştür. 56
Yargı erki, bir tür jüri sistemi ve habeas corpus aracılığıyla yurttaşların siyasal özgürlüğüne güvence oluşturacaktır.
Yargıçların halk tarafından seçilmesi ve belirli bir süreyle sınırlı olarak görev yapmaları öngörülmüştür.
Yargı erkini kullanan mahkemelerin, sürekli olarak bu görevde bulunmamaları gereklidir.
Eğer süreklilik ve bir düzen içinde bu görev ifa edilirse bir süre sonra kuvvetlerin birleşmesi sonucu ortaya çıkacaktır.
Bu özellikleri yargı organını, yasama ve yürütme organından farklılaştırmaktadır.57
Montesquieu yargıyı, yasaların lafzından fazlasıyla uğraşmayan, pek bir yaratıcı işlevli olmayan erk olarak nitelemiştir.
Böylece yargı erki, yasama ve yürütmeden farklı olarak siyasal bakımdan etkin ve hukuksal bakımdan biçimlendirici olmayan bir devlet gücü olarak konumlandırılmıştır.
Yargıya ilişkin bu konumlandırma şeklinin, ne Anglo-Sakson hukuk modeliyle ne de Kıta Avrupası hukukunda gelişen içtihat hukuku anlayışıyla bağdaşmadığını belirtmek gerekir.58
Montesquieu, siyasal özgürlüğün sağlanmasını ve sürdürülmesini yasama, yürütme ve yargı erkinin farklı ellere verilmesine bağlamıştır.
Eğer bir devlette yasama, yürütme ve yargı yetkileri aynı kişi ya da organda toplanırsa özgürlük ortadan kalkar.
Sadece yasama erki ile yürütme erki aynı kişide ya da kurulda birleştiğinde yine özgürlükten söz edilemeyecektir.
Çünkü bu durumda aynı monarkın ya da kurulun yasaları despotça uygulamak için despotik yasalar çıkarması olanaklı hale gelmektedir.59
Yargı erkinin yasama erkiyle ya da yürütme erkiyle birleştiği durumda da yine özgürlük söz konusu olamaz.
Çünkü böyle bir durumda birey özgürlüklerini ve yaşamlarını tehlikeye sokan bir güç meydana gelmiş olur.
Bu üç erk, ister bir kişi, ister yüksek memurlar, ister aristokratlar ve isterse halk olsun, aynı kesimin elinde toplandığı takdirde devletteki her şey yıkılır.60
SONUÇ
Kuvvetler ayrılığı düşüncesi İlk Çağ’dan itibaren temelleri atılmaya başlanan bir yaklaşımın ürünü olmuştur.
İdeal yönetim anlayışıyla yola çıkan ve en iyi hükümet fikrini arayan Aristoteles, devletin faaliyetlerini üçe ayırarak her faaliyetin bir organa verilmesi gerektiği düşüncesini ilk kez ortaya atmıştır.
Böylece üçlü görev paylaşımı düşüncesi tamamıyla işlevsel bir ayrım olarak doğmuştur.
Polybios döneminde ise, yönetimin bozulmasının önüne geçmek için siyasal gücün, birbirini denetleyebilecek çeşitli kurumlar arasında dağıtılması düşüncesi savunulmuştur.
Modern anlamıyla kuvvetler ayrılığı anlayışının temellerini ise John Locke ve Baron de Montesquieu’nun çalışmaları oluşturmuştur.
Locke, yasama ve yürütmenin yanındaki üçüncü erki, federatif erk olarak tasarlamış ve yasamanın üstünlüğü esasını savunmuştur.
Locke, Montesquieu’dan farklı olarak erklerin sınırlandırılmasından ziyade üstün olan yasama iktidarının sınırlandırılması gereği üzerinde durmuştur.
Montesquieu ise erkleri yasama, yürütme ve yargı erkleri olarak tasarlamış ve birbirini frenleyip dengeledikleri bir sistem içinde ele almıştır.
Böylece modern anlamdaki üçlü kuvvetler ayrılığı anlayışını Montesquieu, hem betimleyici hem kuramsal bir yaklaşımla geliştirmiştir.
Erkler arasındaki ilişkilere odaklanan Montesquieu, yasama erki için olduğu gibi yürütme erki için de iktidarı tek başına kullanma ve mutlak iktidara yönelme riskinin bulunduğunu; bu riski bertaraf etmek üzere erklerin sahip oldukları gücün ve yetkilerin birbirine karşı sınırlandırılmasına ilişkin mekanizmalara başvurulmasını savunmuştur.
Locke’un kuvvetler ayrılığı teorisi, iktidarın sınırlılığı ve temel hakların iktidar tarafından kaldırılamayacağı yönündeki boyutuyla Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinde ve Amerikan Anayasasında açık şekilde etki yapmıştır.
İngiltere’deki düşünsel gelenek üzerinde ise daha çok yasamanın (parlamentonun) üstünlüğü teorisiyle iz bırakmıştır.82
Montesquieu’nun halk otoritesinin, yönetimin yasama, yürütme ve yargı organlarına devredilmesini öngören ve doktrin olarak gelişen güçler ayrılığı düşüncesi de devrim dönemine güçlü etkiler yapmıştır.
Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinde “Halkların emniyet altına alınmadığı ve güçler ayrımının sağlanmadığı bir toplumun meşruiyeti yoktur” hükmü yer bulmuştur.
Bu dönemde siyasal erklerin birbirinden ayrılması ve karşılıklı birbirlerini sınırlandırması anlayışı, siyasal gücün hükümdarda toplanması anlayışına tercih edilmiştir.83
Bununla birlikte Fransız Devriminin yapıcıları, Montesquieu’nun kuvvetler ayrılığına ilişkin pratik anlayışını efsaneleştirme yoluna gitmeyi tercih etmişlerdir.
Devrimden sonra anayasal hareketlerin esin kaynağını oluşturan, kuvvetlerin birbirinden bağımsız olarak ayrı ayrı kullanılması anlayışı, İhtilalin metafizikleştirdiği, hatta tabulaştırdığı bir siyasal felsefenin ürünü haline gelmiştir. 84
tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisinin 16. maddesi kuvvetler ayrılığının anayasal devlet için zorunlu bir unsur olduğunu belirtmekteydi.
Ancak İhtilalin dogmatizmi, kuvvetler arasında herhangi bir ilişki ve orantı mekanizması kurulmasının önüne geçmeye başlamıştır.
Bunun sonucunda bir zamanlar Avrupa’da örnek alınan Fransız yönetim sistemi devrim sonrası yıllarda ününü yitirme yoluna girmiştir.
Rousseau’nun mutlak egemenlik anlayışı, genel iradenin yanılmazlığı ile egemenin gücün sınırlılığına ilişkin çelişik görüşleri, Fransız Devrimini ve sonraki dönemlerin siyaset bilimcilerini bu doğrultuda etkilemiştir.85
Locke gibi Rousseau da doğal yaşam ve doğal hukuk anlayışını temel aldığı halde siyasal erklere ilişkin olarak Locke ve Montesquieu’nun ulaştığı düşüncelerin tam tersi görüşler geliştirmiştir.
Halkın egemenliği bölünmez ve devredilmez olarak nitelendiğinde, iktidarı kullanan organların da ayrılması kabul edilemez.
Locke’ta ve Montesquieu’da halkın üstün otoritesi, yönetimin yasama, yürütme ve yargı organlarına devredilirken; Rousseau’nun bölünemez ve ayrıştırılamaz egemenlik kavramı, otoritenin yönetim organları arasında bölüşülmesine engel olarak görülmüştür.
Locke tarafından açılan yolda Montesquieu’nun geliştirdiği kuvvetler ayrılığı anlayışının erkler arasında fren ve denge mekanizması tesis ederek uygulanması, devrim koşulları ve genel irade teorisinin sonucu olan yasamanın üstünlüğü anlayışı nedeniyle mümkün olmamıştır.
Devrimler döneminde yasamanın üstünlüğü düşüncesi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin fren ve denge mekanizmalarıyla uygulanmasının önüne geçmiştir.
Rousseaucu düşünce ekseninde ulusal egemenliğin bir tür dogma olarak görülmesi, egemenliğin tanrısal bir yetkilendirme olarak temellendirilmesi, bir dönem boyunca çoğunluk tahakkümüne dayalı iktidar anlayışını hâkim kılmıştır.86
Çoğunlukçu genel irade anlayışının etkileri, Kıta Avrupası’nda yasamaya yönelik anayasal yargı denetiminin gelişmesini geciktirmiş olsa da; çağdaş anayasal sistemlerde üçlü erkler ayrımı demokrasinin vazgeçilmez unsuru olarak yer bulmuştur.
Locke’un ve Montesquieu’nun çalışmalarıyla on yedinci-on sekizinci yüzyıllarda geliştirilen kuvvetler ayrılığı ilkesinin çağdaş demokrasi anlayışı bakımından taşıdığı önem tartışmasızdır.
Günümüzde kuvvetler ayrılığına dayanmayan bir yönetimin, demokratik olma vasfına sahip olamayacağı anlayışı hâkimdir.
Dolayısıyla kuvvetler ayrılığı prensibi, anayasacılık ve demokrasi tarihinin en önemli kazanımları arasında yer almaktadır.


https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/666744#:~:text=1690%20y%C4%B1l%C4%B1nda%20%E2%80%9CH%C3%BCk%C3%BCmet%20%C3%9Czerine%20%C4%B0nceleme,ve%20modern%20d%C3%B6nemdeki%20formunu%20kazanm%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1r.










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CADILAR BAYRAMI?

.   BİR GÜN CUMHURİYET, BİR HAFTA CADILAR .   Bir günlüğüne Cumhuriyet. .   Yalnızca bir gün. Bayraklarımızı çıkarıyoruz, şiirlerimizi okuyo...